Önce Türkler asimile edildi
Birgül Ayman Güler ırkçıysa bile
milli eğitimi aşan bir
durumu yoktur;
en fazla “tek ülke, tek devlet, tek bayrak, tek dil”
(tek dini
bile duyduk değil mi?)
şiarını paylaşan herkes kadar ırkçıdır.
Peşin yazayım: Irkçılık bir eğitimdir. Milli eğitim.
Türkiye’de meseleyle ilgilenenler, Kürtlerin Türklere ait ülkeye
kazayla düşen ve misafirlik haklarından fazlasını isteyen huysuz bir toplummuş
gibi konuşur çoğunlukla. Türklüğün bir “ulus adı”, Kürtlüğün “etnik” ya da “halk”
adı, en fazla Birgül Ayman Güler’in son (bilimselmiş, öyledir!) adlandırmasıyla
“milliyet” olması bu kabulle bağlantılıdır.
İKİ TÜRK
Kürt niye “etnik” de “Türk” niye ulus adı? Bir sebebi var
bunun, bir tarihi, bugünü.
Osmanlı’da en az iki Türk vardı. Biri, siyasal rakiplerinin kendisine
taktığı isim olarak Türk. Ki bu resmi Osmanlı tarih yazıcılığında gururla
benimsenirdi. Örneğin, iki Kosova savaşını anlatan tarihçiler şöyle şeyler
yazar: “Biz Türk’ü sınarız, kalanı da esir ederiz dediler. Türk onları esir
etti.” Örneğin Yeniçeriliğin kuruluşu anlatılırken, ele geçirilen Frenk
illerinden çocukların “Türk’e verilmek” suretiyle Müslümanlığı ve hünkâra
hizmeti öğrenmesi, yani devşirilmesi hedeflenir. Bu Türk, sultanda en üst
yöneticisini ve temsilini bulan, sarayın ve dayandığı örgütlenmenin imgesel
Türk’üdür; ideolojik bir adlandırmadır. Bütün toplumu, nüfusu değil, belirli (ve
elbette yenilmiş) bir kesimini hedefleyen, “aydınlanma” öncesi çağa özgü bir “asimilasyon”
ve zümreleşme türü.
İkinci Türk (Osmanlı’nın hep aşağıladığı söylenen Türk) tebaayı
oluşturan nüfusun içinde bir nüfustur. Sarayın arzularına, planlarına,
uygulamalarına, devlet teşkilatının yapıp ettiklerine sırf Avrupalılar ona Türk
diyor, o da Avrupalılarla temasında ve edebiyatında bu lafı gururla işliyor
diye kolayından razı olmayan, ovada, bayırda ve dağda, yazda yabanda kendi
varlık tarzını-siyasetini yürüten kanlı, canlı Türk’tür. Türkmen, Yörük,
Tahtacı, Çepni…
FERMAN PADİŞAHINSA
Bu iki Türk’ün aynı şey olduğunu öne sürmek, ikincinin birinciye
çevrilmesi stratejisinin, (tersten söylersek) devlet Türklüğünün, etnik
Türklüğe aşılanması stratejisinin kendisini haklılaştırmak için ürettiği
ideolojik algıya, söylemsel kurguya teslim olmak demektir.
Ulus devlet denilen şeyin kuruluşunda bu işlemin adı “ulus
inşası”dır. Fakat “ulus inşası” kavramsallaştırması, bilimsel bir adlandırmadan
çok devlet(ler)in ulus(lar) üzerinde öne sürdüğü hakları onaylama eğilimi
taşıyan, devletsiz ulus olamayacağı, dolayısıyla bakılan zaman kesitinde
“devlet”i olmayanların ulus değil, nüfus farklılıklarından (kimi zaman
fazlalıklarından) ibaret olduğunu (şu kurtarıcı “halk” kelimesinin imdada
yetiştiği ne çok yer var) bir ideolojik icat.
Oyun “devletler” arasındadır. Kürtlüğe ilişkin her şeyin
“etnik” Türklüğe ilişkin her şeyin “ulusal” yani doğal kabul edilmesinin nedeni
budur. Saraydan çıkma, okuldan cilalama, devlet onaylı Türklüğün ilk
asimilasyon hamlesi, “tebaa” olarak Türklüğe karşıdır; Osmanlı’nın son iki
yüzyılının iskan politikaları, bu Türklüğün devletleştirilmesi arzusu etrafında
şekillenir. “Devlet padişahınsa dağlar bizimdir” diyen koçak şair, asimilasyon
tornasına direnişi söylemektedir.
Bu Türklüğün amisilasyonu, diğer asimilasyon, de-nasyonalizasyon,
imha ve inkâr politikalarının da kapısını açar: Bir Yörük ya da Türkmen
obasına, “Kürt aslında Kürt değildir Türktür” inancını anlatamazdınız ki
aşılayabilesiniz; asimilasyonla bu hal terse çevrilince, Kürt’ün aslında Kürt
olduğunu anlatamayacağınız gibi. Onlara, Kürt’ün ya da başka birinin diğer
çeşitli kavimlerden daha aşağı olmadığını, olamayacağın, bir aşağılıklık varsa
başkalarını aşağılayan ağızların kendi aşağılıklığı olduğunu anlatamayacağınız
gibi bugün.
TATMİN VE İKNA MASALI
Bugün “Kürtlerin tatmini, Türklerin iknası” denilen formül,
işte bu “devletli” ya da “devletleştirilmiş” Türk’le ilgilidir. O devlette
değilse, devleti yönetmeye talip, yapısı da devlete benzeyen partisinin aklıyla
hareket eder. Hem devlet, hem de onun makbul gördüğü partileri Kürt varlığını
Türkiye’ye kazayla düşmüş ve hiç gecikmeden Türkleşmeye mecbur, hatta memur bir
varlık olarak gördü. AK Parti iktidara gelirken ve iktidarının ilk yıllarında
bu bakışı değiştirmeyi vaat eder gibiydi. Gelinen yerin, Birgül Ayman Güler’in
yeriyle ilişkisi var.
Geldiğimiz yer, bu bakışın değişip değişmediğini göreceğimiz
yerdir. Devletin asimile ettiği Türklüğün “iknası”, devleti çekip çeviren “Türklerin”
kararı anlamına gelir. Kanın, ateşin, acının yurttaşların ruhunda açtığı
yaralar ve biriktirdiği öfkelerin kaynağının “Kürtler” olmadığı, o kanı, ateşi,
acıları ortaya çıkaranın zorunlu ve zoraki “Türklük” ve onu da yaratan bir
devlet işi-işlemi olduğunu anlamaya ve anlatmaya başlayacak bir siyasal bakış için
süreç kolay, aksi için zordur.
GÜLER BİR AYNADIR
İşte, Birgül Ayman Güler, “devlet dersi”ni tamam etmiş bir
vatandaştır. Ruhu tevhidi tedrisatta devletle tevhit etmiştir. Türkiye
Cumhuriyeti’nin ideal yurttaşı olma hakkını bu tevhitle kazananlardandır.
Ya ülkedeki insanların din, dil, ırk, cinsiyet, hasılı, her
tür kimliksel oluş ve kabullerinin devlet tornasından geçemeyeceğini, devletin
buralara ilişemeyeceğini ideal olarak kabul edeceğiz. Ya da Birgül Ayman
Güler’inki gibi sözleri alkışlayacağız.
Birgül Ayman Güler’in sözleri, başkasının
ırkçılığını,
ayrımcılığını ya da başka ayrımcılıkları örtmeye yaramaz, sadece
kendisini ifşa
eder. Irkçıysa bile milli eğitimi aşan bir durumu yoktur; en fazla “tek
ülke,
tek devlet, tek bayrak, tek dil” (tek dini bile duyduk değil mi?)
şiarını
paylaşan herkes kadar ırkçıdır. Çünkü ırkçılık bir eğitimdir. Milli
eğitim. Kimi bunu "bilim"le cilalayıp güzel gösterir, kimi dinle, kimi
başka kaynak ve usullerle...
Yorumlar
Yorum Gönder