Soykırımı inkârın beş teranesi
‘Atalarımız soykırım yapmaz’ demek,
pek övünülen ileri
demokrasi çağında
Ermenilerin hâlâ ‘biz’den
kabul edilmediğinin çok açık bir
itirafı.
1915 hakkında konuşmak zor, ama susmak da imkânsız. 1915
hakkında konuşmayı kolaylaştırabilecek iki yol var: İnkâr ve yas. İnkâr yolu,
devletin ve devlet tedrisatından başarıyla geçmişlerin önerdiği, seçtiği yol.
Yas, böyle bir suça ortak olmak istemeyenlerin, böyle bir suçun tekrarını kabul
etmeyenlerin.
“TARİHÇİLERE BIRAKALIM” MI?
İnkârı seçenler, her sıkıştırdıklarında yeni bir argüman
üretiyor. İçinde bulunduğumuz dönemde çok sevilen, 1980 sonrası üretilen,
90’larda yükseltilen bir argüman: “Tarihi tarihçilere bırakalım.”
Bunu diyenler, tarihin tarihçilere bırakılmayacak kadar
önemli olduğunu çok iyi bildiklerinden, hemen ekliyorlar: “Atalarımız öyle şey yapmaz.” Yani “atalarıMIZ”,
“SOYkırım” yapmaz. Bu kalıbın kendisi, sadece "tarihçileri" yasaklamakla yetinmiyor, "başka türden" tarihçilerin olası ikna edici
çıkışlarına karşı, o çıkışları suya düşürecek söylemi önceden ortaya koyuşuyla,
örtülü ama yadsınamaz bir itiraf içeriyor aslında.
“Atalarımız” ve “soykırım” kelimeleri önemli. Önce
“soykırım”ın tanımına dair bir hatırlatma: Soykırım, devlet ya da devlet
benzeri bir örgütlü güç gerektirir, onun tarafından yapılır. Bilinen bütün
vakalar bu özelliği taşır. Tek örnek yeterli: Naziler meselesinden ötürü “bütün
Almanlar” suçlu ilan edilmedi. Hülasa, “1915’te soykırım yapıldı” demek,
1915’te devleti çekip çeviren yetkilileri ve onların fiillerini öne çıkarır
öncelikle. “Atalarımız oldukları için” yapmayacaklarını savunma olarak ileri
sürmek, her tür araştırmayı yasaklamak demek. Bu kerameti kendinden menkul
argüman, “Türk-İslam sentezi” denilen ideolojik örüntünün, temeli Abdülhamit
zamanında atılan, ilk büyük uygulaması Abdülhamit’in mekteplerinde yetişen
kadrolar tarafından 1915’te yapılan ve 12 Eylül 1980 sonrası güncellenip
güçlendirilerek tedavülü artırılan ideolojik örüntünün tüm şifrelerini taşıyor
içinde.
VAHİM BİR SONUÇ
“Atalarımız soykırım yapmaz” argümanı aynı zamanda bu
topraklarda bir zamanlar yaşayan “Ermeniler”in, bu topraklarda bugün yaşayan
“biz”lerin “atalarından” olmadığını da söylüyor! Türkiye Cumhuriyeti’nin
başbakan dahil en yetkili ağızlarından tekrar tekrar çıkan bu söz, halen devlete
yurttaşlık bağıyla bağlı Ermenileri gözünü kırpmadan “biz”in dışına attığı
gibi, 1915’te işleyen aklı da deşifre ediyor:
Soykırım için önce biri devletle olumlu ilişki içinde
tanımlanacak en az iki soy gerekir: Güçlenecek, yükseltilecek, korunacak bir
soy ve elbette aşağılanacak, düşürülecek, korunmayacak, yok edilecek bir soy. “Biz”
ve “biz” olmayan. Üstün olan soy elbette devletle bağlantılı tanımlanan soy
olur. “Biz” buyuzdur. Anadolu deyişiyle “Ermeni kırımı”nı “Ermeni soykırımı”
haline getiren şey, devletin halen yaşadığını her fırsatta öğrendiğimiz bu
“soy” bakışıdır.
“O ZAMAN SOYKIRIM KAVRAMI YOKTU”
Bir grup da “soykırım”ın hukuki bir kavram olduğunu, ceza
hukukunun mantığı gereği geriye yürütülemeyeceğini, Holokost öncesinde öyle bir
kavram bulunmadığını, dolayısıyla 1915’e “soykırım” denilemeyeceğini öne
sürüyor. Ciddi bir argüman.
Fakat, bu argüman kabul edildiğinde, Holokost’un da
“soykırım” olarak kabul edilemeyeceği sonucuna ulaşırız; bu aşırı pozivistik
bakış, “insanlığa karşı suçlar” ve onun sürükleyici başlığı olan “soykırım”
suçuna karşı gerekli ortak mücadeleyi imkânsız kılacak biçimde hukuksal düşünce
olimpiyatlarına dalmaktan başka işe yaramaz. Soykırımın bütün zamanlara ve
bütün toplumlara uygulanabilecek bir yasası yok mu? O zaman o yasa yapılmalıdır.
Naziler ancak bu bakışla yargılanabildi, Yahudi soykırımı ancak bu bakışla
sadece vicdanlarda değil, hukuken de mahkûm edilebildi. Çünkü soykırımı mümkün
kılan şeyin, devlet denilen şeyin elini kolunu bağlamaya yarayacak bir yasa gereklidir.
Soykırım ve insanlığa karşı suç kategorileri, devlet ve benzeri kudretli
yapıları cezalandırarak etkili olmayı hedefleyen yeni hukuki kavramlar olarak,
eski ve iç hukukla sınırlı ceza hukuku mantığına hapsedilemez. Mesele sadece
1915 ve Türkiye değil, mesele bütün kapitalistik ulus-devletler ya da o
mertebeye ulaşmak isteyen devlet ve aday devletlerdir çünkü. Yani bütün
insanlığın geleceğidir.
“EMPERYALİSTLER SÖMÜRÜYOR”
“Emperyalist güçler bu konuyu sömürüyor” diyenler var bir
de. Bu türden bahaneler, 1915’te milliyetçi saikler dahil çeşitli nedenlerle
silahlanmış olan Ermeni grupların varlığını ve eylemlerini öne sürerek bütün
bir kavmi yok etme projesini yürürlüğe koyan cinayet şebekesinin bahanelerinden
daha ahlaklı değil. Emperyalist güçler, evet, onların sömürmediği bir konu yok.
Tam da bu nedenle 1915’in inkârına karşı çıkmak şart: Çünkü 1915’i mümkün kılan
homojenleştirici ulus-devlet aklına, dolayısıyla emperyalizmin kendisine (yani
devletine) ve ruhuna (ulus-devlet ideolojisine) karşı çıkmak demektir.
“DİYASPORA ŞEYTANI”
Ermeni diyasporasının suçlanması var bir de. Neredeyse bir
şeytandan bahsedilir gibi bahsedilir ondan. Diyaspora argümanının en malum
formlarından biri: Aslında Ermenistanla anlaşmamız zor değil, ama ah şu
diyaspora… Biri daha: Bizim Ermenilerimizle sorun yok, ama ah şu diyaspora… Diyaspora-bizim
Ermeniler farkı, Ermenilerin “biz”den değil de “bize ait”, “bizim elimizin
altında” bir şey olduğunun ilanı. Diyaspora-Ermenistan kıyaslamasıysa aslında
arkasında ekonomize akla batmış iki yüzlü bir diplomatik bakışı saklıyor;
tercüme edelim: “Onlar olmasa şu üç kuruşa muhtaç Ermenistan yönetimini ne
kolay hizaya getiririm!”
Sırf bir kavme ait oldukları için yok edilmek istenmiş,
büyük bir kıyıma uğramış bir nüfustan arta kalanların, uğradıkları kötülüğün
hafızasını yitirmemek ve tarihsel haklarını istemek için örgütlenmeleri, ses
çıkarmaları, çalışmalarını eleştirmek tek şarta mümkün: 1915’in inkârını
bırakırsın, dönüş yollarını açarsın, tazminata hazır olduğunu ilan edersin,
affını diler, yasını tutarsın. O zaman zaten “şeytan diyaspora” masalı kimseye
gerekmez.
Yorumlar
Yorum Gönder