Uludere "resmin tamamı"dır


                               Öğütürsünüz ölümün değirmenlerinde beyaz ununu vaadin, 
                             koyarsınız kardeşlerimizin önüne (Paul Celan)

“Resmin tamamını görmeden yorum yapmak yanlış olur.” Ne makul, ne mantıklı bir yöntem uyarısı değil mi? Son dönemde bin çeşit versiyonunu duyar olduk.
En son Meclis’te Uludere katliamını “aydınlatmak” için oluşturulan komisyonun üyeleri o kanlı geceye ait Heron görüntülerini izledikten sonra, iktidar partili komisyon başkanı söyledi bunu. Amacı, diğer partililerin sözlerini boşa çıkarmaktı. CHP ve BDP’liler, “Vahim şeyler olmuş, vahşeti gördük” diyordu. MHP’li üye de can yakan bir gözlem aktarıyordu: “İlginç olan bu bombalar atılırken niye insanlar dağılmıyor, başka yerlere kaçmıyor, aynı yerlerde bekliyorlar.” 
Evet, yanan, parçalanan insanlar, hayvanlar ve umutsuzca yan yana bekleşen çocuklar. Başkana göre henüz resmin tamamı görülmemiş. Beş bin metreden görülmezmiş zaten.


RAPOR FETİŞİZMİ
İktidar kimin neyi görmesi, neyi görmemesi gerektiğini emretme, olmadı telkin etme yeridir biraz da, normal. İktidar milletvekili, “İnsanla hayvanı zor ayırırken bunun köylü mü kaçakçı mı başka bir şey olduğunu söylemek hakikaten yanlış bir değerlendirme olur” dedikten sonra, uzman raporlarını beklemeyi öneriyor. Uzman raporları da başka uzman raporlarını bekler ve bu böyle sürer. En az 30 yıldır aynı.
Biz “resmin tamamı”na dönelim. Ya da sevilen diğer deyişiyle “büyük resme” dönelim. Uludere, resmin tamamıdır:
Kürt sorununda hangi yol yöntemin seçildiği, hangi sonucun alınacağını belirler. O ne bir kaza, ne bir hata, ne de bir kusurdur, o seçilmiş yolun kaçınılmaz sonuçlarından biridir. Ölme ve öldürme yolunu seçtiğiniz zaman, sonuç ölme ve öldürme olur. Devlet olarak, siyasal egemen olarak öldürme emrini verirseniz, emri alan öldürür. “İktidar”a da “Masum ölü” ve “masum olmayan ölü” ayrımına dayalı retorikle kitleleri yeni ölümlere ayartmak kalır. Mağdurların acısı mı? O da bir iki üzüntü beyanı ve üç kuruş teklifiyle çözülecek bir tazminat hukuku meselesine çevrilip unutturuluverir. Emri alan öldürmeyecek olursa, vuruşmayalım da konuşalım diyecek olursa örneğin, bir gece ansızın özel yetkili savcılar kapısına dayanır mı dayanır. İktidar gücünü kullanıp, egemenlik yetkisini devreye sokup, olağanüstü hal hukukunu işletip bir kişiyi o savcılardan kurtardınız diyelim, başkası gelir. Kaosu artmış, hacmi şişmiş bir mevzuattan başkası kalmaz elinizde.

KAÇIRILAN İMKANLAR
Uludere’de duygudaşlık kurma imkanı vardı. Boşverildi. Uludere’de yöntemi gözden geçirme mecburiyeti doğdu. Es geçildi. Uludere’de hakikati ortaya çıkarma imkânı hâlâ kaçmış değil belki. Ama anlaşılan, iktidar gönüllü değil.
Büyük resim, resmin tamamı, Kürt sorununda çözümsüzlüğün çözüm olarak dayatılmasıdır.  Bundan önceki iktidarların hepsi de aynısını yapmadı mı: Konuyu güvenlik eksenine çekip, terör söylemini öne alıp, işi askere havale etmedi mi, bugünkü iktidarın ve akıldanelerinin beğenmediği öncekilerin hepsi?
Genelkurmay’ın Şırnak’taki son çatışmalara ilişkin dün internet sitesinden yaptığı açıklamalar, 1984’ten bu yana yapılan açıklamaların kopyası değil mi. “15 terörist silahlarıyla birlikte etkisiz hale getirilmiştir.”
Durum 30 yıl evvelden değişik olsa, açıklamayı Genelkurmay’ın değil, bir sivil otoritenin yapması gerekmez miydi, hiç değilse? Durum 30 yıldan değişik olsa, bir savcı bize, “Evet, baktım, inceledim, silahlı insanlarla güvenlik güçleri arasında çatışma çıkmış. Güvenlik güçleri hukuka uymuş. Sonuç bu” demez miydi, usulen de olsa? Öyle ya, savcının orada ne işi var, asker işini yapıyor zaten, savcılar çok meşgul bu aralar.

HER ŞEY AYNI
Yöntem de, merci de, dil de milim değişmemişse, ilerlemiş demokraside neyin değiştiğine inanmamızı istiyor acaba yöneticiler? Biz, 12 Eylül’ün “demokrasiyi askıya alan generallerin egemen olduğu ortamında” da, bugün de aynı kalıpları duyuyoruz: “Silahlarıyla birlikte etkisiz hale getirilmiştir.” Daha eski bir kalıp da şu: “Silahlarıyla birlikte ölü olarak ele geçirilmiştir.”
Uludere katliamı, bu kalıpların yıkılması için bir düşünme fırsatıydı. Bin nasihata baskın çıkacak bir menfur vaka, bir vahşet, bir musibetti. Görüntü yorumculuğunun, adli, idari prosedürlerin, uzman raporu yarıştırmaların, komplo teoricilerinin, söylemsel numaraların yaratacağı toz dumanla geçiştirilmek isteniyor. O öyle geçiştirildikçe güvenlik güçlerinden ölüm raporları, adli mercilerden tutuklama raporları gelmeye devam edecek, dakika ve skor verilen bir oyun içindeymişiz gibi.
Nafile. Uludere şöyle düştü kayıtlara çoktan: “Burada bir yönetim daha vicdanıyla birlikte etkisiz hale gelmiştir.”
(17 Şubat 2012, Radikal İnternet)

Diğer Uludere/Roboskê yazıları için:





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni