Kenan Paşa'nın savunması iddianame oldu
12 Eylül iddianamesi, darbecilerin koruduğu çıkarlara,
kurduğu kurumlara ve oluşturduğu hukuka yaslanarak onları yargılamaya
çalışıyor. Bu imkansız. Dava “insanlığa karşı suç”tan açılmalıydı. Çok daha
fazla sanık olmalıydı. “Karanlık dosyalar”ın ve arşivlerin açılması
istenmeliydi. Kenan Evren’e, “Kendi aleyhine bir iddianame yazmaya mecbursun”
denilseydi, ancak bu kadarını yazabilirdi…
12 Eylül iddianamesi çıkmadan şu soruları sormuştuk: Darbenin nedenini, koruduğu çıkarları ve ürettiği kurumları
paylaşanlar, koruyanlar, onu yargılayabilirler mi? Darbe 12 Ocak kararlarını
koruma amaçlıydı, o kararlar da
yargılanacak mı? Darbenin ekonomi sorumlusu atadığı Turgut Özal ve savunduğu
değerler bugün hükümet tarafından paylaşılıyor, bu ortaklık nasıl açıklanacak?
Darbenin anayasasının şemsiyesi altındayken, anayasa kaldırılmamışken, o
anayasanın kurduğu yargı sistemiyle o darbe nasıl yargılanacak? Darbenin
kurduğu bütün kurumlar (YÖK örneği yeterli) sahiplenilmişken ne sorulacak Kenan
Evren’e? Sol ve sosyalist kitap, kişi ve örgütlerin tamamını toplumun kılcal
damarlarından söküp atmış Kenan Evren, İdris Naim Şahin’in arkaik komünizmiyle
gurur duyardı, neden daha çok temizlik yapmadığı mı sorulacak? Kürt sorununun
savaş haline dönüşmesinin ana müsebbibiydi 12 Eylül’ün yasak ve zulümleri, o
da, “Tek dil, tek ülke, tek bayrak” diyordu. Bugün de aynı fikir paylaşılıyor,
bugün aynı şeyi söyleyenler ve aynı politikaları uygulayanlar da yargılanacak
mı?
Özetle, Kenan Evren, “Teröristtiler, vurduk” diyecek, daha
dün Uludere’de, “Terörist sandık, vurduk” diyenleri kendine şahit göstermeyecek
mi?
İDDANAMEDE NE NEDİR?
İddianame, bu soruların haklı ve karşılıksız olduğunu
gösterdi. Adım adım gidelim:
“Şüpheliler” olarak
Tahsin Şahinkaya ve Kenan Evren var. Peki, dönemin sıkıyönetim komutanları,
valiler, ceza ve tutukevleri yöneticileri, bakanlar ve mesela önemli bir figür
olarak Başbakan Bülent Ulusu. Neredeler? Dönemin işadamlarını saymıyorum bile…
İddianamede sevk maddesi olarak 765 Sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 146, 80, 31 ve 33. Maddeleri gösteriliyor. Neyi yargılıyoruz biz? 12
Eylül sadece demokrasinin askıya alınıp seçimlerin yasaklanması değildir;
insanlığa, topluma, siyasetçilere ve özellikle de Türk ve Kürt sosyalistlerine
karşı suçtur. Eski TCK’ya hakim olan suçlama mantığı, ceza maddelerinin
düzenlenişi ve yargılama kuralları bu davanın tamamlanmasına yetmez. Örneğin,
eski TCK’da zamanaşımını kesecek hangi argümanı üretirseniz üretin, mutlak
zamanaşımı engeliyle karşılaşırsınız. Çare yeni TCK’da mevcut. Yeni TCK’nın “insanlığa
karşı suçlar”ı düzenleyen 77. Maddesine başvurularak 12 Eylül yargılaması
sağlıklı biçimde tamamlanabilir. Yeni TCK madde 77, insanlığa karşı suçlarda
zamanaşımı işlemeyeceğini hükme bağlıyor. Maddedeki suç tanımları da 12 Eylül
döneminin fiillerinin neredeyse tamamıyla örtüşüyor.
“Suç tarihi” olarak, 02/01/1980-12/09/1980-06/12/1983) arası
zikrediliyor. İlk tarih, uyarı mektubu tarihi, son tarih ilk serbest genel
seçimin tarihi. Bu ironik: Seçimler, 12 Eylül’ün yaptığı anayasa şemsiyesi
altında yapıldı; anayasa suç muydu, değil miydi? Aslında, 12 Eylül’ün gerçekten
yargılanması için 12 Eylül anayasasının yok edilmiş olması gerekir. Aksi halde
durum, “kendi kuyruğundan kendisini yutmaya başlayan balık” meseline dönüşür.
DELİLLER
Deliller bölümünde hayal kırıklığı yaratan şu: Darbeci
paşalar, TSK’yı yönetiyorlardı. Genelkurmay arşivlerinde o döneme ait çok
sayıda bilgi ve belge bulunuyor olması gerekir. Peki, dönemin örneğin hiç
değilse iddianamede belirtilen suç tarihleri arasındaki Genelkurmay evrakı
neden toplanmadı? Son dört yıldır kozmik odalardan tarlalara kadar her yeri
basıp arayan yargı, neden burada bu basit delil imkanını değerlendirmemiş? Yoksa
o arşivlerde görülmemesi gereken şeyler mi var?
Darbenin devirdiği, seçilmiş hükümetin başbakanı Süleyman
Demirel’in anı, görüş ya da ifadesinin esamesi yok ki, diğer politikacıları
soralım.
STANDART 12 EYLÜL
KRONOLJİSİ
İddianamenin II. Bölümü, darbe öncesi önemli olayları ele
alıyor.
Girişte, öğretmenlerin (solcular TÖB-DER. sağcıların
ÜLKÜ-BİR olarak) ve polislerin (solcuların POL-DER, sağcıların POL-BİR olarak),
karşıt görüşlü gruplara ayrıldığı, diğer meslek gruplarının da aynı durumda
bulunduklarından dem vurulduktan sonra, ekonomik kriz ortamının etkilerine
geçiliyor ardından kurgu tamamlanıyor: Büyük olaylarda herkesin gördüğü failler
bir türlü yakalanamıyor, bazı olaylarda bizzat güvenlik güçleri kullanılıyor,
bunların ülke yönetiminin askerlerin eline geçmesini isteyenler tarafından
yapıldığına hükmediliyor ve şöyle bağlanıyor: “şüphelilerin denetiminde bulunan
askeri yönetiminse, ülkenin kaosa sürüklenerek darbe şartlarının oluşmasını
bekledikleri sonucuna varılmaktadır.”
Ardından vakalar sıralanıyor: 1 Mayıs 1977, postayla
gönderilen bombalar, 16 Mart katliamı, 1978 Sivas olayları, Kahramanmaraş
olayları, Abdi İpekçi’nin öldürülmesi, Çorum olayları, Fatsa Operasyonu,
Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, Erbakan’ın (MSP’nin Konya mitingi)…
BİR “SAĞ TEORİ”NİN İDDİANAME HALİ
Artık bir tür “resmi tarihin 12 Eylül kronolojisi” haline
gelmiş bu değerlendirmede sorun şu:
Maraş gibi önemli bir olayda, daha iki hafta önce bir
gazetede (Radikal) çıkan bir yazı dizisi delil; zamanında yapılan Maraş
yargılamasının dosyası değil. Ökkeş Kenger (Şendiller) ve dönemin MHP’lileri
bir tür tanık olarak yer alıyor; haliyle onların çoğunluğu suçlamalardan
kurtulmak için anlattıkları şeyler, “Maraş teorisi” olarak iddianamede yer
almış oluyor. Fatsa ise “kötü sol kabus” olarak güzelce tasvir edildikten
sonra, askerin oraya müdahalesi, “Siyasilere mektup verebilen, henüz
sıkıyönetim bile ilan edilmeden Fatsa’da hemen işi bitiren güç, Maraş’a niye
etmedi” sorusuyla bağlanarak kuvvetli bir delil bulunmuş oluyor. Fakat
iddianameden hangi dönem hangi hükümetin bulunduğunu, müdahale için siyasi
talimatlar verilmiş olup olmadığını anlamak mümkün değil. Mevcut anlatımla
söylenecek tek şey var: Kenan Evren da aynı şeyleri anlatacak, “İşte o yüzden
yaptık” diyecektir, nitekim 12 Eylül sonrası gece gündüz burada anlatılanları
anlattı Kenan Evren. Bu yüzeysel incelemeyle iddianamenin bu bölümünün, “12
Eylül’ün oluşumuna dair sağ teoriyi”, yani darbenin yapılış öyküsünü, darbeye
karşı iddianameye çevirmiş olmaktan başka bir şey yapmış olmuyor.
KENAN PAŞA DA
DENGECİYDİ
İddianamenin VI. Bölümünün “1.Askeri Darbe Yönetimince Gözaltında
ve Cezaevlerinde İşkencelere Dair İşkence Mağdurlarının Beyanları” başlıklı
kısmı okununca, en çok ve ağır işkenceleri MHP’lilerin gördüğünü, solcuların da
arada kaynadığını düşünebilir insan. Hatta “işkenceci solcular”dan bile
bahsediliyor! Olay anlatımında olduğu gibi işkence anlatımında da “sağ teori”
desteklenerek, 12 Eylül’ün “siyasi soykırım”ı, yani (Türk ve Kürt)
sosyalistleri toplumun kılcal damarlarından sökme işlemi es geçilmiş oluyor.
Bunun hukuki değil, politik bir seçim olduğu açık. Kenan Evren de aynı
dengecilikle bakardı olaylara…
ÇARPICI İŞKENCELER
İddianamenin en çarpıcı bölümü, işkence tanım ve tasvirleri.
Bu bölüm darbe rejiminin faşist karakterini anlamaya yeterli. Fakat, burası
okununca, neden “insanlığa karşı suç” kavramından yola çıkılarak modern ceza
hukukuna daha uygun bir iddianame hazırlanmadığı sorusu cevapsız kalır.
Ve son ama çok önemli bir not: Darbeciler, Kürt sorununu
savaşa çevirdi, ama iddianamede “Kürt” lafı bile geçmiyor!
NOT: Bu yazı, 6 Ocak ve 11 Ocak’ta Radikal İnternet’te çıkan
iki yazısının özetidir.
O iki yazı için:
ve
12 Eylül sonrasına dair kısa bir kronolojik bakış için:
Yorumlar
Yorum Gönder