Kapitalizmi savcılık mı kurtaracak?
İstanbul KCK iddianamesi,
kapitalizmin eleştirisine kızan, evrimden, kadın haklarından bahsedilmesinden
rahatsız olan, özetle bir iddia makamından çok bir politikacının elinden çıkmış
gibi.
Yargı sahnesi bir tiyatro
sahnesidir. Yargı düzenlemesi tiyatraldır. Yargının üç unsuru, iddia, savunma
ve karar makamları bu tiyatronun asli oyuncularıdır. Oyunları belli normlara,
yargılama usulünü de belirleyen normlara tabiidir. Mekanizmayı harekete geçiren
iddia makamı, daima bir fiille ilgilidir. (“Beyan”ların, düşüncelerin,
görüşlerin suç olması, çok özel bir istisna teşkil eder. “Düşünce”nin
yargılanması, modern eğilimde, “açık ve yakın tehlike” gibi koşulların da
yardımıyla en aza indirilmeye çalışılır.) Bu fiil kanunlarca suç olarak
tanımlanmış bir fiildir. Elbette bu fiilin bir faili vardır. Fiili, faili ve
ikisi arasındaki bağı kuracak bir öykü anlatır bize iddia makamı. Savunma da
iddia makamının anlattığı öykünün, öykünün içindeki fiil, faiil ve ikisinin
bağı meselesinin doğru olmadığını, ya da o kadar doğru olmadığını ya da doğru
olsa bile suç olmadığını anlatmaya koyulur. Güçlerinin denk olması icap eder.
Süreç kararla kapanır.
İDDİA ve POLİTİKA
Türkiye’deki
yargı tiyatrosunda özel bir tuhaflık var: İddia makamları, fiil-fail ve aradaki
bağ meselesi üstünde gerekli ciddiyetle dursalar da durmasalar da bir ek hamle
daha yaparlar. Yargılama konusu yaptıkları fiil, örgütlenme ya da
“düşünce”lerle polemiğe girerler. Örneğin 12 Mart döneminin savcıları,
duruşmalarda “Kürtçe diye bir dil olmadığını” kanıtlamak için uzun uzun ter
dökmüşlerdi. Bir savcı, “Kürtçenin 30 orijinal kelimeden oluşan bir lügate
sahip olduğunu, kalan kelimelerin Arapça, Farsça vb. dillerden geldiğini sıkı
bir dilbilimci edasıyla anlatmış, sözlerini kayda geçirmişti.
İddia
makamının, yargıladığı kişilerin görüş, düşünce ya da inançlarıyla tartışması,
doğal olarak iddianameleri politik, ideolojik manifestolar haline bürür.
Elbette yargılama siyasidir, hukuk siyasidir, fakat bu yargı unsurlarının
siyasetçi gibi davranacakları anlamına gelmez. Oysa, örneğin önceki gün
başlayan 12 Eylül davasının iddianamesi de, Ergenekon davalarının bazılarının
iddianameleri de, bu yazının ilgilendiği İstanbul’daki KCK dosyasının
iddianamesi de bu türden “siyasetçi” cümlelerle örülmüş bir çatıya sahip. Bu
eğilim, fiil-fail bağını kurmaya yarayacak delil listesinin neredeyse sonsuz
elemanlı bir küme haline bürünmesine yol açar.
Örneğin:
“…isimli
şahsın Kapitalist Modernite dersini
verdiğini, bu dersin Ortaçağ’da Kapitalist siteme geçiş aşamaları,
Kapitalizmin hangi ihtiyaçlar doğrultusunda ortaya çıktığı şeklinde konular
içerdiğini,
Bu dersin içeriği itibariyle;
PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün
Kapitalizmi karalayarak tabanına Sosyalist ideolojiyi benimsetmek ve dayatmak
amacıyla verilen ders olduğunu, Bu
dersi toplam 2 gün gördüklerini,” (vurgular orijinal)
Kapitalizm
aleyhine ya da lehine görüşlerin bir iddianamede ne işi olabilir? Kapitalizme
yönelik sözlerin “karalama” mı yoksa “övgü” mü olduğuna dair savcı kanaatinin,
yargılamanın selameti açısından anlamı nedir?
FELSEFE,
EVRİM, DEVRİM
Bir
örnek daha, bir liste:
“Demokratik
Siyaset Akademilerinde Okutulan Dersler” başlığı altında, sıralama: Kürdistan
Tarihi, PKK Tarihi, Önderlik ideolojisi, Apocu Felsefe, Uygarlık Tarihi, Ortadoğu
Tarihi, Tecavüz Kültürü, Kadın Kurtuluş İdeolojisi, Toplumsal Cinsiyetçilik, Örgüt
Disiplini, Demokratik Konfederalizm, Demokratik Özerklik, Toplumsal Ekoloji, Propaganda
ve Ajitasyon, Felsefe, İletişim ve siyasal iletişim…”
Bu
liste elbette PKK/KCK kamplarında verilen ders başlıklarıyla eşleştirilerek
kullanılıyor. Çok benziyor! İçinde “Kürt, Öcalan, önderlik, PKK” geçen
başlıklar etrafındaki akademik faaliyetlerin ne türden bir suç oluşturduğunu
sormayalım haydi, Terörle Mücadele Kanunu var, “açık ve yakın tehlike”
kıstasını da unutalım ve savcılık haklı olsun diyelim; peki felsefe, Toplumsal
Cinsiyetçilik, Uygarlık Tarihi, Ortadoğu Tarihi’ni ne yapacağız? “Suç olan
fiil-fail” bağını, dersler bize nasıl verecek? Listedeki derslerin yarısından
çoğu özel ya da kamu eğitim öğretim kurumlarındaki başlıklar, onları da böyle
suçlayabilir miyiz? Yoksa, söylenmiyor ama, bu türden faaliyetler için
örgütlenmek, bu tür faaliyetleri mevcut bir (yasal) örgütün etrafında yürütmek
kendi başına suç olarak mı tanımlanıyor?
Çok
artırılabilecek bu türden soruların hepsinin yanıtı, iddianamedeki mantık
çerçevesinde, “evet”tir. İddianame, kapitalizm aleyhine, üniter devlet
aleyhine, merkezi otoritenin gücü aleyhine, “resmi onaylı” öykü, bilgi ve kuramlar
aleyhine (Evet, “evrim teorisi lehine sözler” bile var “delil”ler içinde.) her
tür düşünceyi suç ya da suç unsuru, suç delili haline getirebilecek esneklikte.
Terörle Mücadele Kanunu’nun ünlü “örgüt amaçları doğrultusunda” hükmü, bulunmaz
bir fırsat veriyor iddia makamına. Üstelik, bu iddianamede örneği yok ama, bu
mantık bu hükümle buluşunca, örneğin PKK’yi eleştirmek, hatta çok sert
eleştirmek bile, “terör örgütünün amaçları doğrultusunda faaliyet” kapsamına
girebilir rahatlıkla.
TİYATRO
DEĞİL ARENA
İddianamenin
“politikacı” karakteri, sadece örgütlenme ve ifade özgürlüğüne yönelik kadim
tekçi merkezi devlet aklını öne çıkarıyor olmasında yatmıyor. İddia makamının
BDP=PKK formülü, aslında Başbakan Erdoğan’ın yeni Kürt stratejisini açıklarken
kullandığı “Terör örgütünün parlamento çatısı altındaki uzantıları” ifadesinin
iddianemeye dökülmüş halinden ibaret. Yine iddianame, İdris Naim Şahin’in,
“terör bazen akademik çalışma, bazen şiir, bazen sinema halinde gelebilir”
yönlü ünlü nutkunun mesajını kamilen almış bir metin.
Yargı
bir tiyatrodur dedik. Foucault’nun da severek kullandığı bir metafordur bu.
Türkiye’de metafor biraz değişik: Yargı iddia ve savunmanın denk güçlerle karşı
karşıya geldiği, yargıcın son sözüyle, kararıyla kapanan bir tiyatral düzenek
değildir; olağanüstü (özel yetki) güçle donatılmış bir iddia makamının,
toptancı bir akılla ve toplu biçimde şüpheliler üretip onlar etrafında nutuklar
attığı, savunmanın hapis tehdidi altında olduğu bir arenadır. Arena olduğu için
hukuk normlarına değil, tribün duygularına hitap edilir. Öyle olduğu için bütün
davalarımız artık duruşma salonlarının dışına taşmış durumda. Öyle olduğu için
davalar, karar vermiş olmakla kapanmaz, hatta neredeyse yeniden açılır. Öyle
olduğu için deliller değil, politik görüşler, söylemler öne çıkar.
Yorumlar
Yorum Gönder