Evini başına yıkar da giderim!
Kentsel dönüşümün ikiz yasaları, taşınmaz sistemini altüst
edecek nitelikte iki istisna yasası. Terörle Mücadele Kanunu ceza sistemini
nasıl altüst ettiyse öyle. Hiçbir yapı bunlardan kurtulamaz. Yargı da devre
dışı bırakılıyor, tıpkı 12 Eylül sonrasındaki gibi.
Mesele fakir fukaranın evi, evet. Ama mesele sadece ondan
ibaret değil: Bir sabah, söz gelimi, İstanbul veya Ankara’nın en ünlü bir ya da
birkaç alışveriş merkezine el konulduğu haberi gelirse şaşırmayın. Yine başka bir
sabah İstanbul’un ya da ya da başka bir kentin en ünlü gökdelenlerine, villalarına,
deniz ya da ırmak kıyısındaki yalılarına el konulduğu haberi gelirse,
şaşırmayın…
“Komünistler gelecek, mallarınıza el koyacak” diye kaymak
burjuvaziye korku salmıyorum hayır, Komünistleri beklemek gerekmez bunun için!
Türkiye’nin yeni mülk transferi yasalarıyla bu mümkün. Mülk transferi derken,
Medeni Kanun’dan, Borçlar Kanunu’ndan, Ticaret Kanunu’ndan filan bahsetmiyoruz;
başka iki kanundan bahsediyoruz. Medeni hukukun taşınmazlara ilişkin sisteminin
içerisine, sistemi anlaşılmaz hale getirecek, felç edecek şekilde yerleştirilen
iki istisna hali, yani olağanüstü hal kanunundan. Terörle Mücadele Kanunu nasıl genel ceza
hukuku sistemini anlaşılmaz, içinden çıkılmaz hale getirdi ve devlete, özel
yetkili mahkemeler aracılığıyla istediği kişiyi, grubu, zümreyi, partiyi
hırpalama imkanı verdiyse, bu iki kanun da taşınmaz hukuku alanında aynı şeyi
yapıyor, yapacak.
BİRİNDEN KAÇAN DİĞERİNE YAKALANIR
Bu kanunların ilki, malum, “Yıpranan Tarihi ve Kültürel
Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında
Kanun”, 5366 numaralı. Bu kanunun “amaç ve kapsam”ı saptayan birinci
maddesindeki “amaç” kısmı, kentlerdeki her yapıyı içerebilecek kadar geniş ve
belirsiz. Yasanın sadece “bina”ya değil ve “binanın bulunduğu alan”a ilgi
göstermesi, modern şehircilik mantığıyla savunuluyor. Öyle olsun! Ama durum şu:
Sağlam, sorunsuz, güzel bir bina, “alan”da yapılmak istenen düzenlemeye
uyumsuzluk nedeniyle bir projeciğin içinde hava civaya dönüşebilir.
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun
Tasarısı ise “afet riski altındaki alan” ve bu alanın dışında riskli bir
yapının bulunduğu “arsa ve araziler” tanımıyla, kapsam açısından ilk kanunda
kaçacak yapılar varsa onları da yakalıyor.
Alanın sorunlu olduğu kararını kim verecek? Afet tasarısına
göre bakanlık, ilgili idare ve elbette (Akşam Gazetesi’nden Nihal Kemaloğu’nun
10 Nisan tarihli güzel yazısındaki güzel tanımıyla “neoliberal devlet KİT’i) TOKİ.
Yapının sorunlu olduğunaysa “ilmi ve fenni” verilere dayanılarak karar
verilecek. “Sorunlu” ise ne olacak? Yıkılacak, haliyle. Yıkım kararına itiraz
mümkün mü? Evet, ama itirazı, tüm üyeleri bakanlık tarafından oluşturulan bir
heyet görecek; başka soru gerekir mi?
‘YÜRÜTME’ DURDURULAMAZ
Mahkemeler vardı değil mi memlekette? İdarenin iş ve
eylemlerini denetleme görevi yapan, “Türk milleti adına” ve “vicdan”la karar
vermesi gereken mahkemeler. Gene var da, malum iş yükleri çok, afet tasarısıyla
oluşacaklardan kurtarılıyorlar. Yargıyı hızlandıracak bir mini reform (!) gizli
yani afet tasarısında, hukuki açıdan bir afet bu, o ayrı: Malum, yürütmeyi
durdurma kararı istenemeyecek, istense de verilmesi yasak.
Başka yargısal yasaklar da var: dokuzuncu maddeye göre, o
maddeye ilişkin devir işlemleriyle a) kamulaştırmaya dair ihtilaflara ilişkin
dava ve takipler sadece bedele ilişkin olacak! Riskli yapı tespitleri ve
yıktırma iş ve işlemleri hakkındaysa sadece bina ve enkaz bedelleri hakkındaki
davalar yürütülür ve sonuçlandırılabilir! Binanın enkaz haline getirilmesini
durduramazsınız ve sorgulayamazsınız, özetle. Enkaza razı gelinecek.
Burada biraz duralım: Son zamanlarda “güçler ayrılığı” lafı çokça
konuşuluyor. Kimse kimsenin işine karışmasın, kimse kimsenin alanına girmesin,
herkes işini yapsın falan filan. En fazla da yargı söz konusu olunca ediliyor
bu laflar.
BİR 12 EYLÜL HUYU
Yasama, yürütme ve yargı içinde yargı “primus inter
pares”tir, teoriye sorarsanız. Eşitler arasında birinci. Yargının en önemli
işlevi de öyle vatandaşları cezaevine doldurmak, kamu otoritelerine laf edene
cezalar yağdırmak, devletin bekasını korumak, Kürtçe konuşulunca anlamamak
filan değil, özellikle idarenin eylem ve işlemlerini denetlemektir.
Şimdilerde yargı karşısına çıkarmakla övünülen iki 12 Eylül
paşasının irade ettiği fermanlara bir bakın, en çok üstünde durdukları konu,
idarenin kimi eylem ve işlemlerine karşı yargı denetimini yasaklayan emirler
göreceksiniz. Hem idare hukuku çerçevesinde önleyici yargılama işlemleri
açısından hem de işte en son referandumla kaldırılan dokunulmazlıktaki gibi
ceza hukuku açısından. İşte kültür varlıklarını bizden, bizi de afetlerden
koruyacak bu iki yasanın ikincisi, tam da yargıladığı 12 Eylül’ün paşalarının
aklının yaptığı şeyi yapıyor:
Bütün ülkeyi halı silkeler gibi silkeleyebilecek bir düzenek
kuruyor, bu düzenekteki ağır hak ihlallerine yol açacak işlem ve eylemleri de
yargının sahasında kaçırıyor. “Yürütmeyi durdurma kararı” çünkü, “açık hukuka
aykırılık” ve “telafisi imkansız zarar” ihtimaline binaen verilir; bu yasayla
deniliyor ki özetle ve açıkça: Açıkça hukuka aykırıyım, doğacak zararların
telafisi imkansız olacak. Eviniz yıkılacak.
Konu uzun, vahamet büyük ve ciddi. Devam edeceğim, Salı
günü.
Yorumlar
Yorum Gönder