Abdülhamit soykırımcı mıydı?
Soykırımın, yani 1915’in suçunu Abdülhamit’e yıktığım öne
sürüldü. “Türk solu”ndan biri olarak, “İslam’la sorunum olduğu” da. Bu iddia,
sol başta olmak üzere her tür muhalif düşünceyi “ideolojik”, kalanları “doğal,
teorik” sayan yürürlükteki söylemin bir görünümü.
“İnsanlar mitleri yaratmaz, mitler insanları yaratır.” Böyle
der Fransız antropolog ve düşünür Claude-Levy Strauss. Bir uyarlama yapacağım:
“İnsanlar söylemleri-ideolojileri konuşmazlar, söylemler-ideolojiler insanları
konuşurlar.”
Söylemlerle, mitlerle eleştirel, çözümleyici bir ilişkiye
girmemiş kişi ya da gruplar için kesin, en azından. İdeoloji dediğimiz şey de
bu zihinsel direncin olmadığı insanlar üzerinden akar, böyle yayılır, böyle yerleşir.
Kavramlara ve analizlere göre değil, isimlere ve sembollere göre çalışır. Karmaşıklıkları
çözmeye yönelmez, isimleri ve sembolleri karşıtlıklar ekseninde yeniden ve
yeniden yerleştirerek üstüne o dönemde göze uygun boyayı çeker.
KANAAT ÇAĞINDA DÜŞÜNCE
Konu şu: Star Gazetesi yazarlarından Mustafa Akyol, benim
“Soykırımı inkârın beş teranesi” başlıklı yazımı okumuş. “Türk solunun İslam’la sorunu” başlığı
altında eleştirmiş.
Önce Mustafa Akyol’un kullandığı başlığa değineyim:
Benim o yazımda,
bütün yazılarımda da olduğu gibi, İslam hiçbir biçimde “fail” konumunda yer
almıyor. Türkiye’yi ya da Müslümanların yoğun olduğu coğrafyaları düşünürken İslam’ın
olumlu anlamda da olumsuz anlamda da her şeyi açıklayan anahtar gibi
kullanılması düşünselden çok ideolojik bir tarz. Bir Müslüman elbette, “Her
iyiliğin başı İslam” diyecektir, beis yok. Fakat “Her kötülüğün başı İslam”
diyen her kim olursa olsun, düşünmüyor, ideolojik ezberini döküyordur;
“solcular da hep böyle yapar” diyen gibi tıpkı.
“Türk solu” ne demek? Mustafa Akyol, okuduğu yazım Türkçe olduğundan
beni oraya koydu muhakkak. “Türk” değilsem (ki değilim), yine de o tanıma girer
miyim? Bir tanım olsa belki, fakat “Türk
solu”, düşünsel bir tanım, bir kavramlaştırma değil, ideolojik bir isimlendirme,
toptancı bir kestirme. Kör Ali İhsan’dan, Abidin Nesimi’den Bülent Ecevit’e,
Kerim Sadi’den (A. Cerrahoğlu), İdris Küçükömer’den Ertuğrul Kürkçü’ye, hatta
Mustafa Kemal’den, İsmet İnönü’den, Doğu Perinçek’ten Deniz Gezmiş’le Mahir
Çayan’a çok farklı düşünsel ekol ve tutumlara ait kişilerin hepsi için
kullanılabiliyor. Ben komünistim. Ermeni meselesiyle de Kürt meselesiyle de “Kürt
olduğum için” ilgili değilim, Komünist olduğum için ilgiliyim. Yazdıklarım
üstüne laf söyleyen yazının başlığı, beni Ecevit, İnönü, Atatürk ya da
Perinçek’le nasıl bir tutuyor olabilir? Yazıda böyle bir şey yoksa, isimler ve
sembollerle işleyen ideolojik aklın başka türlü yapması zor olduğu için.
“ÇOĞU AKLIMA YATMIŞTI Kİ”
Yazıya geçelim, bakalım var mıymış bana yöneltilen
eleştirilerin ve suçlamaların aslı astarı:
Mustafa Akyol, “Yazıdaki argümanların çoğu aklıma yatmıştı
ki” diyor, şu satırlarımı okuyup duraklamış:
“Bu kerameti kendinden menkul [inkarcı] argüman,
‘Türk-İslam sentezi’ denilen ideolojik örüntünün, temeli Abdülhamit zamanında
atılan, ilk büyük uygulaması Abdülhamit’in mekteplerinde yetişen kadrolar
tarafından 1915’te yapılan ve 12 Eylül 1980 sonrası güncellenip
güçlendirilerek tedavülü artırılan ideolojik örüntünün tüm şifrelerini taşıyor
içinde.” (Belirteyim, bu cümle yazımın “Atalarımız öyle şeyler yapmaz” ara başlığının
altındaki bölümden.)
Sonra da hiç duraklamadan sıralamaya başlamış; ben, şöyle
yapmışım:
“Önce Ermeniler konusundaki “Türk vebali”ni “İslamcı”
Abdülhamid’e yıkıyor; sonra Abdülhamid’i devirerek iktidara gelen İttihatçıları
dahi “onun mekteplerinde okumuşlar” diye aynı hesaba yazıyor; sonra da hızını
alamayıp, ağızlarından çıkan her iki laftan biri “Atatürk ilke ve inkılapları”
olan 12 Eylül darbecilerini bile aynı çizgiye bağlıyordu.
Yani, sanırdınız ki, Türkiye’de son yüzyılda ne kötülük
olduysa Abdülhamid’in attığı “Türk-İslam sentezcisi” tohumlar yüzünden olmuş.
İttihatçılık, Kemalizm filan önemsiz detaylarmış.”
TEMEL ve BİNA, ŞİFRE ve KENDİSİ
Evvel emirde:
Ben “Türk vebali” demedim. Ne bu yazıda ne de başka yerde Ermeni
soykırımını devleti anmadan “Türk” adıyla bağladım. Ne bu yazıda ne başka yerde
ve zamanda Abdülhamit’e “İslamcı” dedim. Abdülhamit’in “Türk İslam sentezcisi”
tohumlar attığını da hiçbir yerde söylemedim. Hele hele “Sünniler” türü bir toptancı
ifadeyi hiç mi hiç kullanmadım. İki
yazıyı birden okuyanlar farkı görecektir, fakat sadece Aksoy’un yazısıyla
yetinenler, bunları ben demişim zehabına kapılabilir. “İttihat Terakki” ya da
“Kemalizm”i hiçbir yerde, hiçbir yazıda “detay” saymadım, önemsemezlik hiç
yapmadım, Radikal’in arşivinde en az 10 yazım var İttihatçı-Kemalist akıl
hattına cephe alan. Blogumda ondan da fazla.
Elbette, “solcu yazar” olduğuma göre, “Neler diyor bu adam”
denilerek bir iki yazıma bakılması bile gerekmez, ideolojik teşhis ve
yerleştirme yeter! Aksi halde, bir şeyin “temeli”nin atıldığı döneme işaret etmiş
olmakla, o şeyin o işaret ettiğim dönemdeki hükümdar tarafından yapıldığını öne
sürdüğüm söylenemez değil mi? Aksi halde, “Atalarımız soykırım yapmaz”
diyenlerin, “Türk İslam sentezi” denilen ideolojik örüntüye bağlı olduğunu,
onun şifrelerinin 1915’i yapan akılda kodlanmış olduğunu, o aklın da 1915’ten
önce temellenmeye başladığını söyledim diye, Kemalist darbecilerin
işkencelerini “sağcılar”dan bildiğim söylenemez değil mi? Aksi halde, Dersim’i İttihatçı-Kemalist
akıldan değil de “Sünniler”den bilenler arasında sayılamam değil mi? Dersim
yazılarıma rağmen…
Ha, ama “sanırdınız” diyor Akyol, yani yorum hakkını
kullanıyor, bu sonuçları çıkarsıyor denilebilir. Evet, kanaat çağındayız,
yazdıklarımdan öyle bir “kanaate” varabilir, çıkarsamalar yapabilir. Fakat
“kanaat”lerle gideceğimiz yer, “Sorun İslam” demişim intibaını uyandıracak bir
yazı olabilir en fazla. Tehlikeli bir işaret parmağı değil mi bu? İftira kastı
olduğunu düşünmesem de, tehlikeli ve haksız bir işaretlemeye maruz kaldığım
“kanaatine” vardım ben de, örneğin.
Neyse. Maksadım tek başına “savunma” da, “cevap” da değil elbette,
maksadım bu fırsatla, Akyol’un alıntıladığı cümleyi yazdıran düşüncelerimi daha
da açmak. Ama hızını alamayan biri olarak, uzattım. Yarın devam edeceğim, “Soykırımın
iki kaynağı” başlığıyla. (Radikal İnternet, 1 Mayıs 2012)
Yorumlar
Yorum Gönder