Irak savaşının ilk günlerine ilişkin Amerikantürkçe-Normaltürkçe sözlük
Meşruiyet:
Gücünüz olmadığı zaman öne sürmeniz gereken bir ilişki ilkesi.
Gücü olanlar, bu ilkenin kullanımını güçsüzlere bırakarak büyüklüklerini
gösterirler. örneğin, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Pentagon'u yenebilecek
kadar Köşk personeline sahip olsaydı, "Meşruiyet, meşruiyet" diye
bağırmazdı.
Saygı duymak:
Sinir bozacak olaylara karşı kendinizi kaybetmemek için kullanılan
bir diplomatik ibare. Cümle içinde kullanımı: "TBMM'nin tezkereyi red
kararına saygı duyuyoruz", Colin Powell, ABD Dışişleri Bakanı. Yanıt
cümlesi: "Esas biz sana saygı duyuyoruz."
Ortak çıkarlar:
çıkarları Amerika'nın, nalları ortakların toplamasının genel adı.
Stratejik ortaklık:
Ortak çıkarlar etrafında buluşmuş iki veya çok taraflı
uluslararası özneler kümesi. Tarihte ilk evcilleştirilen stratejik ortağın kim
olduğu bilinmiyor.
Ulusal çıkarlar:
Acısını başkasından çıkarmaya hazır olunması gereken her türlü
oligarşik tahayyül.
Premptive Strike:
"Erken kalkar çok yol alır" sözünün ingilizceye
çevrilirken bozulmuş hali. "Erken vuran çok can alır" gibi bir anlamı
var. önleyici Saldırı, önleyici Darbe, önleyici Vuruş ya da önalıcı Saldırı
şeklinde yeniden Türkçeye çevrildi. Birileri ihtiyaten "Son gülen iyi
güler" sözünü çevirip Beyaz Saray'ın duvarına yazsa fena olmaz.
Jeostratejik konum:
Bir ülkenin başının ne kadar belada olduğunu nazikçe söylemeye
yarayan uyduruk kelime. "Sen boku yemişsin dostum" demenin en güzel
yolu.
Nokta atış:
Bir şeyi, belirli bir noktayı hedef alarak fırlatmaya denilir.
çoğunluk ateşli silahlar için kullanılır. Ancak "nokta atış"ın
abartılması yanlıştır. Dünya, geometrik bir varsayım olarak noktaların
birleşmesinden meydana geldiğine göre, atılan şey mutlaka bir noktaya
düşecektir. Bu durum, atılan şeyle düşülen nokta arasında bir sorundur; nokta
atışı yapanlar, nokta vuruş yapmamış olmakla kınanamazlar.
Silah:
Bir canlının bir başka canlıya zarar vermekte ya da onu yok
etmekte kullanacağı her türlü araca silah denilebilir. Silahları ancak
yaşayanlar kullanabileceği için, savaşta her canlı insan bir silah sayılabilir.
Yani savaşta esasen kimse kimseyi öldürmez, sadece silahların
etkisizleştirilmesidir söz konusu olan.
Bu konu hakkında ayrıntılı bilgim yok:
Evet, maalesef o söylediğiniz olay meydana geldi.
Konuyu araştırıyoruz:
Bu da meydana geldi ama henüz "Ayrıntılı bilgi
edinemedik" diyecek kadar araştırma da yapmadık.
O füzelerin kimin olduğunu bilmiyoruz:
Bizim füzelerimiz, rampalarında, ateşleyicilerinin ağızlarında,
uçaklarda ya da gemilerde duruyor. Fırlattıktan sonra bizim sayılmaz, isteyen
alıp kullanabilir.
intihar bombacılarına karşı yeni taktik geliştireceğiz:
Bir kişinin intihar edebilmesi için önce canlı olması gerekir.
Onun canını biz alırsak hem intihar etme günahından kurtarmış oluruz hem de o
artık bir bombacı olmaktan çıkar.
Sivillerin ölümünden üzüntü duyuyoruz:
Siz bizim askerlerimizin ölümünden ne kadar üzüntü duyuyorsanız o
kadar üzgünüz.
özgürlük:
ispanya içsavaşı, insanların dizüstü yaşamasındansa özgürlük
ararken ölmesinin daha iyi olduğunu ortaya koydu. Amerikalılar da şimdi bu
felsefeyi Irak'ta uyguluyor. Dizüstü yaşamaktan sıkılan Iraklılar öldürülüyor,
sıkılmayan, arada ölmekten kurtulabilirse, Amerikalılar geldikten sonra da dizaltı
yaşama sevincini tatmaya devam edebilir.
Karada ilerleyiş sürüyor:
çöl, filmlerde göründüğünden daha uzun çıktı, biz de yürüyüp
duruyoruz işte.
Filanca kent düştü:
Bir kente artık bomba atılmıyorsa onun gerçekten düştüğünü
düşünebilirsiniz.
Müttefik:
Eski ingilizlerle yeni ingilizlerin Irak'ta buluşmalarına
verdikleri isim.
Koalisyon:
insanların veya grupların bir hedefe ulaşabilmek için
oluşturdukları dayanışmaya verilen genel ad. Medyanın aynı ülkeyi yemeye
oturmuş ingilizlere toptan taktıkları lakap.
işgal:
Kötü bir anlamı yok. Az bir farkla iş, uğraş anlamına gelir.
örneğin eski ingilizlerle yeni ingilizler Irak'ı işgal etti. ediyor, Irak'la
iştigal ediyor, Irak'la meşgul oluyor. Yine de cümle içinde fazla kullanmaya
zahmet etmeyiniz, yanlış anlamalara yol açabilir.
Katliam:
Füzelerin sivil halk üzerinde yarattığı sonuçlardan biri. Buradaki
nüansa dikkat edilmesi gerekir; katliamı yapanlar füzelerdir. Bir de ölenler
yaşıyor olmasalardı katliam olmazdı. O zaman ikinci suçlu da ölenlerdir.
Teknolojinin nimetleri olduğu kadar külfetleri de var denilmesi boşuna değil.
Gıda yardımı:
insanların yaşamaları için beslenmeleri gerekir. Beslenmeyen insan
ölebilir. O zaman füzeler boşuna gider. Amerikan ve ingiliz yetkililerinin ele
geçirdikleri Irak kentlerinde yaptıkları yardım böylece insanların boşuna ölüp
füzeleri yararsız kılmalarını engellemiş olur. Teknolojinin külfetlerinin
yanında bir de nimetleri var dedikleri de budur.
Ekonomik yardım:
Karşılığında komşunuza savaş açabileceğiniz bir miktar dolar ya da
dolara denk düşebilecek bir takım finansal işlemler. Ancak alamadığınız zaman
komşunuza savaş açanlara yardım etmeyecek değilsiniz, insan biraz tok gözlü
olur.
Bağdat:
Saddam adındaki kanlı bir zalimin etrafına beş milyon ingilizce
bilmeyen adamı toplayarak oturduğu kentin adı. Geceleri çok karanlık olduğu
için havadan ve karadan aydınlatma yardımı yapılıyor. Patlamalar biraz sarsıcı
olabilir ama saçılan ışıkların gösterdiği yolda kente özgürlük ve çok sayıda
ingilizce bilen adam gelecek.
Arap:
Petrol kuyularının üzerinde oturmuş kalabalık bir halk topluluğu.
Ezan adı verilen bir şarkıyı günde beş defa dinlemekten bıkmayacak kadar
sanattan uzak bir halk. Tanrımıza "Allah" diye hitap eden inanç
bozuklukları gösteriyorlar. Gördüğünüzde, "In God we trust" derseniz
size zarar vermezler.
Arap ülkeleri:
Aynı şarkıyı günde beş defa dinleyen, alınlarını yere değdirmeyi
seven, beyaz elbiseli insanların oturduğu yerlerin genel adı. iskambil kağıdı
gibi devrilmeleri için yan yana konulmuştur.
- Donald, sıradaki hangisi?
Arap liderler:
"In God we trust" gerçeğine ermiş, kendileri olmasa bile
çocukları çat pat da olsa ingilizce konuşan, halkına karşı görevlerini israil'e
küfrederek, ABD'ye karşı görevlerini komşularına savaş açarak, uygar Batı'ya
karşı görevlerini paralarını onların bankalarında tutarak yerine getiren
çokişlevli, çokeşli kalabalık aile reisleri; erkek tabii ki.
Ezan:
Arapların günde beş kere dinlediği şarkı. Mikrofonları ne kadar
açarlarsa açsınlar bomba gürültüsünü bastıramazlar.
Televizyon:
Uzaktaki olayları uzaktakilere göstermeye yarar bir cihaz.
Oturduğunuz odanın beşinci duvarı. Sizi olaylardan, gerçeklerden ve can
sıkıntısından korur.
CNN:
Böyle yazılır, "siyenen" diye okur. üzerinize haber
siyen bir televizyon kuruluşu. istediğini istediğine gösterebilecek kadar
cesur. istediğinizi gösteremeyecek kadar da ilkesine, ülkesine bağlı, vatanına
millete hizmet eden bir siyme makinası.
CNN Türk:
Siyenen'in Türk vatandaşlığına geçmişi. Fenerbahçeli Uche'nin
Deniz olması gibi bir şey. "Küçük Amerika" olma projesinin küçük bir
uygulanışı.
El Cezire:
Siyenen'in sinir bozanı. Siz gidin şarkı söyleyin, televizyonculuk
size mi kalmış?
Haber:
Olayların halka zarar vermeden sunulması için sarı basın kuvvetleri
tarafından özenle kurulmuş cümleler dizisi.
Yorumcu:
Gördüklerinizin gördüğünüz gibi olmadığına sizi inandırmak için
yemin etmiş insanlar kulübünün üyeleri. Televizyonların kurayla kullandığı akıl
makinaları.
Emekli general:
Türk ordusunda ve holdinglerinde yer dar olduğu için televizyondan
pentagona iş mektubu yollayan sakin adamlar topluluğu. Kürtlere
"Bunlar", Iraklılara "Onlar" ve Amerikalılaraysa
"Amerikalılar" demeleriyle sivil paşalardan ayırabilirsiniz.
Terör:
Amerikalıları korkutan herşey. Arapları korkutan şeylere operasyon
denilir.
Basra:
İçinde kalanların bir süre su içmeden yaşamak zorunda oldukları
kent. Cümle içinde, "Ba'de harab ül Basra" diye kullanılır.
"Basra'yı özgürleştirmeye gittim, beş dakika sonra dönerim" demek.
Kerbela:
İnsanların tarihteki susuz kalma deneyimlerinden birinin yaşandığı
kent. "Can için yalvarmam sana" diyen Hüseyin isimli biri orada
susuzluktan ölmüş. Basralılar başına geleceği tarihteki bu öyküden de
öğrenebilirler, su içmek istiyorlarsa, "özgürlük için yalvarırım
sana" desinler. Böylece en iyi yabancı savaş esiri Oscarı da alabilirler.
Su:
Arapların savaş makinalarını çalıştırdıkları renksiz, kokusuz,
tadsız bir sıvı. Susuz kalmaktan yakınacaklarına, el aleme sattıkları petrolü
içsinler de görelim.
Necef:
Necefli maşrapaların yapıldığı yer. Operasyon sırasında TRT'nin
tarihi eserlerinin zarar görmemesi için elimizden geleni yapacağız.
Şii:
Saddam'ı sevmedikleri halde Amerikalıları da sevmemeye kalkan
insanlar topluluğu. Biz de gelmeden önce birşey sanmıştık.
Hava sahası:
Hava atmak için kullanılan yerler. Havaöldürüm kuvvetlerinin volta
alanı. B (Blair ya da Bush olabilir, araştırma sürüyor) B 1, B 2, B 52 ve sair
uçarların uçtuğu yer.
Viranşehir:
Türkiye'de Tomahawkların düşmeyi tercih ettiği yer. Adı üstünde,
viran bir yer. Bir kaç Tomahawk ona birşey yapmaz, korkmayın.
Tomahawk:
Tanesi 1.5 milyon dolarlık harbi bir füze. Her Iraklı için
katlandığımız masrafın büyüklüğüne saygı duyun hiç değilse.
Lojistik:
Rahmetli Lojik'in kötü yola düşmüş ağabeyi.
Beyaz Saray:
Beyazıt'ta bir çarşı ve Amerika Birleşik Devletleri'nde çarşılara
bomba atmaya karar verenlerin oturduğu bina.
Pentagon:
Her savaşta dörtköşe olmaya çalışan beş köşeli büyük bir bina.
üzerine Boeingler inemiyor. Oraya buraya füze fırlatan düğmelerle tıka basa
dolu büyük bir depo.
Sivil:
Nedense üniforma giymemiş askerler. insanlar ürediğine göre her
sivilde çok sayıda potansiyel asker vardır. Iraklı sivillerin savaşta
vurulmasının nedenlerinden biri de budur. Türkçe'de çıplak anlamına da gelir;
hamamdaki ya da kefenin içindeki insan gibi.
Misket bombası:
Patlayan misketler. Eşek şakası da olsa aslında bu bir şaka. Kötü
bir niyet yok yani. çok şikayet eden varsa üzerine, "4 yaşından küçük
çocukları yaklaştırmayın" diye yazabiliriz.
Halı bombardımanı:
Eskiden halılar kirlenince pencereden sarkıtılıp dövülürdü. Bu
hareketin uygarlık dışı olduğunu göstermek için havadan yürütülen bir askeri
faaliyet.
Papatyabiçen bombası:
İngilizlerin bin yıldır geliştirme hayalini kurduğu çim biçme
makinasının Amerikalılar tarafından yanlış anlaşılmış bir versiyonu.
Saddam'ın elinde ölümcül silahlar var:
Eminiz çünkü faturaları bizde.
Kürdistan:
Türkiye'nin Kürdistan'ı var, Irak'ın Kürdistan'ı var, Suriye'nin
Kürdistan'ı var, iran'ın Kürdistan'ı var, ABD'nin niye olmasın? Tek Kürtlerin olmasın da...
BM:
Birleşmiş'in B'siyle, Milletler'in M'sinin yan yana getirilerek
oluşturulmuş, ABD tarafından malulen emekliye sevkedilen uluslararsı bir
kuruluşun kod adı. Adından da anlaşılabileceği üzere herşey miş'li geçmiş zaman
kipinde.
BM Genel Sekreteri:
Daktilo yazmayı bile bilmeden sekreter olmaya kalkışmış bir
siyahi.
Saddam Hüseyin:
Amerika'nın katillerden tarihe geçecek kahraman yaratma
yeteneklerini üzerinde denediği Iraklı. "Bir kabile şefi ülkeyi
yönetebilir" projesiyle Beyaz Saray'dan katliam sertifikaları almış emekli
müttefik. Mezarında konu komşu müttefik liderlere ibreten, "Ben de senin
gibiydim, sen de benim gibi olacaksın" yazacak.
Iraklı:
Ulusal ve uluslararası altta kalanın canı çıksın oyununun ebed müebbet
ebeleri. Bir zamanlar Kürt Iraklılar alttaydı, medyaya güzel görüntüler çıktı.
Sonra Şii Iraklılar altta kaldı, medyaya güzel görüntüler çıktı. şimdi Sünni
Iraklılar altta, medyada yine gözel görüntüler çıkıyor.
Halepçe:
Amerikayla dost kalan diktatörlerin neler yapabileceğini gösteren
beş bin figüranlık katliam oyunu. Ramazan öztürk fotoğraflarından sergilere,
yarışmalara, ödüllere konu olan Kürt performansı.
Kimyasal, biyolojik silah:
Irak diktatörü tarafından kullanıldığı günlerde görmezden gelinen,
kullanmadığı zaman "Göster bakayım onu, yoksa biber sürerim" diye
casus belli haline gelen ölümcül gaz, toz ve sıvılar. Bugünlerde artık Bush,
Blair ve avanesinin tarihsel, siyasal geğirmeleri için kullanılabilir.
Kafa koparma operasyonu:
Kafa ile gövde arasındaki irtibatın kesilmesiyle kafa koparma
operasyonu tamamlanmış olur.
İstenmeyen oluşumlar:
Gençlerin yüzündeki sivilceler, Bush'un boğazına kaçan kraker türü
şeyler. En istenmeyen oluşum, hani haritalarda, ülkelerin etrafında nokta nokta
çizgiler vardır ya, o çizgilerin Kürtler tarafından çizilmesidir.
Keçinin sevmediği ot burnunun dibinde bitermiş. Misal, sizin bakıp
bakıp seyrine doyamadığınız bir arka bahçeniz var, yandaki inşaatta keyif çatan
Kürtler gelmiş beş kutu DYO ile orayı nokta nokta boyamış, kızmaz mısınız?
(Bkz. Kırmızı çizgiler)
Kırmızı çizgiler:
İki nokta arasındaki doğru parçalarına çizgi denilir. Bunun
kırmızıyla çizilmesine kırmızı çizgi denilir. Türkiye'nin kırmızı çizgileri de
Musul noktasıyla Kerkük noktası arasında çizilmiştir. Kürtlerin bu çizgileri
ayaklarıyla silmesi Türkiye'yi sinirlendirebilir. Misal, siz plajda bir güzel
çizgi çizmişsiniz, kırmızıya da boyamışsınız, yandaki inşaatta keyif çatan
Kürtler gelmiş onu silmiş, insan kızar haliyle...
Kürtler:
Türkiye'de Asena'yla Börteçine'nin oynaşırken dağ yollarında
unuttuğu Türklere, İran'da nedense dağa kaçmış Aryenlere, Irak'ta çölde
tutunamamış bedevilere, Suriye'de yanlış evlilikler yapmış Aramilere Kürt
denilir. Kendi kırmızı çizgilerini çizmek için durmadan el alemin kırmızı
çizgilerine basan kötü huylu bir kalabalık.
Keşif güç:
10 yıllık keşifleriyle savaş makinasına son şeklini veren,
görünümü, hangi paralelden bakıldığına bağlı olarak değişen Amerikalı ve
ingilizlerden olma, doğma büyüme Türkiyeli, geleceğini aramak için Irak
topraklarına yerleşmeyi hedefleyen tüzel kişilik. Bağdat'tan bakılınca deve,
Londra ve Washington'dan bakılınca kuş, Türkiye'den bakılınca ne kuş ne deve.
Çekiç güç:
Keşif gücün ilk keşiflerinden sonraki metamorfozu. Bağdat'tan
bakılınca deve, Londra ve Washington'dan bakılınca kuş, Türkiye'den bakılınca
hem kuş hem deve.
Savaşların anası:
Bir Saddam atasözü. Diktatör kehanetidir diye hafife almayın,
ebenin Amerika olduğu dünyada hep doğru çıkmaya mahkum kalabilir.
Akıllı bombalar:
üç ayrılır. Tam akıllı bombalar:
Gittiği yeri ve yaptığı işi rastlantıya bırakmayan bombalar.
Yarım akıllı bombalar: Gittiği yeri olmasa bile yaptığı işi
rastlantıya bırakmayan bombalar.
çeyrek akıllı bombalar: Gittiği yeri de yaptığı işi de rastlantıya
bırakan bombalar.
Sonuçta patlıyorsa maksat hasıl olmuştur. Hem, dünya kadar aklın
olacağına çeyrek akıllı bombaların olsun dememişler midir?
Friendly fire:
"Dost ateşi" çevirisi genel kabul gördü diye sigaranızı
ya da yemeğin altını yakmaya yarıyor zannetmeyin. Birbirileriyle dost hayatı
yaşamaya karar vermiş silahlı adamların panik atak kazalarına deniliyor. Niye
"kardeş kurşunu" diye çevrilmiyor, merak ettim doğrusu.
Şer mihveri:
Kendi halklarından başka kimseyi özgürleştirmeyi becerememiş ülke
yöneticilerinin içinde toplandığı bir Amerikan kategorisi. Mesela, kafalarına
dünya kadar bez dolayan, berber parasına bile cimri iranlılar o güzelim şah
Rıza'nın rızasını almadan ülkesini elinden almadılar mı? Peki onlar hiç Irak'ı
özgürleştirebildiler mi? Eee?
Şeytan ülkeler:
şeytan şeytanı görünce değneğini çıkarırmış. Haliyle, büyük şeytan
küçük şeytanı yutarmış. Bir tür aile içi ilişki, karışmak size düşmez.
Piyasaların savaşı satın alması:
Savaş cüzdanıyla barış vicdanı arasında yalpalayan ulusların
kulağını çekme operasyonu. ölmüş eşeği kurtla korkutmaya çalışan askerlikten ve
yoksulluktan muaf loncaların yatırım işlemleri. "Sana ölümün yolları, bana
dolarlar" şarkısının şarktan garba yankılanan icrası.
Embedded muhabirler:
Robert Fisk'in arabı. Sarı basın kuvvetlerinin silahlı kuvvetlere
zimmetlediği kameralı personel. Türkçeye "iliştirilmiş" ya da
"tutturulmuş" muhabir diye tercümeye çalışıldı. Yıldırım Türker
"kakılmış gazeteci"yi önerdi. Yatılı askeri gazeteci, yatakçı savaş
bildirgecisi, yatık askeri personel, geçici muhabere kevaşesi türü
çevirilerinden sakınınız. Gömme gazeteci de diyebilirsiniz, hem emmeye hem
gömmeye gelir manasında.
Dikkat, yanlarına gerçeklerle yaklaşmayınız.
Esir:
Amerikalıları için Cenevre Konvansiyonu, Irak ya da
Afganistanlıları için Guantanamo Konvansiyonu kurallarına titizlikle uyulması
şart olan iyi ölememiş, demek ki iyi savaşamamış exaskerler güruhu.
Cenevre Konvansiyonu:
O zaman daha televziyon ya da hatta radyo bile çıkmamışsa da
Amerikalı esirleri teşhir etmeyi yasaklayan bir belge. Iraklı esirlerse teşhir
edilmiyor, Andy Warhol ilkesi gereğince beş, on dakikalığına şöhret yapılıyor.
Tezkere:
Son Türk hükümetinin iyi beceremediği bir tür savaş tombalası.
Tezkerenin hakkı üçtür. Biri çıkmazsa üçün biri hükümetin elinde kalmış olur.
Oyun şöyle oynanmaya çalışılır:
1. Tezkereyi bulan aferini alır. ikinci tezkereyi bulamayana Beyaz
Saray'ın şahinleri derinden saygı duyar. üçüncü tezkere çi fayda, bade harabül
Basra? (Bkz. Basra)
Türkiye Büyük Millet Meclisi:
Yürütmenin tezkerelerini yürütmesine izin vermeyen Türkiye
Cumhuriyeti yasama mercii. Adındaki "Büyük Millet Meclisi"nin
anlamını nedensiz ve zamansız hatırlayan oyunbozan yasama.
Bush:
"Yahu Dick, bu bizim Kongre'nin alt kolu değil miydi?
Cheney:
"Walker, ne olduğunu ben de anlamadım. Türk demokrasisini
ateşte unuttuk galiba, taştı..."
Demokrasinin inşası:
Amerikalılar gelmeden önce Amerika'da demokrasi mi vardı? Demek ki
özü itibarıyla Amerikalıların uyguladığı bir sanattır bu.
Yağma:
Irak'ta Bush özgürlüğünün anlamını derhal kavrayarak, tadını
çıkarmaya başlayan ahalinin toplaşarak yürüttüğü ekonomik faaliyetin adı. işte
böylece Amerika'dan sonra Irak da bir fırsatlar ülkesi haline gelmeye başladı
şimdiden. Hem Green Card bile gerekmiyor bunun için.
Yorumlar
Yorum Gönder