Çözümsüzlük stratejisi: Kürt, Kürtçe, Kürdistan

Kürt sorununda (ya da Türk sorununda) bize sebebi sonuç diye satmaya çalışıyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti iktidarları (bürokrasi, iktidar ve muhalefeti kast ediyorum iktidar derken) Kürt sorununda önemli bir sorunla musdarip. Bir senkronizasyon sorunu bu. Bir türlü sorunun özüyle yüzleşmeme, sorunun özünü görmezden gelme sorunu. Gerçi belki sorun değildir bu, belki böyle olmasını istiyorlar,  ama, neyse…
**
1984 yılında PKK Eruh ve Şemdinli’yi bastığında Türkiye’de Kürt yoktu. Kendisinden Kürt olarak bahsedilen bir iki kişi vardı gerçi, ama onlar bu ismi uğursuzluklarından ötürü kullanma hakkı kazanmış gibiydi: Kürt Ahmet, Kürt İdris gibi silahlı külahlı aleni yeraltı insanları. “Kürt” demişti Kenan Evren geride kalan dört yıl boyunca bulduğu her fırsatta, “Türk ile aynı şeydir. Bakın ismi oluşturan harfler bile aynı, t, ü, r ve k.” 12 Eylül’ün bu büyük hukukçusu aynı zamanda büyük filozof, tarihçi, filolog, antropolog, sosyolog idi.


Konuya bu tarihi, felsefi, antropolojik, filolojik ve hukuki seviyeden bakan dönemin üniversite, bürokrasi ve basın ulemaları da paşalarının bu alanlardaki vecizelerini değişik ve daha düzgün cümlelerle (ama kimse onun kadar samimi olamadı. E diğerleri daha çok para kazanıyordu bu yüzden de daha güzel cümleler buluyordu doğal alarak) tekrar edip duruyordu.

**
Malum, büyük Türk-İslam sentezinin en mütehakkim, mağrur yıllarıydı. Bir de ekonomik bir tema icat edilmişti: Yoksulluktan bu canım, yoksa parası olsa niye durup dururken kendine Kürt desin insan? Özellikle Bülent Ecevit çok sevmişti bu ekonomi tezini. Hayli zaman bir tür solculuk adına yürürlükte kaldı bu tez. Şimdi de kimi dillerde hortlayıp duruyor.
Bir de kötü yönetişimsellik (ne boktan laf, ama böyle bir laf icat edilmiş) tezi-söylemi var: Orası sürgün yeriydi ya, kötü memurlar, amirler yollandı hep o taraflara ya, onlar da ahaliye biraz kötü davrandı, e onlar da işte efendim böyle biraz itirazi bir hal içine girdi. Sanki iyi memurlar, amirler, yöneticiler çoktu da, memleketin zengin batısını onlar abad ediyordu da “doğu ve güneydoğu”yu kötüler berbad etmiş idi.

**
İşte hiç Kürt yokken şakiler tarafından sıkılmaya başlanan kurşunlar ve akan kanın eşliğinde 1990’lara geldik. Arada Kürt var olur gibi olmuştu, bazı gazete ve dergiler Kürt’ten söz etmeye yeltenmiş, boyunun ölçüsünü almıştı. İlk defa kapaktan “Kürt” diyen Yeni Gündem (birikim taifesi mi diyelim, Murat Belgelerin ekibi mi diyelim, onların dergisiydi) belasını hemencecik buluvermişti.

**
90’lı yılların başında umut veren alametler var gibiydi. Turgut Özal, “Teyzem Kürt” diyerek ailesinin bir realitesine işaret etmiş, rakibi Süleyman Demirel de elbette geri kalacak değildi, seçime giderken, “Kürt realitesini tanıyorum” deyiverimşti. Turgut Özal, realiteyi tanıyan muhalefete karşı bir hamle daha yaptı, “Kürtler tarlada çalışırken neden Kürtçe şarkı dinleyemesin” diyerek ilk “açılım”ı yaptı. Kaset satışı serbest kalacaktı artık. Zaten inşaatlarda ve düğünlerde söylüyorlardı ya.
Kürtçeye bir miktar basın özgürlüğü de tanınmış gibiydi, dergiler filan çıkacaktı. Olmayan Kürt çabucak var oluvermişti işte ve Kürtçe diye bir şeyin varlığı da, en azından şarkı haliyle de olsa, kabul edilmiş gibiydi. Kürt varsa, di mi efendim, galiba bir de Kürtçe olması lazımdı. 90’lar kaset açılımının hafif ışığıyla başlamış, 93’te bir tür zirve yapan kan, barut, yangın, gözyaşı, sürgün ve binlerce ölümle sürüp gitmişti. Kaset de serbest bırakılmıştı üstelik, "daha ne istiyor" olabilirdi ki BUNLAR?

**
1999’da Öcalan’ın yakalanıp getirilişi ateşkes ve 2002 yazının ünlü Anayasa değişikliği paketiyle noktalanan bir süreç başlattı. O paket 10 yıllık kanlı karanlıkla örtülen bir keşfin, Kürt varsa Kürtçe de olmalı keşfinin çok gecikmiş bir sonucuydu. Kürtçe basın yayının yolu açılmış gibiydi, bir de kurs ihsanı vardı ekstradan.  AK Parti iktidarı o paketin gereğini ancak 2006’dan sonra yerine getirmeye başladı, ağırdan alarak o da. İş dönüp dolaşıp TRT Şeş’e bağlandı. Elbette bir tür seçim yatırımı olarak.
2010'lara doğru "Kürt varsa, Kürtçe de var…" keşfinin devamını getireceği umudu yaratan bir “açılım” daha başlattı AK Parti. Önce cesur Kürt Açılımı adı kullanıldı hem de. "Kürt" ve "Açılım"ı birlikte kullanmak fazla cesur! olduğu için, isim hemen değiştirildi. İsim değişince cisim biraz daha muğlaklaştı, sonra netleşti her şey, ama tersinden. Kürt varsa, Kürtçe varsa, Kürt ve Kürtçe var olmak, kendisini yeniden üretmek hakkına sahipse, bu Kürtçeye sadece kurs yetmeyeceği realitesini tanımadı AK Parti. Başbakan sadece meydanlarda Devlet Bahçeli’yi Abdullah Öcalan’ı asmamakla suçlayıp ateş körüklemekle yetinmiyor, “tek ülke, tek dil, tek bayrak” diyerek Kürt realitesinin Kürtçe realitesinin tamamını kapsayamayacağını ilan edip duruyordu. Sanki AK Parti ve kendisine kadar gelen bütün iktidarlara bir siyaset hekimi, “hakları dilim dilim ikram et, hepsi birden hazımsızlık yapar” tavsiyesi yapmış gibi. Tabii ki “daha ne isteniyor” kalıbı bu dönemde de yeniden tedavüle girdi. “Canım TRT Şeş bile var, daha ne istiyor BUNLAR?”
**
Kürt sorunu, Evren dönemi yani 12 Eylül faşizmi itibarıyla Kürt yokluğunu iddia etme sorunuydu. ”Kürt realitesi” tanındığında sorun tanınmayı çoktan geçmiş, Kürtçenin kaderine odaklanmıştı. Bu gecikmişlik, AK Partinin son beş yılında bir daha katmerlenmiş oldu. Açılım, Kürtçeye yeniden üretilme şartları vermeye yanaşılacağına dair hiçbir alamet içermedi hiçbir zaman.
Bugünlerdeyse durum daha da ilerde, şu merkezde: Kürt varsa Kürtçe olmalı, Kürt ve Kürtçe varsa bir yerlerde bir Kürdistan olmalı. “Kürt yok” demekle Kürtler yok olamadı. Bu büyü Kürtçe için de tutmadı, Kürdistan için de tutmaz. AK Parti ve AK Particilerin görmek istemediği bu.

**
Şimdi tutar mı? Tutsa da tutmasa da, 12 Eylül sonrası icat edilen ve 1990’larda en kanlı çağı bu ülkede yaşayanlara yaşatan stratejiye AK Parti de sarıldı dört elle neticede. Yarayı derinleştiren, genişleten, kanatan bir strateji bu “Bir dilim hak, biraz tekdir. Biraz bekle, çözüm çıkmazsa bir araba kötek. Hâlâ mı taş atıyorlar? Al baştan, bir dilim hak...”

**
Çözümsüzlük stratejisidir bu. Kürt varlığını, Türk varlığına armağan olarak gören İttihatçı-Kemalist akıl hattının stratejisi. Bir türlü, bütün boyutları ve bütün sonuçlarıyla hakkın iadesini düşünmeye yanaşmayan aklın stratejisi. Bugün bunu “sonuç” olarak satmaya çalışıyorlar.
Pir Sultan şöyle demişti: Gör ki neler gelir sağ olan başa!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni