Bakan oturmuş öğrenci öğütler
Bir bakan,
kendisini yumurtayla
protesto
etmek isteyen genci
karşısına alıp öğütledi.
Sonra da öğütlerini bize anlattı.
Bir
çocuk, kafası presle ezildi.
Herkes sustu.
İki kare var. İki görüntü. İki
öykü. İkisinde de “başrol” gençler. Biri üniversite öğrencisi. Diğeri ortaokul
öğrencisi idi. İşçi aynı zamanda. Pres işçisi.
İlkinden başlayalım.
Gençlik
ve Spor Bakanı Suat Kılıç, bir üniversitede kendisini yumurtayla
protesto etmek isteyen, anında derdest edilen öğrenciyle oturmuş yemek yiyor.
Bakan genci karakoldan “aldırmış.” Talimat
da vermiş: “Atmayın sakın yurttan.” Gençliğin
bakanı, gençlerin yurttan atılmasına karşı olur, değil mi? Gerçi, daha önce
yurttan, okuldan atılan, hapse atılan öğrenciler hakkında gençlik bakanından söz
duymadık, “Ayıptır, günahtır” filan diyen. Neyse.
Ağabey-kardeş
formatı
Harcı alem bilgiler için
affedin: Hukuka bağlı, demokratik bir ülkede öğrenciler protesto yüzünden yurtlardan,
okullardan atılmaz. Atılacak işler yapanları da öyle bakanlar filan koruyamaz. Zaten
manzara, fotoğraf “demokratik” bir jestle ilgili değil. Bakanın sözleriyle
devam edelim, bakalım nereye çıkacağız: “Emre
ile Bakan- öğrenci formatında değil, ağabey- kardeş gibi konuştum.”
Bakan ile yurttaş, tanımlı
hukuksal konumlar. Biri kamu (hem devlet hem de toplum anlamlarıyla) görevlisi,
diğeri o görevin hizmet ettiği kişi. Fakat biz iki (devlet ve toplum) anlamıyla
da “kamu”yu soyut bir yüksek değer sayar, o ikiliden birini oluşturan “yurttaşı”
somut değersizliğe gömeriz. Bakan ilk bakışta “hiyerarşik bir bakışı
olmadığını” göstermek için “bakan-öğrenci formatı”na değil, “ağabey-kardeş”
ilişkisine atıf yapıyor görünüyor. Fakat bu sadece ilk bakışta oluyor, ikinci
bakışta işler başka. Aslında bakan bize başka bir şey göstermek istiyor; göstermek
dediğim, gözümüze sokmak.
Kan
(akrabalık) hukuku
Ağabey-kardeş ilişkisi de aslında
bir hukuk ilişkisidir. Kan (akrabalık) hukuku çağlarının hukuki ilişkisi: Soyut
devlet-kamu hukuku çağlarından çok çok önce var olmuş, ondan sonra da yaşama
gücünü sürdürmüş bir hukuk. Özel bir hiyerarşi içerir, basit, doğal ve
acımasız. Önce doğan, sonra doğanın üstündedir. Önce doğan, babalarının aile
içindeki hükümranlık haklarını daha yaşarken paylaşmaya başlayan yardımcısıdır.
Kendini tanrının vekili sayan kralın vekili olan babanın. Onun görevi
küçüklerini “sevmek”, küçüğün görevi de onu “saymak”tır. Kendisini “muasır
medeniyet seviyesi”ne giden bir modern devlet diye tanımlayan Türkiye
Cumhuriyeti’nin yasalarında “kardeş, ağabeye tabiidir” diye bir şey yoksa da, anayasa
hükmündeki metinlerinden “Andımız”da
kayıtlıdır bu hukuk. Bakanın tercih ettiği “ağabey”liğin, teoride yurttaşın
hizmetinde, pratikte ensesinde duran bakanlıktan daha “insani, samimi, sivil”
olduğunu öne sürmek mümkün değil, hasılı.
‘Aykırı’lık
nerede?
“Ben
sadece benim gibi düşünenlerin değil, aykırı düşünenlerin de bakanıyım.” Ne güzel. Kendi düşüncesinin “normal”,
kalanının-gence ait olanının, “kardeş” formatında konuştuğu gencin “aykırı”
olduğunu ilan ediveriyor. Aykırıyla konuşan bakan. Ne demokrat! Ne sportmence!
“Kız
arkadaşı evrim teorisine karşı oluşumuzu eleştirdi. ’Kainatı ve insanı yoktan
yaratan Allah. Allah insanı yaratmaktan aciz değil ki, atamız maymun olsun’
dedim.”
Bakan, genci ıslaha kararlı,
ağabey kararı bu. Bir çıtlatma: Sorun “kız arkadaş”ta olabilir! Evrim
teorisinden anladığı ataların maymunluğu diye eleştirmeyeceğim, spor bakanından
biyolojide şampiyon olması gerekmez. Zaten “evrim-yaratılış” tartışmasında
meselenin asla bilim ya da felsefe ya da hatta teoloji olmadığı, meselenin bir
ideolojik-söylemsel kapışma olduğu banal bir bilgi. Gencin babasıyla da
konuşmuş bakan; olur da duymazlar girişimimi diye her halde. Ağabey, olan
biteni “baba”lara bildirmeli, hukuk böyle.
“Emre’yi
yanıma alıp konuşmakla doğru olanı yaptım. Dinlemez, anlamaz veya istismar
ederse bu kendi bileceği iştir."
İstismar?
Öğütçülüğün
kodları
Öyküye az ara verelim:
Konuşma, öğüt havasında. Öğüt, yani,
hiyerarşinin hukuk olduğu ve bilgiyi öncelediği toplumların sözü. Öğütçü,
söyledikleri işe yarasa da yaramasa da, değerli olsa da olmasa da, bunlardan
bağımsız biçimde bir üst konumda durur. Söyledikleri değildir önemli olan,
söylemesidir. Sözcüklerin üstüne basa basa konuşurken, öğüt alanın da üstüne basar.
Babadır. Ağabeydir. Ustadır. Yüzbaşıdır. Komutandır. Vezirdir. Sultandır.
Hükümdardır.
Öğütün alenileştirilmesi, öğüt
verilene yaptırım, yoğurma gücünün kimde olduğunun hatırlatılmasıdır; aynı
zamanda da bir tür infazdır. Alenileştirilmiş öğüt, alenileştirilmiş paylama.
Suat Kılıç bir gösteri yaptı.
Modern PR figürüyle ile geleneksel öğütçü profilini iç içe geçirerek. Bir
genci, oy tabanının kafasındaki kendi imgesini pekiştirmek ve yaygınlaştırmak
için, bu gösterinin nesnesine çevirmek istedi. AK Parti’nin kafasındaki toplum
tahayyülünün bir kesitini gördük biz de, geleneksel paternalizmle modern
otoriteryenizmin birbirine sarmalandığı bir hiyerarşiye yaslanan bir toplum.
Bilmem, bundan daha büyük bir
istismar olabilir mi?
Ahmet
Yıldız’ın bakışları
İkinci öykü acı. Çok acı.
Ahmet Yıldız 13 yaşındaydı.
Ortaokul öğrencisi. “Harçlık” için çalışırmış okuldan artan zamanda.
Yüzbinlerce böyle çocuk var, malum. İşyerinde kafası prese sıkıştı. Kişi başına
milli gelirden onun payına tonluk pres düştü. Hastaneye kaldırıldı, “trafik
kazası geçirmiş” diye. Doktorlar kandırılamadığı için gerçek gizlenemedi. Ahmet
Yıldız artık yaşamıyor. Ne çalışma bakanından bir ses duyduk, ne milli eğitim
bakanından, ne gençlik ve spor bakanından, ne aileden sorumlu bakandan. Ahmet
Yıldız’ın öyküsünden ne PR imkanı çıkar onlara çünkü, ne paternalist toplum
tasarımını güzel gösterecek bir öğe ne de neoliberal otoriteryen yönetim
tercihini haklılaştıracak bir alamet. O zaman en iyisi susmak. Susacaklar çünkü
asıl acı sahneyi, lokmanın kanlı ve terli sahnesini olduğu gibi ortaya
çıkaracak şeylerin üstünü örtme yollarından biri hiç durmadan konuşmak,
paylamak, övmek, öğüt vermekse, biri de susmaktır. Hele de herkesin sustuğu
yerlerde, konularda. Büyük gürültüde Emre’ler öğütülüyor, büyük sessizlikte de
Ahmet’ler öldürülüyor.
NOT
Bakanın konuştuğu genç, elbette görüşmeyi, konuşulanları bakandan farklı anlattı. Bütün haberler okununca gencin hiç de ezilmediği, fikren, ruhen ve davranış olarak karakterli davrandığı rahatlıkla anlaşılıyor. Fakat bu yazının meramı "bakana karşı dik duran asil öğrenci" figürünü yakalamak değil. Yazının amacı, bakanın girişiminin anlamını ve hedeflerini çözmek. Bu yüzden Emre'nin görüntüsünü mümkün mertebe arkaya ittim, dondurdum.
Yorumlar
Yorum Gönder