Dersim'i yaratan akıl hâlâ canlı


Bir Dersimli jenosidi yargıya götürse ne olur?
Yargıdan, “Dersim’de devlet hiç yanlış yapmadı.
Masumlara zarar vermedi” diyen kararlar çıkıyor.
Bir mahkeme de çocuğa verilmek istenen
‘Dersim’ adını reddederken
vahim cümleler kurdu.


Dersim tartışmasında ezberler bırakılmadan yol alınamaz. Sadece geçmişte ne olduğunu anlamak için değil, geleceğe dair kuşkulardan kurtulmak için de Dersim’i yaratan aklı tanımlamak gerek. Tanımlamalı ve devletten, devletin ideolojik aygıtlarından ve toplumdan silmeyi başarmalıyız.
**
Dersim’i yaratan akıl basittir:  Bir devlet topluma yeni bir düzen, şekil vermek istediğinde, bu düzene, şekle uymayan kişi ve toplumlara zor (çıplak şiddet dahil çeşitli yaptırımlar) uygular. Devlet zoruyla topluma şekil verilmesi sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin işi de değil, keşfin tarihi devletin tarihiyle bir. Harekete geçtiği yerlerin çoğunda da cinayetler, katliamlar, kırımlar, soykırımlar görürüz.
**
Bu akıl başından beri Dersim için şöyle bir haklılaştırma üretti:
“Çağ dışıydılar, biz çağdaşlaştırmak istiyorduk. Direndiler.”
Hangi devlet, “ben çağ dışına çıkmak istiyorum” demiş? Selefiler bile “çağ dışına” değil, “ideal çağ”a vurgu yapar. Yeni düzene uymayan herkes “çağ dışı” oluverir. Bu söylemde “çağdaş”, “Türk ve (inançlı olmasa da Diyanet’i seven) Sünni” demektir öncelikle; eğitim vs. sonraki işler… Dersim de, harekâtı yapanların ağzından yazalım, “Zaza, Kürt ve hatta hususi arkaik bir ırktan, Alevi hem de dağa taşa tapan cinsten”di. Direndikleri şey asimile edilmekti.
“Silahlıydılar, silah sadece devlette olur. Şekavet vardı, isyan vardı. Devlet de tedbirini aldı, bastırdı.”
Nüfusu o zaman 90 bini aşan Dersim’de, “isyan” bastırıldıktan sonra bulunan ateşli silah sayısı 7 binin altında. Öldürülen kişi sayısı resmi verilerde bile 15 bine yakın. Yani “öldürülen iki isyancıdan biri” silahsız. Öyle isyan mı olurmuş? Yakın tanıklıklar 40 binin üzerinde can kaybını haber verir. Necip Fazıl mesela “50 bin mazlum ve masum”dan söz eder. Direniş var elbette, direnenler var. Yaşam biçimleri ve coğrafi yaşam alanları ağır bir saldırıya uğrayanlar direnince değil, direnmeyince tuhaflık aramak gerekir. Bu söylem, “şekavet” ve “isyan”ı birlikte, ortaya karışık kullanır 1930’lardan itibaren. Sonradan şekavet unutuldu; çünkü “şakilerle mücadele ettik” argümanı, insanlık suçu işlemeye pek müsait değil, jenoside hiç değil! Belirtmeli, “şekavet” yani eşkıyalık o zamanlar sadece Dersim değil, neredeyse her yerde az görülen bir şey değil.
**
Bu akıl hâlâ yaşıyor.
CHP’nin klasik kafasına sahip yöneticileri Dersim felaketini, terteleyi yaratan aklı tekrar edip duruyor; tepkilere aldırmadan.
Fakat tehlike sadece CHP’de değil. Türkiye “Dersim’in kayıp kızlarıyla” henüz yüzleşmişken, “taş atan çocukları ailelerinden almak”tan bahseden valiler atılmadı mı öne?
“Cemevleri ibadethane değildir” diyenler, sadece Diyanet yetkilileri değil, hükümette ve iktidar partisinde de bu cümleyi tekrar etme şampiyonları var.
**
YARGININ KAYDETTİĞİ “TARİHİ BİR GERÇEKLİK”
Dersim’i yaratan akıl sadece partilerde, idari kademelerde değil, yargıda da canlı. İki örnek var. Birincisi, Dersim’de insanlığa karşı suç işlendiğini, sorumlularının yargılanmasını ve tazminat ödenmesini talep eden başvurular oldu yargıya son birkaç yıl içinde. Hepsi rededdildi. Savcılar takipsizlik kararı verdi, itirazlar kabul görmedi, kararlar onaylandı.
Takipsizlik ve itirazların reddi kararlarındaki gerekçeler, cümle farklarıyla aynı:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin, milli egemenlik hakkının kulanılması çerçevesinde bu silahlı isyancıların milli egemenliği parçalamaya varan eylemlerini lüzumu hasıl olduğu takdirde silah da kullanmak kaydıyla etkisiz hale getirdiği, bunun isyancılarla sınırlı kaldığı tarihi gerçekliktir. Devletin isyana dahil olmayan hiçbir masum vatandaşına karşı müdahalesi olmadığı tarihi gerçeklik olarak kaydedilmelidir.”
(Radikal, ‘Dersim 38’ için ilk karar: Zamanaşımı. Radikal, 14.03.2011, İsmail Saymaz’ın haberi, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1042865&Date=08.12.2011&CategoryID=77 )
Hakimler, savcılar muhtemelen kendileri doğmadan önce olmuş olaylar hakkında hüküm verirken ne bir bilirkişi tayini söz konusu, ne de başka türden bir araştırma. İnsanlığa karşı suçlarda zamanaşımı işlemeyeceği artık ceza hukukumuzda var, ama hiçbir araştırma yapılmadan yukarıdaki cümleler kuruluyor, “işlendiği öne sürülen cinayetler açısından da zamanaşımı dolmuştur” denilerek nokta konuluyor. Hoş, “Konuyu onlara soralım” denilen tarihçilere sorulsa, yargının kurduğundan daha vahim cümleler kuracakları kesin. Tarihçi sözüdür çünkü: “Çoğu maalesef Ermeni.”

**
TDK DERSİM’DEN ESKİ Mİ?
İkinci örnek ceza değil, medeni hukuk alanından. Bir Dersimli aile, doğarken Dersim adını taktıkları, ancak nüfusa başka bir isim yazdırdıkları çocuklarının adının resmen Dersim olması için dava açar. (Nüfus müdürlüğü “Olur” demiştir, hakkını yememeli.)
Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 27.07. 2011 tarihli kararından:
"Talep edilen Dersim isminin Türk Dil Kurumu nezdinde karşılığı bulunmamasına karşın, ülkemizdeki bir kısım vatandaşlar tarafından T.C. idari-siyasi haritasında Tunceli yöresinde bulunan bir bölgenin Dersim olarak ifade edildiğinin bilindiği; yabancı ırk ve millet isimlerinin yanı sıra, bir aşirete veya kabileye ilişik anlatan isimlerin kullanılamayacağı ölçütünün kamu düzenine ilişkin ve mahkemece kendiliğinden gözetilmesi zorunlu hususlardan olduğu; emredici hukuk kurallarına aykırı olarak oluşturulan fiili duruma dayanılmasının haklı neden kapsamında ileri sürülemeyeceği ve değerlendirilemeyeceği gözetilerek davanın reddine karar verilmesi bakımından takdir ve hukuki kanı oluşmuştur.” (Vurgulamalar bana ait.)
En az iki tuhaflık var:
İlki, artık Kürtçe isimlerin kullanılmasına yönelik bir yasak kalmamışken, Türk Dil Kurumu’na atıf yapılıyor; atıf da tuhaf, “nezdinde” deniliyor, öyle bir sözlük mü var? TDK’nın nezdi, bir ulu makam mıdır? Dersim’den eski midir? Neyse…
İkincisi çok daha önemli: a) “yabancı ırk ve millet isimleri”nden bahsedilerek, neden TDK’ya başvurulduğu da izah edilmiş oluyor; ve b) “bir aşirete veya kabileye” ilişkin isimlerin verilemeyeceği de belirtiliyor. Burada Dersim adının “yabancı ırk ve millet”e ait sayıldığı için mi yoksa “bir aşiret veya kabileye” ait sayıldığı için mi reddedildiği net değil; muhtemelen ikisi birden! Kararın önemi, harekattan önceki “Dersimliler hususi bir ırktır” nutkuyla aynı ufku paylaşmasında.
**
Olağanüstü hukuktan vaz geçmemişsek, ayrımcılık, ötekileştirme, dışlama, şeytanlaştırma, kriminalize etme söylem ve prosedürleri yürürlükteyse, ezcümle, kurumlar arınmamışsa geçmişte olan gelecekte de olur demektir. Sadece devlet kurumları da değil mesele, akademi ve basın da dahil. Toplum da dahil.
Başbakan’ın özrü bir anlam ifade edecekse bu aklın tasfiyesinden sonra edebilir.


(Radikal İnternet, 16 Aralık 2011)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni