Kayıtlar

Mayıs, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Abdülhamit o doktorayı almazdı, muhterem!

İzninizle biraz Abdülhamit'çilik yapacağım!  Güzide memleketimde insanın mecbur kalmayacağı şey yok. Önce, istibdat filan meselesini askıya alalım bir. Çok konuştuk onu, gene konuşuruz. Şimdilik askıda dursun, kırışmasın. Uzatmayacağım lafı, şu doktora meselesine gireceğim. O da çok konuşuldu, eleştirildi, ama bir şey eksik kaldı sanki. Padişaha mezarında rahat vermek yerine doktora vermenin bir tür saygı olduğunu düşünmüş olmalılar. Bu aralar ruh çağırmak moda ya, ondan da olabilir. Mezardan sultan kaldırma tiyatrosunun doktora perdesindeyiz.

Gelecek bize gelmez, biz ona geliriz

‘Kürt sorunu’nda yığınla laf dolaşsa da konumlar ve ona bağlı fikirler, yani tavırlar basittir. İlk tavır, şiddet destekli kadim yok etme politikasıdır, yani inkar-imha-asimilasyon. “Kürt eğer Türk olmayacaksa ona hiçbir şey vermeyelim” der. İkinci tavır: “Kürt’e her şeyi verelim, o da karşılığında Kürtlüğünü istemesin.” İlkinin bir almaşığı. Farkı, ilk tavrın zamana göre elden geçirilmiş oluşunda. Üst kimlik deyip ‘üstün kimlik’ fikirini yutturmalar, ‘milliyet’ten büyük millet filan lafları buradan çıkıyor. Üçüncü de ilk ikisinin yaratacağı sıkıntıyı azaltacak, ilk ikisinin “tarihten dersini biraz almış” bir versiyon: “Kürt’e Kürtlükle ilgili bir şeyler verelim, bir TV kanalı, kurs, kitap, dergi, gazete yayını filan, o da artık bize sorun çıkarmasın.”

Barışın hukuku savaşın hukuku

Mevcut hukuk,  bu savaşın bitmesini değil,  sürmesini öngörür.  Bir barış inşa ediyorsak,  o barışa uygun hukuku da  inşa ediyor olmalıyız.

Düşkurusu

Hrant ‘millet’ten sayılmadı!

Her fiilin, nefes almanın  bile ‘terör’ olarak tanımlanabileceği bir ceza sistemi içinde,  etnik-dinsel-siyasal sebeplerle  örgütlenip bombalama, tehdit ve cinayet ‘terör’ sayılmadı. Yargıtay'ın  "gerekçeli" kararı da çıktı.  Açıklanan kısa karardan daha da vahim. Sayfalarca hataları gösterilebilir, ama analitik açıdan gidebileceğimiz yer hep aynı. Aslında, çok zaman önce, ilk karar verilince yazdığım bir yazıdan daha  fazla söylenecek bir şey yoktu belki de. Ama işte insan duramıyor, bir işe yaramayacağını bilse de söylemek istiyor. O yazı: Dinibir uğruna giden Ermeni.

Hrant Dink'i vurmak neden terör olmuyor? Nasıl oluyor da olmuyor?

Vidyo yaptırdılar yine bana, aha buradan bakılınca görülüyor .

Sınıfsal cinayetlerden sınıfsal katliamlara

Resim
Yazı Radikal İnternet'te yayınlandığında can kaybı 900'lerdeydi. Yazının çıktığı gün 1000'i geçti ne yazı k ki .    "Fotoğraflar, ayrıcalıklı kesimlerin ve hayatlarını emniyet altına almış olanların görmezlikten gelmeyi tercih edeceği konuları “gerçek” (ya da “daha gerçek”) kılmanın vasıtasıdır." Böyle diyor Susan Sontag. Gerçek, bir tane değil yani. “Daha gerçek” var. Daha dahası da var. Bangladeş’te 24 Nisan’da binlerce çalışanın üstüne yıkılan, 1000 den fazla insanın öldüğü o binanın enkazından tüm dünyaya yayılan fotoğraftaki gibi.

Sokağı sokak yapan meyhane

Çok zaman geçti.  1995'te,  Beyoğlu dergisi için yazılmış bir yazı.  Mini Meyhane artık yok.  Benzerlerini yok etme  prosedürü de yürürlükte.   Şimdi yazar mıydım  böyle bir şey bilmiyorum,  yazsam da böyle yazar mıydım,  bilmiyorum.  Olmuş  bir kere işte,  iyi okumalar, meraklılarına... Beyoğlu'nun 'meyhaneler sokağı' Nevizade'nin bir ucu Balıkpazarı'na, diğer ucu Mini Meyhane'ye dayanır. Balıkpazarı, hakkında yabancıların bile ayrıntıyla konuşabilecekleri kadar tanınmış, İstanbul'la ilgili her rehberde, her kitapta, her anıda, kendine yer bulmuş, kentin tarihi, turistik, kültürel nostaljik... ve çok meyhaneli sokaklarından biridir. Bütün canlı görüntüsüne rağmen, en cıvıl cıvıl denilecek dakikada bile her an bir kartpostal enstantanesi olarak donmaya hazır duran Balıkpazarı'ndan Nevizade'ye girildiğinde büyük bir atmosfer değişikliği yaşanmaz: Klasik İstanbul meyhaneleri ile turistik içkili lokanta arasında yer tut

Tanrının hakkı tanrıya, göğün kalanı kapitalizme

Resim
Şişli Camisi'ne bakınca gökdelen göreceksin, sakın şaşırma. Harbiye'den Mecidiye'köye yürürken, birden bire fark ettim. Daha önce haberlerini okumuşluğum, yine aynı yerden geçerken tuhaf tuhaf bakmışlığım vardı ama bu sefer birden bire görüntü tarafından yakalandım. Lüzumsuz Adam gibi hissettim bir an kendimi, hani şöyle diyen Lüzumsuz adam: " Dün mahalleden şöyle bir çıkmaya karar verdim. Unkapanı'ndan vurup Şişhane'ye çıktım. İstanbul bayağı değişmiş. Şaşırdım kaldım.

Okyanustaki Enkaz ya da Katip Bartleby'nin Duvarı

Eski zamanlardan,  1994'te yayınlanan  Beyoğlu dergisinde çıkmıştı.  Çok zaman geçmiş, çok...

Mahkûmun Hal Beyanı

Siz beni her izlediğinizde yeni bir şey gördüğünüzü sanacaksınız. Yeni bir şey yok. Olmayacak da, mahkûmiyetimden başka. Yenilenmiş olan siz olacaksınız, bir yenilik olacaksa. Bu işe yarar benim iki menzil arasındaki yürüyüşüm, bir işe yarayacaksa. Sizin yenilenmenize. Beni çözmeye çalışacaksınız, istemesem de. Beni çözerken siz karışacaksınız, istemeseniz de. Ben de böyle bir karışıklığım işte.

Vali, yargısız infaz mı açıkladı?

1 Mayıs'ın üstünden iki gün geçtikten sonra yapılan açıklamalar, 1 Mayıs günü olan bitenleri daha da iyi aydınlatıyordu. İlk gün "taşla yaralandı" denilen çocuk, polisin attığı fişekle yaralanmıştı. İlk gün "militan, bizde kaydı var" denilen çocuğun bir kaydı yoktu. Üçüncü gün ortaya atılan "o da molotof atıyordu" sözü de atmasyon çıkmıştı, elindeki plastik sirke şişesiydi . Hani efsaneye göre polisin attığı gazın etkilerini azaltıyor ya limonla sirke, bu genç yurttaşımız da bu efsaneye inanmış, elinde şişeyle 1 Mayıs'a gitmeye yönelmişti. Hasılı, güvenlik bürokrasisi, emredilen hukuksuzlukları aklamak, hukukmuş gibi göstermek için çırpındı, daha da çırpınacak. Çünkü 1 Mayıs 2013'te bir süreç başlatıldı, artık sağır sultanın bile bildiği bir süreç: amaç Taksim'i toplumsal, siyasal arzu ve taleplerin dile getirileceği bir mekan olmaktan çıkarmak; paranın, yüksek katlı hukuksuz, kaçak binaların  ve elbette onların sahiplerinin mekanı haline