Kayıtlar

Kasım, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İstanbul'un içinden felsefe sesi geliyor

Haydi, "Demokrasiler Çağında Uygarlık Konferansı"na İstanbul'a felsefe sözü var.  İstanbul'da felsefe sözü var.  Fakat felsefe sadece söz değildir.  İstanbul'un içinden felsefe sesi geliyor.  Dost sesi. Bilgi dostu. Bilme dostu. Çünkü felsefenin sözü var. Dostun sözü var.  Felsefe sestir. Birbirinin içine giren sesler, birbirini izleyen sesler, birbirinin boşlukların dolduran sesler, birbirine boşluk bırakan, yaratan sesler. Karşılıklı sesler. Karşı be karşı çıkarılan sesler.  İstanbul'da üç gün boyunca bu sesleri duyacağız. "Demokrasiler Çağında Uygarlık Konferansı" 30 Kasım Cuma günü başlıyor.  Felsefe yüzdür de. Birbirine dönmüş yüzler. Birbirinden dönmüş yüzler. Bir ufka bakan yüzler. Çok ufka bakan yüzler. Yere, göğe, karşıya, geriye bakan yüzler. Konuştuğuna bakan yüzler. Dinlediğine bakan yüzler. Seslendiğine bakan yüzler. Ses verene bakan yüzler. Sözle, sesle değişen, dönüşen, içinden yeni sözler, sesler,

Tarihin ağır kapağı: Ecdadın ezdiği yurttaşlık

“Tarih aşırı bir güç kazanırsa  yaşam parçalanır ve soysuzlaşır,  bu soysuzlaşma sonunda ise tarihin  kendisi de yeniden soysuzlaşır.” Friedrich Nietzsche İşçilerin suyla, elektrikle, taşla, ateşle ölümlerden ölüm beğendiği bir yıl geçirdik. Dizginsiz kalkınmacılığın (Deyim Arif Dirlik’ten) böyle şeyleri normalleştirdiği yerde lafı mı olur insanın? Nihayet geçen hafta Samsun’da beş işçi, 300 tonluk kapağın altında ezildi. Biraz üzüntü, biraz kınama, biraz kızgınlık, sonra unut gitsin. Böyle şeylerin yerine her 15 günde bir yükselen bir büyük “mevzu”yu konuşuyoruz. Bu haftaki payımız tarihten. AT SIRTINDAKİ ECDAD Başbakan tarihi pek seviyor. “Muhteşem Yüzyıl” dizisini yerden yere vurdu, yönetmenini ve yayınlayan televizyonun sahibini kınadı. İş bununla da kalmayacak, yargı kararı beklediğini söyledi. Erdoğan ’ın 46 yıllık iktidarının “30 yılını at sırtında geçirmiş” yani öyle haremdi, eğlenceydi, aşktı, meşkti filan, bu işlere pek zaman ayırmamış olduğunu i

Haydi paşalar Galatasaray'a

Gerçek 12 Eylül iddianamesi  Cumartesi Anneleri’dir.  Kenan Evren ve hempalarını  mahkum ettirmek isteyen  ya paşaları Galatasaray’a getirir,  ya anneleri duruşmaya götürür. Türkiye, açık davaların ülkesi. Açık yaralar gibi. Kapanmayan davalar. 400 haftadır her cumartesi Galasataray Lisesi’nin önünde bazı insanlar oturuyor. Ellerinde fotoğraflarla. Kayıplarını arıyorlar. Yas tutma hakları bile ellerinden alınmış. Devletin güvenlik güçlerinin alıp vermediği kayıplarını arıyorlar. Oğullarını, kızlarını, kardeşlerini, sevgililerini, yoldaşlarını. Ağır bir kötülüğün mağdurları onlar; Türkiye Cumhuriyeti devleti yönetimine el koyan 12 Eylül cuntasının topluma karşı suçlarının mağdurları. İnsanlığa karşı suçların. Kayıplarının akıbetini öğrenmenin yanında bir istekleri daha var: Bu suçları işleyen kişilerin yargılanması. 12 Eylül generallerinin tesis ettiği “yeni nizam”da “suç” değilmiş de sıradan devlet faaliyetiymiş gibi algılanan işkence, kaçırma, kaybetme, sokak ortas

Güzel Uçurum

'Meram'ınız hakkı öldürüp vermek mi?

Meram nedir? Konya’da güzel belde adı. Bir de hukukta yeri olan bir kavram. Sözlüklerde, “Maksat, niyet, arzu, istek, içten tasarlanan” gibi anlamlar taşıyor. Bu anlam yükü, hukuk açısından önemli. Medeni hukuku pas geçip, cezaya bakalım: Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 202’inci maddesi, sanık için “Tercüman bulundurulacak haller”i sıralarken “Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa” der, “mahkeme tarafından atanan tercümen aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.” Madde ayrıca, bu hakkı duruşmalarla da sınırlı tutmaz: “Bu madde hükümleri soruşturma evresinde dinlenen şüpheli mağdur veya tanıklar hakkında da uygulanır.” Bu evrede tercümanı hâkim ya da savcı atar, maddenin emridir.

Erdoğan anayasasını ilan etmeye başladı

İdam, sadece 63’üncü güne giren  açlık grevlerini etkisizleştirecek  bir nutuk değil,  bir siyasal kararın sözüdür.  Başbakan , öldürme dahil devletin  yetkilerine hiçbir hukuki sınırlama  istemeyen bir devlet tasavvuruna yönelmiş durumda.

Yüzün yazısıdır

Nelly Sachs: Hayata davet olarak ölüm

Resim
“Auschwitz’den sonra şiir yazılamaz.”  Böyle hükmetmişti Adorno.  “Hayır, yazılır” diyenlerse düşünürler değil,  şairler oldu. Bunlardan  Nelly Sachs’tan yeni bir çeviri var artık Türkçede. Nelly Sachs ölümün şairidir. Tendeki, candaki, nefesteki ölümün değil sadece, tozdaki, taştaki, yıldızdaki ölümün de. Külün içinden, külden önceki yaşamın ağır, acılı, yanmış acısını yeniden canlandırır; dipteki közü harlar gibi. Şiirdeki hareket, ruhtaki hareketi verir. Yaslı ruh, küller arasında ateşi arar hep. Şiirdeki ve ruhtaki hareket, dünyadaki hareketi verir: “Siyah kartlarını ölüm Rüzgârdan tez karıyor”

Babil'i yıkan inşaat arzusu

Bir ülkenin gündemine  “kutup ayısı” nasıl  damga vurur?  Yüzlerce insanın 59 gündür  ölüme yürüdüğü bir ülkenin? Son Erdoğan-Kılıçdaroğlu atışması, iki liderin birbirilerini çok iyi anladığı bir diyalog gibiydi. Anlaşılan Türkiye’de sadece hakaretin, şiddettin, kabalığın, ayıbın dili karşılıklı manidar cümleler kurdurabiliyor. Ayrımın ve şiddetin dili dışında diyalog yasak sanki. 12 EYLÜL’ÜN MİRASI: ÖLÜM ORUCU Örneğin, ölüm yürürlükte. En ağır, en vahim haliyle. Açlıkla. Açlık grevleri, darbecilerin 12 Eylül günlerindeki işleri güçleriyle Türkiye’nin yakından tanımaya başladığı eylemlerden. Bir ölüm yolu evet, ama izin verilen hayatın ölümden beter olabileceğini gösteren bir hayat arzusunun eylemi. 12 Eylül sonrasında da neredeyse üç beş yılda bir yeniden yüz yüze geldik. Her felakette iki tutum oldu, sonuç hep aynı olsa da (yani devlet ve hükümetleri, insanları ölümü yeğleyecek hayatlara razı etmeye çalışmaktan hiç vazgeçmese de) farkları önemli olan iki