Kürtçem, benim dil yarem
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Kürtçe bir medeniyet dili
midir” diye soruyor. Bilmediğini anlamaya çalışanın masumane sorusu değil bu,
bilgisini ve aslında kararını anlatmaya koyulanın cevabı bilerek kurduğu
retorik sorusu. Medeniyet dili değildir, o halde Kürtçe eğitim-öğretim
yapılamaz deniliyor. Hemen belirtelim: Medeni dil-medeni olmayan dil diye
dilbilimsel bir kategori yok; dilsel araştırmaların herhangi bir alanında da
yok.
Münazarada değiliz, siyasal alandayız. Siyasal söylemlerin
elde etmek ve dışlamak istediği saik ve maksatlar vardır. Bu yazıda Bülent
Arınç’ın ne dediğine, ne demek istediğine ve maksadıyla uyuşur ya da uyuşmaz,
sözlerin gittiği yerlere bakmayı deneyeceğiz.
KISA BİR TARİH
Osmanlı saraylıları ve saray çıkmaları, Türk nüfusunun
önemli bir kısmını, “Etrak-ı bi İdrak” diye tanımlardı, Kürtlerin payına da “Ekrad-ı vahş” düşmüştü. “Etrak-ı bi idrak”tan “Ne mutlu Türküm diyene”ye geçiş, Türkiye
Cumhuriyeti’nin Türk özel adı etrafında ulus-devlete dönüşmesinin kısa tarihini
içerir.
Osmanlı’nın hegemonyası altındaki toplumları dinlere göre
düzenlemesinin bir aracı olan “millet” kavramının içeriği biraz
muğlaklaştırılarak (yani etnik yönü gerektiğinde gizlenerek) “Türk” adı
devletin milletinin adı olarak benimsenir. “Millet” yerine zamanla türetilen
“ulus” sinonimi bir anlamda bu prosedürün laikleştirilmesi sürecinin dilsel
ifadesi olur. Kendisine “muasır medeniyet seviyesi”ni hedef olarak koyan kadrolar,
bu seviyede yüzecek devlet gemisine “Türklüğü” kabul edenler dışındakileri
almamaya kararlıdır. “Muasır” ve “medeni”nin tanımı yapıldıktan sonra, eski ve kısmen
de olsa simbiyotik karakter taşıyan ortaklıklar yerlerini tahakküm ve onun
aracı olan inkar-imha-asimilasyon politikalarına bırakır. Burada bir yandan
Batı’dan alınma “homojen toplum” hayalleri, yani özlü ifadesini “tek millet,
tek bayrak, tek devlet” şiarında bulan arıtılmış, devlet tarafından asimile
edilmiş toplum hedefi, bir yandan da çok uluslu, çok etnili yapıya dayanan
Osmanlı dönemindeki ırk-ulus-din politikalarının söylemsel bakiyeleri üst üste
binişir. Bu tanımda “Türk” adı, “hâkim İslam dini”nin ayrıcalıklarıyla da
tahkim edilerek, “İslam milleti”nden, “Türk milleti”ne geçilir. Kalanlar artık
“millet”ten değildir; mahkemelerin zaman zaman gayrimüslim yurttaşlar hakkında
“yabancı” diye söz etmesinin nedeni budur.
İKİ TAŞ DA AYNI KUŞA
Kürtler için hem Osmanlı’daki “Ekrad-ı vahş” tanımı uygun
görülmüş, hem de Kürt olmaktan vazgeçmedikleri sürece “muasır” ve “medeni
milletler” seviyesinden uzak tutulmaları esas alınmıştır. Ekrad-ı Vahş ya “Ne mutlu Türküm diyene”
diyerek devletin tanımladığı “muasır” ve “medeni” Türklüğü kabul ederek
evcilleşecek ya da yok olacaktır. Kürtçenin bir medeniyet dili olmadığını,
dolayısıyla Kürtçe eğitim öğretim yapılamayacağını ilan eden Arınç, “Ekrad-ı
Vahş”a, yani hem Osmanlı toplum düzenleme ideolojisinin ayrımcı bir tanımına,
ama Cumhuriyet döneminde özellikle sevilen tanımına sarılmış oluyor. Hem de
Avrupa sömürgeciliğinin manivela kavramlarından biri olan “medeni” ve
“gayrimedeni” yani ilkel ya da geri (dil, toplum, kültür vs.)
kavramlaştırmasına sahip çıkmış oluyor. Bir taşla iki kuş değil bu, iki taşla
da aynı kuş vuruluyor.
“BÜTÜN HAKLAR”IN SINIRI
Bu noktada, Arınç’ın bir süre önce söylediği ve kimilerinin
pek ümitvar gözlerle iktidara bakmasına yol açan bir sözünü de hatırlatmanın
yeri: “Kürtlerin bütün haklarını vereceğiz.”
Bu cümle, a) Kürtlerin var olduğunu b) bu Kürtlerin hakları
olduğunu c) Bu hakların verilmediğini d) verilmeyen bu hakların akıbetinin
cümleyi kuran kişinin/öznenin elinde bulunduğunu ve e) cümleyi kuran kişi
tarafından belirtilmeyen bir tarihe ertelendiğini söylüyordu.
İşte “medeniyet” teorisiyle Arınç, sözünü ettiği hakların
sınırını da çizmiş oldu: “Kürtçe eğitim yok.” Peki, eğitim-öğretim olmadan Kürtçe
ne kadar yaşar? Artık zorunlu eğitim ve yüksek okullaşma oranına da bakarsak,
mesela bir kuşak mı yaşar? Ya da iki kuşak? Haydi Kürtçenin direngenliğini de
hesaba katalım da dört olsun, bilemediniz 80 yıl demek. Yani “bütün haklar”
yine Kürtlükten vazgeçmeye çıkıyor!
Özetle, cumhuriyetin ilk 80 yılında inkar ve imha yani
doğrudan zor eşliğinde yürütülen asimilasyonist stratejilerin, ikinci bir 80
yılda kabul ve dolaylı (hukukileştirilmiş) zorla rıza elde edilerek yürütülmesi
kararıyla karşı karşıyayız. Kürt sorununun kilit yerindeyiz ve bugün “Kürtçe
medeniyet dili değildir” sözüyle, 12 Mart dönemindeki savcıların da pek sevdiği
“Kürtçe dediğin 30 kelime” sözünün tek farkı araya giren 40 yıldaki sentaks
değişikliği.
AK Parti yöneticileri Dersim vs. için CHP’ye yüklenirken,
Kürt bahsinde en kuvvetli tek parti mirasçılarından birine dönüştüklerini
görmüyor olabilirler mi? Sanmıyorum. Bu kadar ne yaptığını bilmeyen bir
iktidarla karşı karşıya olduğumuzu sanmıyorum. Vahamet de burada.
Yorumlar
Yorum Gönder