Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Şairin Yüzyılı, Filozofun Yüzyılı, Bizim Yüzyılımız

Resim
“Yirminci yüzyılı yaşadım Ertelenmiş bir yüzyıldı bu Yıkık bir sur yazgımızın uydusu Bekletir ömrü yürüyen ayla birlikte Bırakmaz günün adını koyalım.” Melih Cevdet Anday’ın nefis Yağmurun Altında şiiri böyle başlar. Fransızların ünlü filozoflarından (ne çoklar!) Alain Badiou da ‘Yüzyıl’ adlı kitabının ithaf bölümünde ilk şunu yazar: “Devrimlere ve militanlara yönelik aforozlara ve günümüz ‘demokratlarının’ bütün bunları geçersiz kılma çabasına aldırmayan Natacha Michel, bir gün, ‘20. yüzyıl yaşandı’ dememiş olsaydı bu metinleri yazma fikri aklıma bile gelmezdi.”

Kara Işıltılı Kareler-5

.................................................................. Kara Işıltılı Kareler-13 Kara Işıltılı Kareler-12 Kara Işıltılı Kareler-11 Kara Işıltılı Kareler-10 Kara Işıltılı Kareler-9 Kara Işıltılı Kareler-8 Kara Işıltılı Kareler-7 Kara Işıltılı Kareler-6 Kara Işıltılı Kareler-4 Kara Işıltılı Kareler-3 Kara Işıltılı Kareler-2 Kara Işıltılı Kareler-1 (Mayıs-Haziran 2007'de yazıldı. Tamamı 18 şiirdir. Cumartesi Şiir'de yayınlandı. http://www.cumartesisiir.com/

Ahlaklı bir Yeşilçam Filmi: Yangın Var

Resim
Yangın Var’a korka korka gittim. Bütün filmlere korka korka giderim zaten, sinema beni yorar, etkiler ve en iyi bulduğum da en kötü bulduğum da günlerce aklımı, zihnimi işgal eder. Hareketli görüntüyle yapılmış işleri bir tür zihin saldırısı gibi algılarım hep. Kişisel, duygusal bir hal mi? Pek de değil. Sinema pek kişisel bir iş değil, tek tek kişilerin zihninde bence bir tür bomba gibi patlıyor olsa da. Neyse. Teori zamanı değil, karşılaştığım eğlenceli bir filmden söz etme zamanı. Korka korka gittiğim filmden neşeli çıktım. Benim neşeli olabildiğim kadar tabi. Sonra sorup durdum kendime: “Sevdin sevdin de sor bakalım kendine niye sevdin.”

Kara Işıltılı Kareler-4

..................................................... Kara Işıltılı Kareler-13 Kara Işıltılı Kareler-12 Kara Işıltılı Kareler-11 Kara Işıltılı Kareler-10 Kara Işıltılı Kareler-9 Kara Işıltılı Kareler-8 Kara Işıltılı Kareler-7 Kara Işıltılı Kareler-6 Kara Işıltılı Kareler-5 Kara Işıltılı Kareler-3 Kara Işıltılı Kareler-2 Kara Işıltılı Kareler-1 (Mayıs-Haziran 2007'de yazıldı. Tamamı 18 şiirdir. Cumartesi Şiir'de yayınlandı. http://www.cumartesisiir.com/

Kara Işıltılı Kareler-3

Kara Işıltılı Kareler-1 Kara Işıltılı Kareler-2 Kara Işıltılı Kareler-4 Kara Işıltılı Kareler-5 Kara Işıltılı Kareler-6 Kara Işıltılı Kareler-7 Kara Işıltılı Kareler-8 Kara Işıltılı Kareler-9 Kara Işıltılı Kareler-10 Kara Işıltılı Kareler-11 Kara Işıltılı Kareler-12 Kara Işıltılı Kareler-13 (Mayıs-Haziran 2007'de yazıldı. Tamamı 18 şiirdir. Cumartesi Şiir'de yayınlandı. http://www.cumartesisiir.com/

Kara Işıltılı Kareler-2

......................................... Kara Işıltılı Kareler-13 Kara Işıltılı Kareler-12 Kara Işıltılı Kareler-11 Kara Işıltılı Kareler-10 Kara Işıltılı Kareler-9 Kara Işıltılı Kareler-8 Kara Işıltılı Kareler-7 Kara Işıltılı Kareler-6 Kara Işıltılı Kareler-5 Kara Işıltılı Karaler-4 Kara Işıltılı Kareler-3 Kara Işıltılı Kareler-1 (Mayıs-Haziran 2007'de yazıldı. Tamamı 18 şiirdir. Cumartesi Şiir'de yayınlandı. http://www.cumartesisiir.com/

Koza

Görünmez İplikler çözülür Yaşamın çilesinden Kendi içine gömüleceğin zaman Kirpiklerinde minik çekiçler Döver altınını her kırpılışta Etrafına doladığın tel örgünün Kendi toprağını elersin Karmak için Tutunacağın dünyanın harcını Gün güne, gece geceye eklenir Tutuşur  Ocakları bedenin Yeni bir saat kurulurken Kapandığın beyaz sayfalardan

Kara Işıltılı Kareler-I

................................. Kara Işıltılı Kareler-2 Kara Işıltılı Kareler-3 Kara Işıltılı Kareler-4 Kara Işıltılı Kareler-5 Kara Işıltılı Kareler-6 Kara Işıltılı Kareler-7 Kara Işıltılı Kareler-8 Kara Işıltılı Kareler-9 Kara Işıltılı Kareler-10 Kara Işıltılı Kareler-11 Kara Işıltılı Kareler-12 Kara Işıltılı Kareler-13 (Mayıs-Haziran 2007'de yazıldı. Tamamı 18 şiirdir. Cumartesi Şiir'de yayınlandı. http://www.cumartesisiir.com/

Gelecek Uzun Sürer, film bir dakika

Gelecek Uzun Sürer, ilk bir dakikasından sonra bana çok uzun geldi. Nedenini düşündüm iki gün boyunca. ** Sanat bir niyet sorunu değildir. Kötü niyeti kaldırmadığı söylenebilir kolaylıkla, ama aynı kolaylıkla iyi niyeti hiç mi hiç kaldırmadığı da söylenebilir. Gelecek Uzun Sürer bir Özcan Alper filmi. Politik sinemanın yeni ismi. Sonbahar’la tanıdık. Bu yeni filmi, zor bir konuya giriyor. Bir soruna. Kürt sorunu denilen soruna. Tek başına bu bile bir politik karar ve cesaret işi. Özcan Alper’in politik bakışında da, cesaretinde de hiçbir sorun yok. Ama filmde sorun var. “Sevmedim ben” demiyorum sadece. “Politik politika” açısından sorun yok belki, ama “poetika” açısından sorun var. Politik sanat açısından. Sanat yapma açısından, sanat politiği açısından. Film çarpıcı, dokunaklı, sert yanları çok. Sonbahar da öyleydi.

Yaşam Geçişi

MİRİ MALI-Unamuno

"Üstüninsanı değil içinsanı aramak gerekir çünkü Tanrı bizim üstümüzde değil, içimizde." ( Unamuno ) ** "Sessizlikten daha büyük veya daha muhteşem bir müzik yoktur ama bu müziği anlamak ve hissetmek için fazla zayıfız. Aramızdan sessizliğe dalıp bunu inayetini anlamayanların müziği vardır; müzik sessizliğin sözü gibidir çünkü sessizliğin büyüklüğünü ortaya çıkarır ve bize boş gevezelikler vermez." ( Unamuno ) ** "Hiçlikten çıkıyoruz. Sadece hiçliğe layık olmaya alıştıralım kendimizi ve umut içimizde meyvelerini verecektir." ( Unamuno ) "Tanrı-insan bir kadından doğdu, insanlığın sukunetinden, basitliğinden." ( Unamuno ) ** "Bir isim bırakıyorum. Bir isimden başka ne var ki? Toptan uydurarak yarattığım kurmaca kişilerden neyim fazla olacak? Ya Cervantes, bugün yeryüzünde Don Kişot'tan başka nedir ki?" ( Unamuno )

MİRİ MALI-Hayreti

Resim
Hayreti'nin, (eskilerin deyimiyle sinkaf redifli) protest gazeli. E hazreti cinsiyetçilikle suçlayacaklar okumayıversin lütfen! Doğru söylemek, dahasını söylemeyi gerektirmez bazen :) Görmedüm mihrin baka gördüm fenâ dârın sikem Bu fenânun bî-mürüvvet mîr ü serdârın sikem Çârsû-yı dehr içinde dâyımâ sûret sûret Ehl-i ma’nâ ile itdükleri bâzârın sikem Atlas-ı çarhun kabâyam aldanursam rengine Bana şâlüm yeg durur anun iç astârın sikem Kala ben bîmârunuz bu gûşe-i iflâsda Vaz geldüm bunlarun itdügi tîmârın sikem Şimdiki begler mürüvvetden dem urup her nefes Ehl-i dil ‘âriflere itdügi ikrârın sikem Bî-vefâdur kahbe dünyâ gibi bunlar bunlara Kulluk eyleyen gidilerün perestârın sikem Ehl-i ‘irfâna kuru tahsîndür ihsânları Bu zemâne beglerinün cümle etvârın sikem Zerre denlü yok durur mihr ü vefâ didükleri Bu ‘avâmun hâsılı ey Hayretî varın sikem (Hayreti) Hayreti kimdir?

Türkiye bölünmüş haberiniz var mı?

“Burada neden yoktur.” Bu bir Auschwitz atasözü! Primo Levi oraya düştüğünde ilk olarak sert bir ifadeyle bu söylenmişti kendisine. O günlerde Naziler, aleni işbirlikçileri ve sessiz takipçileri için böylesi iyiydi, çünkü oraya “Yahudiler” gidiyordu! Eskiden İstanbul Emniyeti’nin 2. Şubesi’nin (asayiş) kapısında “Burada Allah yoktur!” yazıldığı rivayet edilirdi. Çoğu yurttaş için böylesi iyiydi, çünkü oraya “suçlular” gidiyordu!

Zulmün tarihinden kayıtlar-1

Resim
Mükellef ilan oldu gelin dediler Cehennem deliğine girin dediler Yeni de kartımı aman elime de verdiler

FARUK EREN'İN YERİ-Bizde emanete yamuk olmaz!

Resim
Aslan Sütlü, akşamdaan akşama yazar, sek yazar. Milliyet’in Cağaloğlu’nda olduğu yıllar. Demek ki 93’ten önce. Gece çalışıyorum. Az içtiğim sanılmasın, gece 02.00’de servise doluşuyoruz. Ben Avcılar’da yani en son iniyorum. Ama neredeyse bir minibüs dolusu insan. Millet Caddesi-E5-Avcılar güzergahında girmediğimiz semt kalmıyor gecenin o saatinde. Pazartekke’nin oralarda bir arkadaş iniyor. Servis ara sokaklara girmeden ben iniyorum, sabaha kadar açık bir büfeden bir torba bira alıyorum. Dönüşte servis tekrar beni alıyor. Gidene kadar ufak ufak demleniyorum. Bir kutuyu şoföre bırakıp kalanı evde deviriyorum. Bazen de erken çıkıyorum işten, o zaman Beyoğlu’nda yeni yeni açılmaya başlanan barlara kapağı atıyorum. Hele bir de maaş günüyse sabaha karşı eve anca dönebiliyorum. Yine böyle bir gün, ama öncesi önemli. Evimiz kira, yüksek enflasyon yılları, aile tüm birikimini dolara yatırıyor, ev alınacak. Milliyet’in hemen yanında bir dövizci var oradan döviz alıp bozduruyorum fil

O deniz otobüsünde ne oldu?

Yargısız infazlara karşı olduklarını söyleyenler, ne çabuk sustunuz? Neden böyle çabuk sustunuz?  Meşru bir soru bu. “Terörü mü destekliyorsun lan” diye gümbürtü yaratanlara bakınca, meşruiyeti daha da artan bir soru. Verilen yanıtlardaki çelişkilere bakılırsa. Hele hele 1980’lerden sonra benzerlerini yaşadığımız işler hatırlanırsa, son derece meşru.

Çözümsüzlük stratejisi: Kürt, Kürtçe, Kürdistan

Kürt sorununda (ya da Türk sorununda) bize sebebi sonuç diye satmaya çalışıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti iktidarları (bürokrasi, iktidar ve muhalefeti kast ediyorum iktidar derken) Kürt sorununda önemli bir sorunla musdarip. Bir senkronizasyon sorunu bu. Bir türlü sorunun özüyle yüzleşmeme, sorunun özünü görmezden gelme sorunu. Gerçi belki sorun değildir bu, belki böyle olmasını istiyorlar,  ama, neyse… ** 1984 yılında PKK Eruh ve Şemdinli’yi bastığında Türkiye’de Kürt yoktu. Kendisinden Kürt olarak bahsedilen bir iki kişi vardı gerçi, ama onlar bu ismi uğursuzluklarından ötürü kullanma hakkı kazanmış gibiydi: Kürt Ahmet, Kürt İdris gibi silahlı külahlı aleni yeraltı insanları. “Kürt” demişti Kenan Evren geride kalan dört yıl boyunca bulduğu her fırsatta, “Türk ile aynı şeydir. Bakın ismi oluşturan harfler bile aynı, t, ü, r ve k.” 12 Eylül’ün bu büyük hukukçusu aynı zamanda büyük filozof, tarihçi, filolog, antropolog, sosyolog idi.

Sahi, idam cezası kalkmamış mıydı patron?

Güler Zere cezaevinde kansere yakalanmış, tedavisi için çok uzun süre tahliye edilmemiş, ancak yoğun kamuoyu tepkisi nedeniyle, ölümüne kısa bir süre kala salıverilmişti. Suzan Zengin cezaevinde kalp rahatsızlığından şikayet etmiş, uzun süre tedavi için çırpınmış, her başvurusunda, çığlığında idari ve tıbbi görevlilerce savuşturulmuş, cezaevinde can vermişti. Abdullah Demirbaş, hasta. Yurtdışına gidişi (KCK davasından) yargılandığı için engelleniyor. Ruhi Su 12 Eylül döneminde kanser hastasıyken tedavi için yurtdışına gidişi engellendi. Hiç nedensiz pasaport verilmedi. Kaçmak istese kaçardı, ülkesinde ölümünü bekledi.

Misyonerleri kim öldürdü: Milli mutabakat cinayetleri

Resim
İsmail Saymaz muhabir. Hayli zamandır muhbirlerin el üstünde tutulduğu, köşelere kondurulduğu, dolayısıyla köşe olduğu, muhabirlerinse itibar görmek şöyle dursun, işini biraz düzgün yapmaya çalışınca mahkemelerle, cezaevleriyle tehdit edildiği güzide basın dünyamızda gazetecilik mesleğini hakkıyla yapmaya özen gösteren medya emekçilerinden. Üç kitabı var. Üçüncü, yeni çıkanı, "güzel ve yalnız" ülkemizin karanlık, karmaşık katmanlarından birinde bir iz sürüşün ürünü; bir toplu cinayetin tutanağı: "NEFRET-Malatya: Milli Mutabakat Cinayeti."

Anayasamız sivildir abiler!

Hükümetin yapmak istediği anayasanın tamamen yeni, tamamen sivil olması gerektiği söyleniyor. Çünkü Türkiye'nin tamamen yeni, tamamen sivil bir anayasaya ihtiyacı var. Sivil kelimesinin sihrini paranteze alıp, bir daha soralım: Anayasa yapmak ne yapmaktır? Kestirmeden söyleyelim: Egemenliği beyan etmek, kullanmak. Şu anda bir anayasa var. Hükümet bunu korumakla mükellef. Yani hükümet halihazırda bir "koruyucu" egemen güç. Yeni anayasa yapmakla da "kurucu" egemen güç olacak, sadece istemekle bile böyle bir güç olduğunu ilan etmiş oluyor. Demokrasiye aykırı bir durum yok görünürde. İlerisine de, gerisine de.

Kardeş kavgası, barış ve yasa

Kan, gözyaşı ve barut. Ne oluyor? Ne oluyor, kanun-i kadim üzere, ama kardeşliğin değil, iktidarın kanun-i kadimi üzere iş işleniyor. İrili ufaklı, olmuş, olmamış, genç, yaşlı çeşitli iktidarlar, devletler, devletçikler ya da aday-devletçikler kendi çarşılarında kendi ticaretlerini yürütüyor. Savaş çarşısında, kase kase kan alıp kan veriyorlar ağızdan ağıza. Yağmur değil ateş yağıyor, kök değil ateş çıkıyor topraktan. Bildik öykü. Kaç yüzbin yıldır bildik öykü. Bir ihtimal daha var mı? Bir değil ikidir o ihtimal hep: Ya kardeşi öldüreceğiz, bize dünya kalacak. Saltanat. Dünya saltanatı.

Ölen kalan, ölüm kalım

İnsan soyu ne zaman ölümsüzlüğün peşine düştü? Muhtemelen ölüm bilinci oluştuğu zaman, yani, yine muhtemelen ve biraz da Agamben’i izleyerek söylersek, dil oluşmaya koyulduğu zaman. Milyon yıldan fazla demek olabilir bu, bilmiyoruz. Bildiğimiz, bu konuda bize söz söyleyen en eski “kaynaklar”ın, ölümün mekanları olduğu: Dilden ne kadar sonra bilmiyoruz, ama yazıdan çok çok önceki tarihlerden kalma mezarlar, mezarlardaki hediyeler, yiyecek ve giyeceklerden artakalanlar, ölümsüzlük inancının, demek ki arayışının kadim zamanlara gittiğini söyler.

Toplum sözleşmesi mi, neo-Kemalist egemenlik beyanı mı?

Anayasa yapmak, ne yapmaktır sahi? Türkiye'de en yaygın anlayış, "toplum sözleşmesi" yapmaktır der. Sahiden öyle mi? Sahiden, toplum bir sözleşme mi yapar? Ve biz buna anayasa mı deriz?

Öteyerden Kesikler

Işıklar ışıklara karışıyor Yine de karanlık her yer Kalabalıklar kalabalıklara Yine de ıssız ... Uzanmış kaldırıma söylüyor Kirli, kırçıllı sesiyle şarkısını: “ Beyoğlu'nda gezersin Ömrünü ezersin söyle beni niye niye düüüü zersin üüüü zersin...” Şarkı değil hayatı doğaçladığı Yırtık cebinden düşürdüğü babasının

Siyasetin yargısallaşması: Bu savaşı kim istiyor?

Siyaset ve hukuk ilişkisi sık ve karmaşık düğümlerle düğümlenir. Yargı, düğüm alanlarının en önemlilerinden biri. Türkiye'de bu alandaki sorunlar, yargı bağımsızlığı çerçevesinde tartışılagelir. Yargı bağımsız olmalı, siyaset yargıya müdahale etmemeli sözü sevilir. Cevap, cevaplayanın konumuna bağlı, iktidarlar için yargı elbette genellikle bağımsızdır, muhalefet içinse tersi. Yargının siyasileşmesi başlığı altında sürer gider tartışma. Yargı siyasileşmemeli. Evet. Bunun tehlikeli olduğu, işte, adalet duygusunu zedeleyeceği, giderek yok edeceği filan söylenir. Doğru da bu laflar. Fakat bugün, daha büyük, daha tehlikeli bir sorun yok mu? Yargının siyasileşmesi değil de siyasetin yargısallaşması, yargısallaştırılması sorunu. Siyaset yargısallaşırsa ne olur? Yanıt için önce siyasetin ve yargının işleyişi ve imkanlarına bakmalı.

Kürtlerle Türklerin hal tercümanı

Resim
 Sırrı Süreyya Önder, Zeytinburnu Dr. Ziya Gün Parkı'nda.  Birdenbire sinemacı olarak ortaya çıktı. Kimse bilmiyor, tanımıyordu, ama evet, bu gelen sinemacıydı. Birdenbire yazar olarak ortaya çıktı. Kimse bu yönünü bilmiyor, tanımıyordu, ama evet, bu gelen yazardı. En son politikaya soyundu, birdenbire yine. Aslında hiçbirşey birdenbire olmamıştı. Kuşağının birçok dava adamına benzer şekilde meşakkatli bir hayatın ürünüydü her şey; her dönemeci binbir çileyle, emekle aşılmış bir hayatın, yoğun emeklerin ürünüydü Sırrı Süreyya Önder adı. Tasarlanmış bir marka değil, dişle tırnakla elde edilmiş bir değerdi. Beğenmeyeni, beğeneninden çok oldu bu değeri. Oyuncu, senarist ve yönetmen olarak sinemacılığı da, halk dilindeki bilgece söyleyişleri kuramsal kitapların sert aforizmacılığıyla harmanlayarak kurduğu özgün üslubu, şaşırtıcı farklılıktaki bakış açısı ve keskin mizahıyla yazarlığı da böyle bir hayatın verimiydi. Birdenbire politika alanında görünmesi de bu hayatın emri ola

Çürümenin başlangıcı

"Sayın muhbir vatandaş, sen bu yurdun çürümesinin başlangıcıydın ve sonu olacaksın. Senin bol bol işlediğin yerde, hangi toplum olursa olsun, bir düşmanlıklar kargaşası çıkar. Sayın muhbir vatandaş, sen bir ölçüsün. Senin bir toplumda ölçülerden biri olman yıkımdır. Sen oyunların en korkuncusun."

Toplumla savaşan devlet: Mahkum ne, tutuklu ne, tutsak ne?

Resim
Urfa cezaevinde dün gece, 16 Haziran 2012 gecesi olan bitenler için söylenecek yeni bir şey var mı? Cezaevlerinde 12 Eylül'de kurulan "Hayata Dönüş" operasyonuyla tahkim edilen sistemin "sıradan" bir sonucu bu. Her seferinde 12 Eylül'e dönmek, bazılarının sandığı gibi bir "12 Eylül travması" filan değil, içinde yaşadığımız düzen, 12 Eylül'le oluşturulan düzen. Mevcut iktidarın "yargılıyorum ben onu" başlıklı müsameresi, inşaatı sağlamlaştıracak iskeleyi örten bir güzel pano. "Ama onlar adli. Hem kendi aralarında kavga da etmişler" türünden savunmalarla ne aklanacak? Ne gizlenecek? Hiç. Kibirli ve küstah bir hegemonya ve ona teslim olmuş, onun tarafından klonlanmış zombi yurttaşlığın gürültücü, kıt aklına teslim olmayacaksak, hiçbir şey aklanamaz, gizlenemez. Bu biraz eski bir yazı, Eylül 2011'den. Fazla eklenecek bir şey yok. *** Cezaevlerinden ve aralardaki yollardan kötü, çok kötü haberler geliyor. Ne oluyor sor

34. Kurşun

General Mustafa Muğlalı Kışlası Özalp Van

Pir Sultan Abdal

Giyotin yılı 1980

Resim
Miladi takvimin 1980'li yılları 1 Ocak 1980'de saat 00.01'de başlar; 31 Aralık 1989'da saat 00.00'da biter. Türkiye'deyse başka başlangıçlar vardır: 2 Ocak'ta askerlerin sivil yönetime yazdığı söylenen ihtar mektubu daha sonraki bir başlangıcın bir peşrevidir. 24 Ocak'ta alınan ekonomik kararlar, Türkiye'nin o zamana kadar IMF ile yaptığı sözleşmelerin bir tekrarı gibi görünür, ama öyle olmadığı 1980'ler ilerledikçe görülür. Aynı yıl içinde, o güne kadar Türkiye'yle IMF arasında yapılan sözleşmelerin tamamlanmasına izin vermeyen bütün engeller, bir başka başlangıç gününde, 12 Eylül 1980'de bir askeri darbeyle kaldırılacaktır çünkü. 24 Ocak/12 Eylül 1980, takvimde farklı görünse de aslında aynı gündür: Hem büyük bir dönüşüme doğru yelken açılan, hem de arzulanan dönüşümün olası engellerinin kaldırılacağı hamlenin yapıldığı bir kesinti günü.

Yaşam Değirmeni

Dört Sofra

Dostluk sofrası Gelecekten söyler ekmeği suyu Söze yaslanır Sözle yaslanır Giden güne, gelen güne Güneş Masada meşale

Söyleşi Evreni

Düş Eşiğinden

Elek

Şiir Şehrinin Pulbiber Mahallesi/ Didem Madak'ın ardından

Resim
Pulbiber Mahallesi, edebiyat şehrinde yeni bir mahalle; kentsel dönüşümün acımasız çağında görüldüğü yerde üstünden dozerlerle, parayla ve hırsla geçilen şu mahallelerden biri. Kimse yıkamayacak; çünkü ters yönde bir haraketin, yıkıma inatla direnen şiirsel dönüşümün kurduğu bir mahalle. Geçen cumartesi akşamı kaybettiğimiz çok çok kıymetli bir şairimiz tarafından, şiirde kuruldu. Bu şair ve mahalle kısaca anlatılacak bu yazıda.

Sözün Kaynakları

Yaşamın Arkeolojisi ya da Celile Denizi’nde Bir Şafak Vakti

DÜNYANIN RENGİ

Rû be rû

KARADUYGU

BULUŞMA

Söz ve Mesafe

Zihindeki Kar

Ne sabah Bu mavilik Ne akşam Ne günde Bu kar Ne gecede İnce ince Yağıyor Düşüncede

Elişi Dünya

Resim
Elin yüreği Taşı tutar, ağacı Heykeli bırakır, masayı, kaşığı  Çamuru tutar   Çömleği bırakır, harcı, sıvayı Yazıyı tutar Kalemden önce Harften önce sesi, sözü, düşünceyi Eli tutar Sevenden önce, sevilenden önce Elin yüreği... (Cumartesi Şiir, Sayı 49, Nisan 2009)

Kesintisiz Doğum

Günbatımında Şiir

Ev

ACI BİLGİ

Gündökümü

Portreler/Faruk Eren

I güneşin dikeniydi çizen işte tam şuraya gülümsemesinin başladığı yere balmumu kadranına kalbinin o kızıl çemberi yüzündeki akrep yelkovandan hızlı dönüyor günü bitmek bilmiyor bazen böylece bazen gecesi kim bilir kaç gece kayıtsız bir nakkaş gibi çalışır güneşi çizer ve döndürür yeniden ve yeniden o kızıl çemberi sarıp sarmalasın diye bedenini yaklaştığında ona dokunduğunda bilmeden kanamanın sürdüğü yönü ışıkta saklanmışı karanlıkta hazır darbeyi: acının zembereğini boşaltan darbe zihindeki burguyu çalıştıran yine bedende taşınır bedende bitip bedende başlayan II sönüp gitti mi sonunda içinden geçtiği yangın bırakıp dalgın yüzünde alevlerin oyununu?   birlikte doğduydu o güneşle birlikte göz kırpıyor. ağır ağır anlatırken ardında kalan yolu önünde bir yol açılıyor kelimeler düşüyor tozuna bir kaybolan bir beliren defter bir dökülüyor bir toplanıyor kelimeler sessizce d

Niçin Uyanmak?

Gün yüktür, dün yok Gözkapaklarında dikenler Yarından uzanıp batacak, sonrasından Böyle mi gördük?

Boğuntu

Yağmur Gülü

Huzursuzluk

Yaşamın Çekirdeğine Yolculuk

Kırıklar8

46 Çocuk Böğürtlenler arasında Güneş İkindi konağında Benzersiz an Benzerse de Çocuk çocuğa Çalı çalıya Çocuk kalp olur Çalı gövde olunca Çalı yazını sunar Çocuğun yeşermesine Çocuğun baharı Güze hazırlar çalıyı 47 Nereye gider ırmak Sis nereye? Suyun arzusu Suya karışmak Nereye gider ağaç Taş, toprak nereye? Dünyanın arzusu Dünyaya karışmak 48 Sözün güzü: Uzaklaşan yıllar Başkasıydı Sanki yere basan Başlangıçsız bir adım Tekrarlanıyor sonsuzca Senin olamayacak kadar benim Benim olamayacak kadar başkasının Yazının kışı: Yüzeyin eşiğinde Yapışmış gibi oraya İlk hamle dibe İkincisi yüzeye Ya tortuya, ya çerçöpe… 49 İki ölüm var İlk canlının biri, biri son Yaşattı hepimizi ilki İkincisi yaşar hepimizde 50 Yorgunluğuna yaslandı Dağ yolcusu Kertenkelede gördü Kayaların neşesini Arıda çiçeğin “Ben ölmeye geldiydim” Dedi uyumadan önce Gölgenin sevincinde “Hep doğruyor oysa Deniz gibi dağ da.” Yol da değişti O uykuda Yolcu da

Kırıklar7

33 Sana bakma gözü Değil benim gözüm Sende bakma gözü Seninle bakma gözü Seni bakma gözü 34 Tavşan Korkusunu yazar Kara Kurt Açlığını okur Karda Örter Kızıl sayfayı Fırtına Hazır dünya Yeni yazışmaya 35 Nice yaz geçti Nice kış Nice yaşam Dağıldı, toplandı Toplanıp dağıldık biz de Sözlerle, sözcüklerle Ömrün mırıltısı Kardaki harflerde 36 Sürüyor gün Ne başı düşün Ne sonu Çiçeklenip solarken Alnının kayalıklarında dünya 37 Görmüş sayılmaz Kimse yaşamı Görmeden Sonbaharı 38 Yük hafifletir gibi Alıyor toprak Yeterince sevemediklerimizi Bunun için alamıyoruz Yığdığımız kesekten Diktiğimiz taştan Gözlerimizi 39 Kalem İhanette en sadık 40 Dil Bir hece Tek harfi Seslendirir insan Ömrünce 41 Tek günü var İnsanın Akşamla sabahı Sayıp dursa da 42 Boşluğa uzanıyorum Gidenin bıraktığı Uyanır mıyım diye Düşünde 43 Kesindir İki bahar Yazla kış Gelip geçen 44 Esinti ve dalga Kıpırtı ve ısı Yaşam diyelim Ve susalım İzlerken Bizi gereksinmeyen çevrimi 45 Güneş Bi

kırıklar6

28 Damgadır dünya Silinmez Siliniriz böyle, yavaşça Okurken bizi Birbirimize Birbirine yazılı İki dünya 29 Düş Yıldızlardan düşen Görmediniz mi yükseleni düşten? Çimenlerin yıldızı, benim dediğim Çimenlerin gözü, gören... Şarkısı için esintiyi beklemeli Sözü için susmayı Sadece insan umar unutmamayı... 30 Yolda göreceksin Dağda deniz arar biri Başkasıdır Her zaman Yolun beklediği Çoklar kayboldu Bilir Kendi gibi 31 El Döver düşünceyi Bir el, bir düşünce Döv Sen de döv Yolun buralara düşünce Çok el gerek bize Çok düşünce Ölmek için Dilediğimizce 32 Kara bakıyorum Kızılağaçlara inen Sabah unuttuğum düşteyim