Döne döne okunmalı Bedrettin
Kültür Bakanlığı, Şeyh Bedrettin kitaplarını basmaya başladı. "Devlet" şeyh için daha önce iki şey yapmıştı: Osmanlı'yken astı. Cumhuriyet'ken kemiklerini (35 yıllık bir savsaklamayla da olsa) defnetti. Şimdi kitaplarını basıyor. Bu üçüncüsü, en iyisi.
Ayağı yer mi basar zülfüne berdâr olanın
Zevk ü şevk ile verür cân ü seri döne döne *
Osmanlı 16. Yüzyıl şairlerinden Necati, Şeyh Bedrettin için söylendiği kabul edilegelen ‘döne döne’ redifli gazelinde böyle tasvir eder Şeyh’in darağacındaki halini.
Kapışan politik çevrelerin meşrep, mezhep ve yeteneklerine
göre farklı farklı Bedrettinler çıkar ortaya. Kimi için “Türklüğü” önemliyken,
kimi için su katılmamış bir Sünni fıkıhçı oluşu temel vasfıdır, kimi için Alevi
uluları arasında oluşu asıl karakteriyken, kimi için ezilen sınıfların
egemenlere isyanının sembolü ve tarihteki rehberlerinden biri olmuştur.
Cumhuriyet sonrası hakkında ilk bilinen kitap, Şerafettin
Yaltkaya’nın 1924’te yayınladığı ünlü etüdüdür: “Simavna Kadısı Oğlu Şeyh
Bedrettin.” Nazım Hikmet’in Yaltkaya’dan da yararlanarak yazdığı düşünülen
‘Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı’ndan sonra (1936) Türkiye’deki
sol-sosyalist hareket ve kişilerin özel ilgisini çeken sembol değerde bir isim
olur. Nazım Hikmet’in destanıyla başlayan şiirsel ilgide önemli duraklardan
biri de Hilmi Yavuz’un 1974 tarihli ‘Bedrettin Üzerine Şiirler’idir. Romanda
Bedrettin 1974’te Erol Toy’un Azap Ortakları’nda belirir. Fakat şeyh İslamcı ya
da Türkçü sağ akımlar ve kişilerin ilgisinden de mahrum kalmaz: Orhan Asena bir
tiyatro metni yazar, Mustafa Necati Sepetçioğlu iki romanla Şeyhi Türkçü bir
tahayyül içinde işler. İlgi bu yüzyıla da taşınır, Durali Yılmaz’ın romanı 2001
tarihlidir. Yılmaz Karakoyunlu, Serçe Kuşun Sonbaharı’nı 2010’da yayınladı.
Bir efsane kitap: Varidat
Ünlü eseri Varidat ise (kendisine ait olmayabileceğine
yönelik kuşkuların da eşliğinde) defalarca basılır, incelenir, şerh edilir.
Varidat da Şeyh’in kendisi gibi geniş, zıt ve etkili bir mitolojik haleyle
çevrilidir. Hem Osmanlı döneminde, hem bugün yoğun ilgi göre Varidat hakkında,
yine bir ilginç karakter olan 17. Yüzyıl Osmanlı ulasından Niyazi Mısri,
Can kuşunun her zaman ezkarıdır Varidat
Akl u hayalin heman efkarıdır Varidat
matlalı Varidat’ı övdüğü gazelini şöyle bitirir:
Muhyiddin ü Bedreddin ettiler ihya-yı din
Derya Niyazi Fusus enharıdır Varidat
(Alıntı, Abdülbaki Gölpınarlı ve İsmet Sungurbey’in
yayınladığı Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedrettin ve Manakıbı’nın hayli güzel bir
derleme niteliği taşıyan önsözünden.)
Bedrettiniler
Bedrettin’in gördüğü siyasal ve
edebi ilgi ve ilhamın üzerine, Balkanlar’da kendilerini Şeyh’in adına atfederek
anan bir Alevi nüfusun (Bedrettiniler) bulunduğunu da eklersek, Bedrettin’in
belki de Hacı Bektaş’la karşılaştırılması uygun olur. Çorlu’da yoğunlaşan
Bedrettinilerin, çok hızlı dönülen semahları (Bazı gözlemciler, 'En hızlı semah budur' da diyor) Şeyh’in isyan döneminin
enerjisini taşır gibidir. (Alevi-Sünni dikotomik ifadesinin aslında hayli yeni
olduğunu, son şeklini, devlet-siyaset ilişkileri konusunda kendine özgü
fikirlerini bilimselleştirmeye hayli çaba harcayan cumhuriyetin siyasal ve
dinsel-kültürel elitlerinin eliyle aldığını, önemli ölçüde yanıltıcı olduğunu
geçerken belirtelim. Bugün geçmişe dönük kimin Sünni, kimin Alevi olduğuna
ilişkin tartışma ve araştırmalar, bu hatalı bakışın sürüklediği bir yoldur.)
Bedrettin’in Fetret Devri’nde
kapışan dört şehzadeden Musa Çelebi’nin yanında saf tuttuğu biliniyor. Börklüce
Mustafa ve Torlak Kemal isyanlarındaki rolü sıkı bir tarihsel tartışma konusu.
Fakat Börklüce’nin de Torlak Kemal’in isyanlarına girişmeden önce ve
öldürülürken kalplerinde ve dillerinde Şeyh’i saygıyla taşıdıkları tartışma
konusu değil.
Bedrettin’in hem bir Osmanlı
(kazaskerdi) hem de Osmanlı’ya asi (Musa Çelebi’nin yenilmesinden bir müddet
sonra, sarayın kaygıları dinmediği için asıldı) oluşu, hem “bir fıkıh alimi”
hem onu nakzeden, komünist ütopyaları tahrik eden ünlü bir metnin (Varidat)
yazarı oluşu, adının ve şöhretinin etrafındaki halenin güçlenerek devam
edeceğini söylemeye izin verir..
Ünlü 'Teshil' de basılıyor
Bedrettin tartışmasının, Bedrettini ilhamın güçlenmesine yol
açacak son önemli gelişmeyse, Kültür Bakanlığı’nın şeyhin eserlerini
yayınlamaya başlamasıdır.
Letâifu’l-İşârât (Fıkıh Ekolleri Arasındaki Tartışmalı
Konuların İncelikleri) adlı eseri karşılaştırmalı bir hukuk metnidir. Ebu
Hanife, Ebu Yusuf, Züfer, İmam Malik, Şafii ve Ahmed b. Hanbel’in görüşlerini
karşılaştırmalı olarak incelediğini kaydeder.
Peşinden Camiu’l-Fusuleyn’i kaleme alır. Bu da bir usul kitabıdır;
yine kendisine kadar gelen dönemdeki önemli yargı usulü kitaplarını
karşılaştırmalı olarak incelemiştir.
Sonra et-Teshil Şerhu Letaifi’l-İşarat adlı eseri kaleme
almıştır. Bu ünlü eser (ki Nazım Hikmet’in Destan’ında Varidat’ın yanı sıra
anılan kitabı budur), ilk eseri Letaifu’l-İşarat’ın şerhidir. İşte Kültür
Bakanlığı, büyük bilgin ve eylem adamının bu üç kitabını da bastı. Latinize
metinle yetinilmemiş olması, elyazmasının tıpkıbasımlarının da okura sunulması,
hiç kuşkusuz bakanlığın kitap basma serüveninin en parlak işlerinden biri.
Kemiklerinin getirilişi
Denilebilir ki “devlet” eliyle Bedrettin için asılmasından
sonra atılan en önemli adım, 1924’te kemiklerinin Serez’den getirilip
İstanbul’a defnedilmesiyse, onun kadar önemli adım eserlerinin basılmasıdır.
Kemiklerinin mübadeleyle getirilmesi, “asi” Bedrettin’ ile
“devlete layık” Bedrettin arasında bir mübadele için midir? Kim bilir. Şimdiki
yayınların da “asi ve Alevi” Bedrettin’i “devlet adamı ve Sünni” Bedrettin’le
değişmek ya da örtmek için yapıldığı öne sürülebilir, sürülüyor da.
Fakat yaşadığı tarihsel zamanda da, asılmasıyla başlayan
efsanevi zamanda da tek tanıma, tek kalıba sığmayan bu bilgin eylem adamının
eserinin herkesin okuyabileceği şekilde yayınını sağlamak, kabına neden sığmadığını
daha iyi anlamaktan başka bir işe yaramaz. Devlet denilen şeye fikri ve
duygusal ikrahı olan bu satırların yazarı, sadece Şeyh Bedrettin ve
emsallerinin kitaplarını basan bir devlete razı bile gelebilir. Şaka bir yana,
emeği geçen herkes tebrik ve teşekkürü hak ediyor.
Asi ve mazlum
Bedrettin, Osmanlı tarihinin resmi ağzına göre bir asi, bir
sapkındır. Aşıkpaşazade dahil önde gelen Osmanlı tarihçileri, onu ve bedenini
darağacından indirip defneden müritlerini kötü sözlerle anarlar.
Ne var ki idamı hakkındaki kararın kolayca verilememesi,
Necati bey gibi bir çok şairin şiirine ilham vermesi, asılmasının haksızlığına
dair imalar, resmi tarih ağzının katı yüzeyinin hemen altında göze çarpar. Ünlü
alimlerden Taşköprülüzade’nin, “Mazlumen şehid edildi” demesi, Osmanlı ‘resmi
görüşü’nün pek de muhkem olmadığının bir delili sayılabilir.
Kemiklerin serüveni
Kemikleri getirildikten sonra önce Sultanahmet Camisi,
ardından İbrahim Paşa sarayının deposunda muhafaza edildi. Sonra 1961’de 2.
Mahmut türbesinde defnedildi. Defin, Bakanlar Kurulu kararıyla yapıldı. Adına
bakmayın, türbede Abdülaziz ve 2. Abdülhamit de gömülüdür. Ziya Gökalp, Muallim
Naci, Said Halim Paşa, İshak Sükuti Şeyhin “türbedaş”ları arasındadır.
Kemikler neden getirildi sorusuna yeniden dönelim. İlk
bakışta cumhuriyetin kuruluş ideolojisine uygun politikalarda işe yarayacağı
fikri öne sürülebilir.
Fakat daha derin bir boyutu var aslında işin; Babinger’in
anlatımına göre manzara şu: Mübadele sırasında topraklarından sökülen
Bedrettini dervişler, ulu babalarının orada kimsesizliğe terk edilmesine razı
gelmezler. Resmi işlemlerini de yaparak şeyhin kabrini kazar, kemiklerini bir
sanduka koyup İstanbul’a getirirler.
Hakkında bilinen en eski, en yaygın şiirle başladık. En
ünlüsüyle bitirelim, Bedrettin’in eserinin yayınlanmasının tartışma ve
araştırmaları tahrik etmesini umarak.
Nazım Hikmet’in Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedrettin
Destanı’ndan:
(…)
Bedreddin gülümsedi.
Aydınlandı içi gözlerinin,
dedi:
— Mademki bu kerre mağlubuz
netsek, neylesek zaid.
Gayrı uzatman sözü.
Mademki fetva bize aid
verin ki basak bağrına mührümüzü…
Yorumlar
Yorum Gönder