Türkiye uçuyor, ya kemerleri bağlayın ya kaybolun!
Bir üniversite Kürt gazetecilerin tutuklanmasını eleştiren ve
bu nedenle hedef gösterilen öğretim üyesiyle “yollarını” ayırdı. Bir gazete
Başbakan Erdoğan’ı eleştiren yazarıyla yollarını ayırdı. Yol ayrımındayız.
Havacılıkta grev ertelendi. Türkiye uçuyor, bu uçuşa uymayanlar da uçuruluyor…
“Türkiye adil ve özgür bir hukuk devletidir” diyor iktidar
mensupları, bağıra bağıra, üzerine basa basa. Adalet diye bağırmayı
bırakırsanız siz de göreceksiniz; özgürlük özgürlük demekten vazgeçerseniz göreceğiniz
gibi!
Adil, özgür hukuk devletinin bu haftasından üç vaka:
ALİ AKEL VE GÖRÜNEN DEĞERLER, GÖRÜNMEYEN DEĞERLER
Ali Akel, iktidarın top yekün (askeri-polisiye-adli ve idari)
operasyon stratejisinin yol açtığı, uyarıcı olması gereken bir katliamda,
Uludere’de, saldırı sahiplerinin ve destekçilerinin “hatalarına” dikkat çekmek
için son derece nazik, dikkatli ve ölçülü kaleme alınmış yazısı nedeniyle işsiz
kaldı. Klasik deyişle, “iktidara yakınlığıyla bilinen” Yeni Şafak yazarı ve çalışanıydı.
Artık değil. Esasen, ne fazla uç şeyler söylüyor, ne de hükümetin ana tarzına,
operasyonculuğuna karşı çıkıyordu. Sadece, özetle, “Uludere’de anlaşılmaz bir
şey var. Bunun anlaşılmasını sağlamanız gerekir. Uludere’yi açıklamadığınız
gibi, devamındaki sözleriniz de zarar veriyor, kabul edemiyoruz” diyordu.
Elbette değersiz değildi söyledikleri. Uludere’nin iktidarın
anlattığı gibi anlaşılmasını, geçiştirilmek istenmesini kabullenememişti. İktidara
halel gelmesine de üzülmüştü. Muhtemelen iktidara destek verirken
paylaşıldığını inandığı değerleri uğruna kaleme sarılmıştı. Fikir özgürlüğünü
kullanıyordu. İktidarın topluma ekmek istediği değerlerle, toplumdan destek almak
için başvurduğu değerlerin aynı olmadığı, Ali Akel’ın işsiz kalmasıyla tekraren
tescillendi. Kıssanın hissesi: Ali Akel, adalet talebinden vazgeçmediği için
iktidarın ne kadar adil olduğunu göremedi yazısını yazarken! Çünkü bu iktidar,
uluslararası ortaklarıyla aynı adalet ilkesine dayanıyor: “Ya bizden yanasınız,
ya düşmanlardan.” George W. Bush formülüdür, Afganistan işgalinden önce ilan
ettiydi. Başbakan Erdoğan Salı günkü grup konuşmasında kendi lisanınca teyit ve
tekrar etti formülü.
2
ESRA ARSAN, ÜNİVERSİTE VE İFADE HÜRRİYETİ
Doç. Dr. Esra Arsan’la da üniversitesi “yollarını ayırıyor.”
Ne olmuştu? Kürt gazeteciler dahil, gazetecilerin tutuklanmasını eleştiren
görüşlerini ANF’ye de açıklamıştı. Sonra (başbakana akredite olması 10 yıldır
nedense tuhaf karşılanan) bir gazete tarafından hedef gösterilmiş (Ne hedefi
olacak, bir Kürt ajansına bir akademisyen konuşmuşsa, elbette bölücülükle suçlanacak)
ve hakaret edilmişti. Çalıştığı üniversite mesajı hemen almış olmalı: Biz,
üniversitenin Esra Arsan’ın arkasında olduğunu, bir kişinin alenen, hukuka ve
ahlaka aykırı biçimde hedef gösterilmesinin doğru olmadığını üniversiteden
duymadık. “Özgürlük şahsi bir meseledir, kendi konuşmuş, kendi göğüslesin” mi
diyorlar? Buna kanaat getirip avunacaktık ki üniversitenin Esra Arsan’la
yolların ayrıldığını duyduk. İyi üniversite olduğunu gösterir, böylesi bir
mesajı hemen alacak kadar iletişim biliminin inceliklerine vakıf bir akla sahip
olduklarını anladık!
Esra Arsan ne suçu işlemiş olabilir? Bilmeyecek ne var: İktidarın,
cumhuriyetin ilk yıllarında ideolojik getir götür işlerini görenlerin ürettiği
formülle, “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle” olarak gördüğü “millet”in
içinde imtiyazları ifşa eden, sınıflılığı sergileyen ve kaynaşmanın sadece
kanlı bir ayrışmayı örtüleyen bir laf olduğunu gösteren herkes gibi, “ülkenin
kötülüğünü isteyen karanlıklarla işbirliği” suçunu işledi. Yani görüşlerini
açıklama suçunu işledi. O da fikir özgürlüğünden vaz geçmediği için,
Türkiye’nin ne kadar özgür bir ülke olduğunu göremedi.
Hem Akel’in, hem Arsan’ın başına gelenler, iktidarın son
seçimlerden önce girdiği yolda hiçbir pürüz istemediğinin dün tecelli eden göstergeleriydi.
Aynı zamanda bu yolda en çok dikkat ettiği şeyi gösteriyordu: Muhalefetlerin sadece
belli noktalarda da olsa buluşmasını engellemek; özellikle de Kürt
muhalefetiyle diğerlerinin buluşmasını. Uludere’nin iktidarı giderek daha çok
sinirlendirmesinin sebebi burada: Katliam, iktidarı şimdiye kadar iktidarı desteklemiş
çok sayıda kişi ve çevreyi sorgulamaya yöneltti; kuşkularını ve sorularını
dürüstçe alenileştirenler, “hain, kalleş, bölücü, iç ve dış mihrakların
tasmalısı” lafından sonra hizaya gelmek zorundalar, gelmezlerse, uçarlar.
Elbette, “İktidarla ne ilgisi var” denilecektir hemen, “Biri
özel bir gazete, öbürü de özel bir Üniversite. Özel sektör istediğini işten
atar, istediğini alır.” Theodor W. Adorno çok zaman önce vermişti cevabı:
“Tahakküm, hükmedilenlerce yayılıyordur.” (Minima Moralia, Metis Yayınları)
Ekleyelim: Otoriteryen neo-liberalizmin kuralıdır, sadece
sağlığı, eğitimi değil, baskıyı da, sansürü de, propagandayı da, sair zihin
belirleme işlerini de özelleştirir.
THY EYLEMİ VE GREV YASAĞI
Özelleştirme deyince… THY eylemi var bir de. Piyasa
kurallarına tabi bir şirket, çalışanlarının hak talebine yönelik eylemlerini
“işten atma”yla karşıladı, hükümet de alelacele “havacılık sektöründe grev
yasağı” getirdi. “İş barışı, sosyal taraflara eşit mesafe” filan? Bu, 12
Eylül’den beri “Ağlama sırası işçide” anlamın geliyor. Üstelik, “sınıfsız”
memlekette grev mi olur Allah aşkınıza! Halk grev yaparsa, vatandaş nasıl uçar?
(Ne tuhaf değil mi, cumhuriyetin bütün kurumlarıyla kavgayla gelen iktidar, önceden
şikayet ettikleriyle ne güzel uyum sağladı? En saçma anekdotlarıyla bile!)
Grev yasağına dair gerekçe her zaman, her sektör için geçerli
olabilir: “Stratejik önemi var.” Yeni, uçan Türkiye’nin stratejik sektörü.
Havacılık. İnsansız. İnsanlar uçacaksa da “biz”den olanlar, bizimle uçacak.
Kalanları havaya uçabilir, işlerinden, güçlerinden uçurulabilir. Türkiye
uçuyorken hak, adalet, özgürlük, ekmek türü şeylerin sözü mü olurmuş? Kemerleri
bağlayın, gerisine karışmayın.
Yorumlar
Yorum Gönder