Dostlar gerekçede görsün!
Son reformlarımızdan
birine göre
tutuklama gerekçeleri
“somut” olarak
yazılacaktı,
ÇHD soruşturmasında
gördük ki
tas da hamam da hâlâ eski.
“Savunma”, malum, yargının üç ayağından biri. Hukuk kültürü,
“savunma”sız bir yargılamayı hukuki saymamayı gerektirir. İşte, iddia, savunma
ve yargı makamlarını dolduran savcı, avukat ve hakim, bu “hukuki”liğin
sağlanabilmesi için çalışır. Eşitler arasında birinci olan hakim, “eş güçler,
eş silahlar”la karşı karşıya gelen savcı ve avukatın belirli usul kurulları
çerçevesinde ortaya koyduğu deliller, öyküler toplamına göre bir karar verir.
Usul, hukuku oluşturan yerdir; karar da hukuku tanıdığımız yerdir. Kötü mevzuat ve kötü örgütlenme içinde bile
“iyi karar” çıkma ihtimali bu yüzden vardır; iyiden de kötünün çıkacağı gibi.
Aşağıda iki “karar” var, ÇHD üyesi avukatların gözaltı ve
tutuklanma ya da salıverilme sürecinde verilmiş iki karar.
Önce bir hatırlatma: Türkiye’de “hukuksuz tutuklamalar”dan
başbakan dahil herkes şikayet etti. Bu şikayeti düzeltmek için de mevzuat
düzeltildi, buna göre tutuklama kararları, somut biçimde
gerekçelendirilmeliydi. Çünkü genellikle, “delil durumu, kaçma şüphesi ve atılı
suçun niteliği gözetilerek” tutuklamaya ya da tutuklamamaya karar verilirdi.
Aynı gerekçenin yazılıp, sadece cümlenin yükleminin “tutuklama” ya da
“tutuklamama” olarak kaydedilmesi, gerekçenin somut olamadığının en açık
göstergesiydi.
Avukatların tutuklama kararı şöyle:
Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Barkın Timtik,
Taylan Tanay, Ebru Timtik, Avni Güçlü Sevimli, Şükriye Erdem, Naciye Demir,
Nazan Betül Vangölü Kozağaçlı, Güray Dağ üzerlerine yüklenen suçu işledikleri
hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması (Teknik takip, fiziki takip, aleyhe tanık
beyanı, gizli tanık beyanları) üzerine atılı suçun CMK 100. maddede katalog
suçlardan bulunması göz önüne alınarak işin önemi, verilmesi beklenen ceza dikkate alındığında tutuklama kararlarının
ölçülü olduğu, şüpheliler hakkında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının bu
aşamada yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK 100 ve devamı maddeler gereğince
ayrı ayrı tutuklanmalarına karar verildi.”
Bu tutuklama kararı, “somut delil yazın” yönündeki vurgulu
yasa emrinin gereği olarak, eski bildiklerimizden az daha uzun. Fakat “atılı
suçun niteliği” yerine madde yazılarak, “olguların bulunduğu” söylenip zaten
her dosyada bulunan delil grupları zikredilerek gerekçe somutlaşmış mı oluyor?
Bu kabaca, “Bizim iyi bildiğimiz, ama buraya yazmadığımız gerekçelerle”
demekse, eski gerekçe yazma alışkanlığı, yeni mevzuat gereklerine uygun biçimde
değişmiş mi oluyor? Yine, isimlerin toptan yazılması, hem suçun şahsiliği hem
de her yargılamanın kişi dahil her bakımdan kendine has özelliklerinin göz ardı
edilmesi anlamına gelmiyor mu?
CEZAYI BEKLEYEN KİM?
Bu sorular dışında, bir tuhaflık daha var: “Verilmesi
beklenen ceza dikkate alınarak…” Aslında, cümlenin oraya kadar gelen kısmı,
eski “atılı suçun niteliği” ifadesinin az ayrıntılandırılmış halinden ibaret,
peki bu ne? Kim bekliyor bu cezayı? Bir suça verilmesi “beklenen” ceza, kanunda
yazan cezadır, fakat sadece kanunda yazan ceza tutuklama sebebi olarak
gerekçeye dönüşebilecekse, “masumiyet karinesi” daha soruşturmanın başından
çiğnenmiş olmayacak mı? İlerde, dava açılıp da tutuklamalar yeniden
tartışılırken hakim, “verilmesi beklenen ceza” cümlesini kurabilecek mi? Kendi
vereceği cezayı beklediğini söyleyen bir hakime ne diyeceğiz?
DOSYANIN KAPSAMI NASILSA ARTIK
Bu da bir avukatın tutuklanmama gerekçesi:
“(…) hakkında
kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama sebepleri
bulunduğu ancak tüm dosya kapsamı dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin
yeterli olacağı, tutuklamanın ölçülü olmayacağı kanaatine varılmakla cumhuriyet
başsavcılığının tutuklama talebinin reddine…”
Bu kararın özelliği,
eski dönemdeki alışkanlıkların bazı cümle değişiklikleriyle yeni dönemde de
geçerli olacağına işaret etmesi: “Tüm dosya kapsamı” nasıl bir kapsamdır ki,
bir yandan “tutuklama sebepleri var” olurken öte yandan “tutuklama ağır”
olabilir?
“Tutuklama için somut
gerekçe” emri, eski kısa ve iki sonucu birden alabilecek cümlelerin biraz daha
karışık yazılmışına getirdi bizi. Delilden sanığa gitme dersinde ne haldeyiz,
ona bakalım.
Soruşturma sürecinden
bir de bilgi:
Gözaltına alınan avukatlardan, doku-kan-salgı örneği alınmış.
Rıza göstermedikleri için de bunlar “zor kullanarak” elde edilmiş. Polisler,
gözaltındakilerin ellerine, ayaklarına basmış, ağızları zorla açılarak tükürük
örneği alınmış. Bir avukattan bu koşullarda iğneyle kan da alınmış.
Ceza sistemimiz,
kişinin bedeninden kendi aleyhine delil elde edilmesi meselesini (biraz da sallapati
biçimde) düzenler. Sadece yargıca tanınan bu yetki, yakın zamanda savcıya da
(sonradan yargıca onaylatmak koşuluyla) tanıdı. TCK ve CMK düzenlemelerindeki
belirsizlikler bir yana, yönetmelikler her zaman olduğu gibi işi az daha
karıştırdı. Temel bir mesele çözülmedi: Kişi, kendi aleyhine delil üretmeye
zorlanamayacakken, doku vermeye rıza göstermeyen ne olacak? Yasa, “zorla ve al”
diyor, biraz ağız geveleyerek. “Gecikmesi zorunlu hal”de savcıya yetki vererek.
Bir iki kısıtlama da
getirmemiş değil, biri: Sağlığı bozacak şekilde örnek alınması yasak. Şimdi,
yukarıda tasfir edilen şekil, “sağlığa” uygun mu?
İki cevabı var bunun:
Kişinin kendi aleyhine delil vermeye zorlanmasını işkence saymıyorsanız ve kişi
bedeninin ayağına, kollarına, boynuna basılmasını, iğnenin bu pozisyonda
sokulup kan alınmasını “sağlığa zarar vermez” diye kabul ediyorsanız, meydan
sizin.
İkinci cevapta, bu
zorlama ve bu işlemler “işkence” olarak tanımlanır. Gözaltında bulunan ve
tutuklanma ihtimali yüksek olan, gözaltı süresi uzun olan bir durumda, savcının
hangi aciliyetle işleme karar verdiğini sormayalım bile…
KRALIN EMRİ TARTIŞILMAZ
Yargının “karar”
kısmı böyle; son ÇHD soruşturmasında da bir daha gördük ki, eşitler arasında
birinci yargıç değil; savcı da değil, kolluk. Zifir gecede ev basarak, kapı
kırarak, ayak, kafa, kol çiğneyerek işini görebiliyor. İkinci savcı, üçüncü de
yargıç.
Savunma mı? Onun yeri
cezaevi. Peki savunmanın bu kadar değersizleştirildiği bir yer nasıl bir
yerdir? Bu savunmanın neden yüceltildiğiyle anlaşılabilir: Savunma, hukukun
“kıralın tartışılmaz emri”nden devlet toplum ilişkisinin kabul edilebilir bir
kurumuna, savunma hakkı ve makamının güçlenmesiyle geldi. Kralın istediğini
yaptığı yerde, evde de baba çocukları aynı emirlerle cezalandırır, kraliyete
hizmete hazırlardı.
Suçlanan çocuğun
kendini savunma çabası, “Sus, bir de konuşuyor” tokadıyla hala susturulan
yerde, savunmayı çöpe atanlar hukuk şampiyonu olarak görülebilir. O da bir
hukuktur fakat yetkilerini tartışmak istemeyen egemenin hukuku.
Yorumlar
Yorum Gönder