Sivas ateşine asparagas benzini
Madımak otelinde ateş ve dumanla
işlenen katliama dair
sürekli
yeni iddialar ortaya atılıyor.
“Onlar aslında İslamcıları zorda
bırakmak için öldü”
demeye az kaldı.
Hedef hafızayı yok etmek.
Bir hedef daha
var:
Adrese teslim özel afların alanını genişletmek.
...................................................................................................................................................................
Öykünü kimselere emanet etme
Öykünü ölsen de terk etme
(Hulki Aktunç)
Sivas’ta hafızaya saldırılıyor. Aralıksız neredeyse. Bin bir
aklayıcı, fabrikasyon tevatüre yenisi eklendi: Efendim, Madımak otelinin
içindeki hiç kimse yanarak ölmemiş. Kurşunlanarak öldürülmüş. Kindar, ayrımcı,
katledilenlerin hatırasını derinden incitici, ateşi ve dumanı aklayan bir
asparagas.
Hafızaya saldırılıyor, sözde belgelerle. O kadar pervasız
ki, “Oradakiler yanarak değil, dumandan boğularak öldü” diyen Temel
Karamollaoğlu bile yalanlanıyor artık. “Birbirilerini öldürdüler” demeye ramak kaldı, “Karanlık güçler geldi, vurdu, gitti” masalıyla.
Otel kapısında “Yaşasın cehennem” diye bağıran saldırgan kalabalığın masum
sokak eğlencesi yapan iyi insanlar olduğuna inanılması isteniyor.
Sanki biz sevgili ölülerimizi morgdan almışken yalan bir
şeyi almışız. Sanki kurşunla öldürülmüşmüş de sevgililerimiz, biz gizlemişiz.
Yanık yokmuş da var demişiz. Biz, orada canlarını yitirmenin acısını ve adaleti
tecelliye güç yetirememenin utancını , insan olmanın utancını derinden
yaşayanlar, kötü insanlarız, 19 yıllık bir yalanın oyuncularıyız, hakikat
onlar.
Bu güç nereden? Bu cüret? Bu kibir? Bu küstahlık? Galibin
gücü. İktidar savaşını kazanmış, hakikat savaşını da kazanmak isteyen galibin.
Arşivlerden çıktığını öne sürdükleri ya da gerçekten saklayıp çıkardıkları
kirli bilgileri, bizim acılı hafızamızı yok etmek için pişirip pişirip boca
ediyorlar orta yere. Yerseniz. En asıl hedef “biz” de değiliz elbette, “biz”
zaten tartışma dışıyız, hedef bilmeyenler, hedef, “yeni Türkiye’nin yeni
insanı”nın ruhunu şekillendirmek. Mağdurun hafızasının, toplumun hafızasına
dönüşmesini engellemek, galibin hafızasının “hakikat” olarak tescilini
sağlamak.
Şimdi, bu asparagasçı mücrim saldırganlığın nereden güç
bulduğunu, nereye çalıştığını, nereye ve neye hizmet ettiğini anlamaya
çalışalım. Bu basit bir bildik maksatçı propaganda yayını olamayacak kadar
önemli. Önce şu “derin devlet, karanlık güç” vs. meselesine dair bir söz: Derin
devlet diye bir şey yoktur, deriniyle yüzeyiyle daima bir devlet vardır. Derin
devlet yüzeydekinin, yüzey devlet derindekinin fonksiyonudur. Sonra şunu öne
süreceğim: Sivas yayınları, hem hakikati örtmeyi hem de hükümetin son birkaç
aydır yürüttüğü kişilere özel, adrese teslim bağışlama uygulamalarının
genişletilmesini hedefliyor.
BEŞ ÖNEMLİ VAKA
Sivas’ta altı sanık için (insanlığa karşı suç olduğu gerçeği
göz ardı edilerek) zamanaşımı kararı verildiğinde otorite ne dedi: “Mağduriyet
giderildi.”
Cezaevi adlı, aslında özel yapılı, özel güvenlikli kamu
malikanesinde, mütegallibeden ya da gücün artıklarından sebeplenenlerden (CHP’li
bir zat dahil) türlü çeşit ziyaretçileriyle gününü gün eden “bin operasyon”cu
Mehmet Ağar, cezaevi nakil aracında, koğuşunda yakılan mahkûmlardan başka bir
uzay ve zamanın mahkûmu mu?
Katliam mahkûmu devletin özel kanunlu affına mazhar olduktan
sonra ne dedi: “Hiçbir şeyden pişman değilim. Vesile olanlara teşekkür ederim.”
Ve çok önemli son vaka: İşkence ve işkence aracı olarak
tecavüzle suçlanan, Türkiye’nin mahkum olmasına yol açmış biri, güvenlik
sektörünün çok önemli bir biriminin şefi olarak ödüllendirildi.
“BAĞIŞLAMA”NIN FELSEFESİ
Bu “bağışlanmış” kişileri kim, hangi yetkiye dayanarak
bağışlıyor?
Adalet içinde, adaletsizlik anlamına da gelmeyen “bağışlama”
diye bir şey var, evet. Jacques Derrida, “bağışlanan” kişinin, daha önce suçu
işlemiş kişiden başka bir kişi olduğunu söyler; o “değişmiş” biridir. Bu hem
bağışlama aracılığıyla elde edilmiş bir durumdur hem de bağışlamayı mümkün
kılacak iki şart ister: Bağışlanmayı dileme ve bağışlamanın “cezayı
sürdürme”den daha fazla “toplumsal yarar” getirmesi. Şimdi, ödülü ceza gibi
yatan Mehmet Ağar “başka biri” mi olmuştur? Silahsız yedi kişiyi, kanlı
ülküdaşlarıyla birlikte, sırf politik görüşlerinden ötürü boğup, kurşunlayıp,
“Pişman değilim” diye çıkan kişi başka bir kişi mi olmuştur? Sivas’ta ilk
günden beri kollanan saldırgan ordusundan birilerinin yararlandığı “zamanaşımı”,
suçu hâlâ aklayan ve hâlâ mağdurları, ağır, alçakça bir ayrımcılık ve hakaret
diliyle mahkûm göstermeye çalışan kindar yayın şebekelerinin şevkini artıran
şey değil midir?
Derrida’ya Paul Ricoeur’ün cevabını hatırlatalım:
“Bağışlanan, başka bir kişi değildir, sadece böyle bir potansiyeli taşır.” Bu
öze bağışlamaya mazhar olmuş kişiler, “Yaptık, aynı şartlarda gene yaparız”
diyen kişilerken, iktidar ne yapmış oluyor? Suçu işledikleri andaki kendilerini
ve fiillerini aynı rahatlıkla savunan bu kişiler, işlenenin “suç” olmadığını
savunan bu kişiler, otoritenin hedeflediği hangi yarar, hangi ide uğruna
bağışlanmıştır o halde? “Yine olsa yine yapacak” kişileri aramıza katarak ne
umuyorsunuz? Onları terfi ettirerek? Onları saygın kamusal kişiler statüsünde görerek,
göstererek?
Bu kanayan eski yaralara tekrar tekrar sokulan hançerler,
yeni yaralarımızın da daha uzun mu uzun süreler kanayacağından başka anlama
gelmiyor. Yedinci ayı tamam olan Uludere’de bin bir telkin, karartma, tehdit ve
yalanla yapılmak istenen şey, Sivas’ta, Bahçelievler’de, “bin operasyon”da,
emniyetin kapalı dehlizlerinde 12 Eylül’den itibaren yapılan şeylerin aynısı:
Suçlular kaçırılacak, saklanacak, kazayla yakalanırsa deliller kaçırılacak,
saklanacak, en sonunda mecbur kalınan cezalar şu ya da bu hukuki ilke ve
kurumun kötüye kullanılması suretiyle kalkıverecek.
OTORİTENİN SEÇİMİ
Bağışlamada, Paul Ricoeur’ün diyeceği gibi, “suç” aklanamaz,
suç yine suç olarak görülüp lanetlenir. Siz suçu (Uludere’deki gibi) suç
saymıyorsanız, suçu (Sivas’taki gibi) her fırsatta mağdurlara yıkmaya
meylediyorsanız, suçu (Mehmet Ağar’daki gibi) devlete hizmetin bir aracı görüyorsanız,
suçu (Bahçelievler katliamındaki gibi) dönemin istenmeyen ama kaçınılamayan
olaylarından biri diye değerlendiriyorsanız, suçu (polis şefindeki gibi)
mağdurun hukuki alakaya değmez bir sızıldanması sayıyorsanız, işleyen şeyin adı
adalet olamaz. Ne bir hukukta, ne bir rejimde, ne bir dinde, ne bir felsefede
bunlara adalet derler.
Devlet eliyle bağışlananlara, yine Riceour’ün sözüyle, “Sen,
işlediğin fiillerden daha değerlisin” denilmektedir. Mağdura tek söz kaldı: “Sen,
mağduru olduğun fiillerden daha değersizsin.”
Fakat, o kadar cezaevi var, birilerinin de oraya girmesi
gerek, değil mi? Yurttaş mı yok? Köyü yakılan, bir oğlu ve bir kızı, gücünüz
varken bitirmek yerine körüklemeyi seçtiğiniz savaşta ölen, bir oğlu hapse
atılan Sitti Şen var. Geçen cumartesi, faili meçhul ve gözaltında kayıp
dosyalarını açmak yerine, kendilerine el uzattığınız Cumartesi Anneleri var.
(Radikal İnternet 24 Temmuz 2012)
Devam gibi:
Sivas yangınına asparagas benzini/Zeyl
Aynı kategoriden eski bir kayıt:
Sivas'tan 1914'e hafızaya saldırı
Ne o pespaye gazetenin haberini, ne de kullandığı yaralıyıcı fotoğrafları kullanmaya içim elverdi.
İnternette yalanı da, yalanın ne kadar yalan olduğunu gösteren haberleri de bulmak kolay. İşte linklerden biri:
http://www.internetajans.com/haber/akitin-iddiasi-asparagas-cikti-haberi-11580h.html
(Radikal İnternet 24 Temmuz 2012)
Devam gibi:
Sivas yangınına asparagas benzini/Zeyl
Aynı kategoriden eski bir kayıt:
Sivas'tan 1914'e hafızaya saldırı
Ne o pespaye gazetenin haberini, ne de kullandığı yaralıyıcı fotoğrafları kullanmaya içim elverdi.
İnternette yalanı da, yalanın ne kadar yalan olduğunu gösteren haberleri de bulmak kolay. İşte linklerden biri:
http://www.internetajans.com/haber/akitin-iddiasi-asparagas-cikti-haberi-11580h.html
Yorumlar
Yorum Gönder