"Tek din"e alkışları kim geri alacak?


Başbakan Erdoğan, “tek din”e ilişkin sözlerini güzel aldı. Güzel. Fakat Erdoğan o sözleri söylediğinde yükselen coşkulu alkışları kim geri alacak?



12 Eylül öncesi Maraş pogromunu ve 1993 Sivas katliamlarını konuşup tartışırken, düşünülmesi ve çözülmesi gereken en önemli sorunun, işin arkasındaki karanlık eller değil, öndeki görünen kişiler olduğunu düşünmek gerekir hep. Karanlığı, karanlıkları araştırma güç ve yetkisine sahip devlet aygıtları araştırıp aydınlatabilir ancak, biz faniler değil; biz faniler önde görünenlerin nasıl olup da önde göründüğünü anlayarak ancak yol almış olabiliriz. Ancak öyle rahat edebiliriz. Piyangocular, iç-dış istihbaratçılar, derin ve karanlık eller, çeteler ne yapmış olursa olsun, sıradan, kendi halinde olduğunu düşündüğümüz yurttaşların komşusunu, misafirini kurşunlamak, yakmak için nasıl şehvetle koşturduğunu anlamak bir daha aynı şeyleri yapmalarına engel olacak çareleri bulmamıza yol açabilir, bir ihtimal. ***
Başbakan Erdoğan son hafta içinde kendi eylem ve söylemleri konusunda beklenmedik bir şey yaptı. “Tek din” sözünün bir dil sürçmesi olduğunu, tek din demek istemediğini, istemezken demiş olduğunu söyledi. “Tek din” lafından ötürü kendisine yöneltilmiş bütün eleştirilerin haklı olduğunu dile getirdi. Özür erdemdir. Siyasette de. Usulen olanı bile.
Doğal olarak, başbakan olup olmaması önem taşımadan, bir kişi ağzından çıkan sözün aklından geçen şey olmadığını açık ve net biçimde söylediği, nedametini belirttiği zaman, bunu kabul edilmelidir. Samimi olup olmadığını soruşturmak, sözü başka yerlere çekmeye yönelmek yakışık almaz. İnsanlık halidir. Olur böyle şeyler. Gerçekten, olur.
Dolayısıysla, Başbakan’ın “Tek dil” değil, “Tek din” demiş olduğunu tekrarla vurgulayışına özel bir atıf yapmayacağım. Başbakanların başbakan olmuş olmakla diğer bütün yurttaşlar gibi sıradan insanlar diye kabul edilemeyecekleri önermesini dikkate almayacağım. Dil sürçmesinin ani ve dili sürçenin rahatsızlığını hemen dışa vuran, özrünün hemen görüldüğü türden bir insanlık durumu olduğundan dem vurmayacağım. Neden bir dil sürçmesinin özrünün, iki üç günlük ve araya başkalarının da girdiği bir süreden sonra dilendiğini sormayacağım. Ağır bir dil sürçmesiydi, başbakan da olsa bir insanın kendisini toplayıp insan içine çıkarak itiraf etmesinin zaman alabileceği kadar ağır.
Hasılı, Başbakan’ın dilinin sürçtüğünü dile getirmesini, “Tek din” lafını duyduğu anda tüyleri ürperen, haklı ve derin endişelere boğulan, daha açıkçası korkan yurttaşların kaygı ve kuşkularını gidermiş olacağını kabul etmek istiyorum.

***
Fakat, başbakan o sözleri eş dostla sohbet ederken söylemedi. Kalabalık bir salonda, alıştığımız öfkeli belagatiyle söyledi. Söylediğinde de alkışlar yükseldi. Tek bayrak, tek vatan, tek millet sözlerini kendine has vurgularla dile getirdiğinde olduğu gibi, “tek din” dediğinde de alkışlar yükseldi. Her tekrarlayışında öncekilerden daha yüksek alkışlar. Coşkulu, içten, inanmış alkışlar. Doğru bir söz duyduklarına emin insanların coşkusu, inancı ve içtenliğini yansıtan alkışlar.
Şimdi, soru şudur: Başbakan sözlerini geri aldı. Güzel. Fakat o alkışları kim geri alacak? Ana muhalefet partisi liderinin mezhebine ima yollu nutuklar sırasında yükselen alkışlarla aynıdır onlar. Kürt hareketinin “Müslüman değil Zerdüşt” olduğuna yönelik cümleler duyulduğunda yükselen alkışlarla aynı. “Tek din” sözünün taşıdığı sakınca, yarattığı ürperti, sadece siyasal değil, teolojik açıdan da kabul edilemez uçlarda olmasında değildi sadece, beraberinde yükselen alkışların içerdiği şiddetteydi aynı zamanda.
Maraş ve Sivas, bu türden rüzgârlar ekenlerin topladıkları fırtınalardı. Ne yazık ki.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni