Medyada bir keşif uçuşu


Hans Magnus Enzesberger, ABD’nin Küba’ya (Domuzlar Körfezi Çıkarması) saldırısını yerden yere vurduğu şiirinde, bir basın toplantısından bir generalin sözünü aktarır: “Çocuklar siz fotoğrafları ayarlayın. Savaş kolay.” Gazetecilere söyleniyor.

**
Vaktiyle, Ertuğrul Özkök zamanında Hürriyet, Suriye’yi manşetten sarsmıştı:  “Bir ucundan girer, öbür ucundan çıkarız.” Bir generalin lafı mıydı, yoksa dönemin cumhurbaşkanı Demirel’in mi iyi hatırlamıyorum. Fark da etmez, araştırmaya da değmez, asker ya da sivil, her halükarda bir paşa aklının sözü. Hayır, en az iki paşa. Söyleyen ve manşet yapan.


23 Haziran cumartesi günkü gazeteler de aynı “söyleneni al, daha da parlat, manşete çak” tekniğiyle yapılmıştı. Fakat kim o eski Hürriyet tadında iş yapabilir? Normal. Eski paşaları kırpıp kırpıp paşacık yaptılar. “Ana akım” denilen medya da, medyasal dönüşüm kapsamında, dere ıslah projelerine benzer tekniklerle, küçük küçük beyliklere bölündü. En ufak yağmurda her yeri pis sular basar. Türk basınında küçük beylikler dönemi. İrili ufaklı Ertuğrul Özkök’ler doldurdu ortalığı, kimi petrusunda rock müziğinde kimi şerbetinde nargilesinde. Gazete nerede? Islah oldu hepsi, olmayanı da Allah ıslah etsin…

Hürriyet, 23 Haziran’da da hâlâ amiral gemisi olduğunu kanıtladı, bütün basının: Uçak vakasını (Esat ya da Esed) “Ateşle oynuyor” manşetiyle veren tek o, diğerleri, iktidarperverlik yarışında Hürriyet’i fersahlarca yaya bırakanlar bile, muhalif kardeşleri cumhuriyet gibi “Türk uçağı/uçağımız düşürüldü/Suriye düşürdü” düzlüğünü pek aşamamıştı.
“Uçağımız düşürüldü” kalıbına abananlara, “Sizin uçağınız mı var? Gazete misiniz, hava kuvvetleri mi” diye sorsak? Boş çaba: Onların uçağı var, polisi var, heronu var, mahkemesi var, savcısı var, memleket onların. Gerekirse asker olurlar, gerekirse polis, gerekirse mal müdürü… Onlar memleket demek. Gazete hariç her şey. Ha, bazen askere, bazen polise, bazen, sevcılara kızıyorlar, sonra geçiyor, ya da geçecek. Sahip bu, azarlar da öper de.

24 Haziran Pazar gazeteleri de farklı sayılmaz. Demeç bazlı…, “Biz”in uçağına yapılanlar… Fakat, (Birgün’ün “Taşeron Türkiye” tezine dayalı eleştirel manşeti sayılmazsa,) “itidal”, “dikkat” ve “denge”nin hakim olduğu söylenebilir; Ankara’nın dünkü kafası karışık, bir saldırgan ve bir uslu cümleyi yan yana koyan temkinliliğinin taklidi… (Bir parantez de Sözcü'ye: Davutoğlu ve Clinton'ın "çak"lı fotosu çakılarak yapılan sözel, görsel oyun, gerçekte "rakipler"in demeççiliğinin karşıt sözlerle tekrarından ibaret.)

“Uyarmadan vurdular” sözü en sevilen söz olmuş pazar. Milliyet mesela kaskapital bağırttığı manşetiyle kullanmış, “uluslararası sularda uyarmadan vurdular!” Kötü elbette, uluslararası sularda (birinci kötülük) uyarmadan vurmak (ikinci kötülük) öyleyse bağıra bağıra manşet yapılabilir. Buna sevinelim mi: Türkiye'de medya, ateş etmeden önce muhakkak uyarı gerektiğini anlıyor, savaş uçaklarına bile ateş edecekseniz, önce uyaracaksanız. Yurtta hukuk, cihanda hukuk, hukuk ilkelerini hep akılda tutarak olur. Hani F16'larla ateş edilince beş bin metreden yapılamadığı gibi...

Fakat öyle mi değil mi? Hiçbirinde bu yönde bir bilgi üretme, bilgi sunma çabası da yok gerçekte: Uçak neredeydi, ne zamandı, uyarı yapıldı mı, nereye düştü, uluslararası normlar neler, neredeyse ne yapılabilir? Radikal ve Cumhuriyet normları ve  ihtimalleri sıralayarak kötü denilemeyecek işler çıkarmış ama bu “neler olabilir” sorusuna yanıt ararken işe yarasa da, “ne oldu”ya yanıt değil.  

Es geçmemek lazım: Uçağı vuran silahların Rus işi olma ihtimalini de sevmiş bazıları. Nasıl ki uçak birinden alındı, silahlar da birinden alınıyor. Fransız ya da Amerikan silahı olsaydı, Türk uçağı vurulamaz mıydı? Elbette, iyi adamlarla kötü adamların hep akılda tutulması için kullanılan bir bilgi: Esed ve Rusya ne kaka, biz ve Amerika ve Suudi Arabistan ve Katar ve Sarkozy Fransası bu işte ne iyiyiz. Yeni Fransa’yı henüz çözemedik. Neyse…

Her şeye rağmen gazeteler 24 Haziran Pazar itibarıyla, 23 Haziran’ın şahinliğinde değil: Dünya bakıyor, izliyor, biz de bakıyoruz, her an kararlılıkla bir şeyler yapabiliriz. Hukuk. Nato filan. 
Ömer Çelik’in, “Saldırı NATO’ya” açıklaması, daha önce sınırda atılan sahibi belirsiz üç beş kurşun üstüne koparılan, “5. Maddeye göre bize saldırı var” gürültüsünün hedeflediği şeyi, gürültüsüzce hedefliyor: Bize saldırı var, birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için yazıyor 5. Maddede…” O kurşunlar atılırken beklenen çığ düşmemişti, anlaşılan şimdi kar biriktiriliyor.

Savaş meraklısı gazetecilere kötü haber: Bir uçakla düşmeyinen savaş gelmez. Daha çok çalışmanız gerek. Gerçi aylardır çalışıyorlar, kimi dışişleri bakanını, kimi başbakanı kendine hedef çıta olarak belirlemiş, nasıl onlardan şahin görünürüm diye bas bas bağırıyor.

Savaş meraklılarına iyi haber: Savaş zaten var. Suriye’de yayılma kabiliyeti bulunan muhalefeti iktidardan bile önce darmadağın eden silahlı grupları kim donattı dersiniz? Donatıyor? Suudi Arabistan, Katar, Türkiye üçlüsünden oluşan üçlü konsorsiyum, anlaşılan içerde çevirdiği dolaplarla Esad’ı arzuladıkları biçimde hataya zorlayamadı, şimdi dışardan yoklama oyunu başlıyor.

Savaş meraklılarına bir de uyarı: Bakın, siz fotoğrafları iyi çekemezseniz, devletinizin savaşı ayarlaması öyle kolay olmaz. Çok çalışmanız gerek. Çok.   

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni