Newroz ile Nevruz, demokrasi yolu ile tiranlık yolu
“İstanbul tahrikçilere fırsat vermedi, olaylara sadece
2 bin kişi katıldı” açıklaması doğru bir açıklamaysa, Newroz’u aynı gün
yüzbinlerle kutlayan Diyarbakır’a ne diyeceksiniz? Bu çelişki, “Meseleyi
Türkleri ikna, Kürtleri tatmin yoluyla çözeceğiz” lafını boşa düşürmüyor mu?
“Türklere”, “Diyarbakır tahrikçidir” demiş olmadınız mı peşin peşin?
Benzer yazılar için:
Bir video karesi: İstanbul’da 18 Mart’ta çekilmiş, 20-30 kişi toplanmış, yerdeki
iki kişiyi tekmeliyor. Arada yapmayın, etmeyin sesleri geliyor, ama cılız.
Kimileri de cep telefonlarını açmış, video kaydı yapıyor ya da fotoğraf
çekiyor. Yerdekiler devletin, "Nevruz , Nevruz günü kutlanır” fermanını
kabul etmeyen, “Newroz bizim birlikte kutlamaya karar verdiğimiz gün kutlanır”
diyenler. Tekmeleyen “halk”ın gözünde (En son Kütahya Emet’te devletten
öğrendik bunu, birilerine saldıranlar “halk” oluyor, saldırılanları devlet
sevmiyor ve korumuyorsa. Tıpkı 1993
Sivas’taki gibi) yerdekiler “bozguncu, bölücü, kışkırtıcı” apaçık ki.
Nereden biliyorlar bunu? E devlet açıkladı: Nevruz’u Nevruz
günü kutlamayanlar, bozguncu, yıkıcı, bölücü, kışkırtıcı, ideolojik amaçlar
peşindeki kişiler… O zaman? O zaman vurun yerdekine! Devlet yetkilileri,
ağızlarıyla yaydıkları zehirli kavramların sokakta nasıl bir şiddete yol
açacağını görmüyor olabilirler mi? Çok iyi görüyorlardır, ne yazık ki. Ne yazık
ki her şeyin devlet merkezine bağlandığı, “hak”ların ihsanla eş anlamlı geldiği
yönetim anlayışı, sağladığı yönetsel üstünlükler nedeniyle devletin
vazgeçilmezi.
Yerdekilere vuranlar, Sivas duruşmasından sonra, duruşmayı
izleyip karardan memnun olmayanlara gaz ve copla girişen polisle aynı ruhu
paylaşıyor. Devlet yönetiminin hem kamu görevlilerine hem de yurttaşlara özenle
aşıladığı “merkezin dediği olur”cu ruh. İkinci aktardığım saldırıda gaz ve copa
doyurulanların, “ideolojik gruplar” olduğunu bizzat yürütmenin en yetkili
kişisi söyledi. “İdeolojik” davranışları yasaklayan akıl, nasıl bir ideolojinin
ürünüdür acaba? Demokrasilerde çok makbul sayılanlardan olduğunu kim
söyleyebilir?
‘İDEOLOJİK, TAHRİKÇİ, BÖLCÜC’
İçişleri Bakanlığı ve Valiler, “Bayram bayram günü kutlanır.
21 Mart, 21 Mart’tan önce kutlanamaz” görüşünü savunurken de aynı söz
dağarcığından seçmelere başvurdu: İdeolojik, bölücü, yıkıcı, tahrikçi, kötü
niyetli…
Diyelim, 21 Mart’ı 21 Mart’ta kutlama arzusu saçma, kötü
niyetli, ideolojik, ne değişir? İfadeyi beyan özgürlüğü de, gösteri ve yürüyüş
düzenleme özgürlüğü de, politik ya da kültürel toplantı yapma özgürlüğü de
“saçmalama” özgürlüğünü içerir, içermek zorundadır. Sadece “doğru ifadeyi beyan
özgürlüğünü koruyoruz biz” derseniz, sadece “doğru gösteri”, sadece “doğru
yürüyüş”, sadece “doğru toplantı” özgürlüğü gibi saçma kalıplara ulaşırsınız.
“Demokratik devlet” birilerinin elinde doğrunun terazisiyle her talebi tartıp
karar verdiği bir dükkân mıdır? Hükümete göre öyle, anlaşılan.
Yöneticilerin Newroz demogojisi, “İstanbul’da halk kötü
niyetli kişilere uymamıştır” açıklamasıyla devam etti. E Diyarbakır? Sırf bu
açıklamayla bile bütün Diyarbakır’ı, nüfusu kadar insanla bayramını kutlayan
Diyarbakır’ı o kötü sıfatlarla yaftalamış olmadınız mı? Dün yine bir yetkilinin
söylediği, “bu meselenin çözülmesi için Türklerin ikna edilmesi ve Kürtlerin
tatmin edilmesi” gereği, böyle mi yerine gelecek? “Nevruz’u Nevruz gününden
önce kutlamak isteyenler kötü niyetlidir, bölücü örgütün talebidir bu” dedikten
sonra, yüzbinlerce kişiyle kutlama yapan ilin halkı için Türkleri nasıl ikna
edeceksiniz? “Türklere” peşin peşin Diyarbakır’ı hedef göstermiş olmadınız mı?
İstanbul’da, kıstırdığı iki kişiyi öldüresiye dövenler, bu mesajı doğru
alanlardı ne yazık ki!
Evet, denildiği gibi “ideolojik söylemler” bunlar; eski
Yunan’dan beri bilinen şeyler: Demagoji, tiranlığa giden yolun söylemsel
görünümüdür, demokrasinin değil.
İKİ HUKUK, İKİ ADALET
Türkiye, olağanüstü koşullarda kurulmuş bir cumhuriyet
olarak, olağanüstü hal hukukunu ta baştan benimsedi. “Olağan hukuk”a geçiş,
devlete karşı ya da devlete rağmen hukuk davasında olanların güç sınırını aştı.
AK Parti, antidemokratik koşulların yarattığı toplumsal ilişki, düşünce ve
duyguların yarattığı dalgalarla gelip iktidara oturdu. Cumhuriyet
hükümetlerinin tamamı nasıl başlangıçtaki olağanüstü hal hukukunun kendilerine
verdiği imkânlardan vazgeçmeye hiç gönüllü olmadıysa, AK Parti de varlığını
sağlayan anti demokratik ortamın imkânlarından vaz geçmeye gönüllü olmayacak,
anlaşılan. ABD’de Baba-Oğul Bush’ların, Almanya’da Merkel’in, Fransa’da
Sarkozy’nin kullanmak istediği imkânları, yani toplumsal mücadelelerle
geriletilmemiş yönetsel enstrümanları neden çöpe atsın ki? AK Parti’nin 10
yıldır aldığı uluslararası desteğin altında yatan şey de zaten neoliberalizmin
gerektirdiği otoriteryen bakış ve imkânları hazır bulması değil mi?
Daima iki adalet var: Devletin bir teşkilatının adı olarak
adalet ve toplumsal bir talep, bir hedef olarak adalet. İlk hep hazırdır,
devletlerin uzun tarihi içinde türlü çeşit hale bürünerek, zorun da yardımıyla
hazır durur. Fermandır. Burada daima devletin dediği olur. İkincisi hep bir
mücadelenin adıdır, toplumların her zaman, her yerde peşine düştüğü, talep
ettiği, ucu açık bir mücadelenin. “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir” diyen şair,
adaletten kaçmıyor, coğrafyayı adaletin mekânı olarak işaretliyordu.
Bugünkü dilde konuşan bir şairle bitirelim:
“Ferman tarihinse
Göğe doğru uzanan bu beden de bizimdir icabında.”
(Didem Madak,
Pulbiber Mahallesi)
(20 Mart 2012, Radikal İnternet)
Benzer yazılar için:
Yorumlar
Yorum Gönder