Üç Tarz-ı Siyaset
Kötü adamların karikatürize edildiği
bir kara komedi değil,
bildik günlük hayatımız.
Bu kin siyasetine cevap verirken
insanın kinlenmemesi, sinirlenmemesi mümkünmüş...
Havada bahar neşesi. Tuz Gölü’nün üstünde kızıl bir hale var. Kıyılar bembeyaz. Tuz. Çölle suyun boğuştuğu yerlerden geçiyoruz. Bahar imdada yetişmiş. Toprak neşelenmiş. Haymana’ya doğru gidiyoruz. Konya’nın, Aksaray’ın ve Ankara’nın sınırlarında geziyoruz. İl merkezleri, AK Parti,
Herkes soruyor, herkes yanıtlıyor
Her mangalın başında oy hesapları yapılıyor. “Barajı geçeriz” diyor herkes, çünkü herkes “Barajı geçer miyiz” diye soruyor. Haymana Kürtleri, din motiflerini iyi işleyen sağ partilere yakın olmuş yakın zamana kadar. Şimdi işler değişmiş, HDP’ye ilgi saklanmıyor. Aksine, gösterilmek isteniyor. Kürt parlamenter siyaset örgütlenmesi birkaç yıldır hızla güçleniyor. Hep katılanlar anlatıyor. Şenlik, bu güce paralel olarak daha bir şenlik oluyor. Geçen yıl Soma nedeniyle ertelendiği için o kadar kalabalık olmamış, önceki yıl çok kalabalıkmış, bu yıl da güzelmiş.
Haymana ovasından ayrılırken, coşku ve neşe kalıyor akılda bir de baharın yeşili. Neşe. Bu seçimlerin en önemli kavramı.
Kin ve tehdit
Anlaşılmıştır, başlığın Yusuf Akçura ile ilgisi yok, yani İslamcılıkla, Türkçülükle, Osmanlıcılıkla, Batıcılıkla… Bu üçü, bu seçimdeki üç tarzın biri belki de sadece.
Türkiye’de siyasal sahne, sahne bile değil, bir kürsüden ibarettir: Uzun veya kısa ya da işte orta boylu bir adam (evet daima adam) o kürsüye çıkar ve konuşmaya başlar. Başlar ve susmaz. İşaret parmağı bazen kılıç, bazen tüfek, bazen tabanca, bazen kırbaç olarak sallanır durur. Kaşlarından biri hep yukarıda. Kaşları çatık, alnı kırışık. Tükürükler saçılır ağzından. Sinirli. Hep büyük işler yapmış. Hep büyük işler yapacak. Hep büyük şeylerden bahseder. Nutuk bitmez. Burası bir nutuk cumhuriyeti, aslen. Bu nutukta da iki yön var daima: Kin, öfke, garez bir yön… Birinci tekil şahıs ağzından kurtuluşlar, paralar, maaşlar, işler, aşlar vaat etme bir yön… Hepsinin de bir hedefi var: İtaat, boyun eğme, yakarı, teslimiyet, kabul etme, rıza gösterme; artık meşrebine göre… Temeli terörist olan sistemin partileri, tek parti oldukları zaman da, bölünüp çoğaldıkları zaman da (Demokrat Parti gibi örneğin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin “içinden” çıkmıştır, dışından gelip onu dağıtmamıştır efsanenin aksine) aynı sahne düzeniyle tehdit-aşk ekseninde konuşup dururlar.
Sinirli erkekler korosu
Bu konuşkan, sinirli ve erkek güruhun olduğu büyük siyasal sahnede bir farklılık var bir süredir: Geçen yılki yerel seçimde ayak seslerini duyduk. Cumhurbaşkanlığı seçiminde bir yüze kavuştu. Bu seçimde her an, her yerde hissediliyor. Ciddi bir fark. Kindarlığın ya da baştan çıkarıcı vaatçiliğin yanında kendisini hissettiren bir fark. Yeni bir tarzı siyaset. Vaat yok, tehdit yok, kaş çatma, parmak sallama yok, büyüklenme (şirk koşma dahil) yok, neşeyle, tane tane, derdini anlatma var. Bakar bakmaz da görülüyor. Zaten, konuşmalardan önce başka bir şey görülüyor: Bir “adamlar” topluluğu değil bu. En azından olmak istemiyor.
İlk HDP’nin Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş seçim bildirgesini açıklarken iyice görünür oldu bu neşe. O gün o salonda, genç bir kadınla genç bir adam bildirgelerinin 12 babını okurken, siyasal sahnede rakibe yönelik kindar sözlerin yarattığı kahkaha nöbetlerini saymazsak, pür neşeydiler. Vaatleri (hani “kaynak nerede” zevzekliğiyle eleştirilmek istenen vaatleri) birlikte yapma vaatleriydi zaten. Zaten bildirge, “Büyük İnsanlık” bildirgesiydi: Şiirin siyasete ya da siyasetin şiire verdiği bu güzel pas, savaş-siyaset paslaşmasından başka yolların da olduğunu gösteriyordu peşin peşin.
'Mermer'in çatlakları
"Ne mozayiği ulan, mermer!" demişti, o öfke nutukçularından biri. Şimdilerde o mermerin korumacılığı yine bildik usullerle yapılıyor: Kin, garez, öfke, tehdit… Hêrs. Toplumu sıkıştırıp mermer haline getirmek isteyen hırs.
Neşe, mermerden görünen kin nutkunun yarıklarını buluyor. Çatlaklarına sızıyor. Onları gösteriyor, genişletiyor. Çat diye çatlayacak ortadan ikiye. Evet, yüzde 10 aşılınca, mermer bölünecek. Paramparça olacak. Başbuğların hayalindeki tek renk yerine binbir renk geçecek. Böyle olmasın diye, kürsüden akıtılan kin ve öfke, sokakta, meydanda, mekanlarda şiddete dönüşüyor. Dönüşsün isteniyor zaten. Tabelalar indiriliyor. Seçim büroları kapatılıyor. İnsanlar dövülüyor. En son öldürülmek istendi.
Bir yanımız ağır bir kâbus. Kin siyaseti, hedef ayırmıyor ama hedef gözetiyor: Katırları vurdu daha geçenlerde. Katırlar hakkında “Vur!” kararı verdi mahkemeler, daha geçenlerde. Kin siyaseti, insanı da katırı da vuran siyaset zaten. Kötü adamların karikatürize edildiği bir distopya ya da kara komedi değil, basit, bildik günlük hayatımız. Bu kin siyasetine cevap verirken insanın da kinlenmemesi, sinirlenmemesi mümkün mü? Mümkünmüş. Kine, hınca karşı neşenin siyaseti ile mümkünmüş. Hayır, katırları unutmayacağız. Hayır katırlarla birlikte ölenleri unutmayacağız. Bu neşe, katırların bir daha vurulamayacağı, insanların bir daha vurulamayacağı siyasetin yolunu açma arzusunun neşesi. Muktedirin vurarak bitirme siyasetine karşı ayakta durmanın neşesi. O neşe ayakta kaldığı sürece, katırların silahları erkekleri tepeceği günleri görme umudu da vardır. Neşe demek zaten umut demek ve tersi.
Neşe, muktedirin maskesini de düşürüyor: Zannettiği kadar muktedir olmadığını görüyoruz. Bu yüzden eli tetikte, biliyoruz. Bu yüzden ağzı yalanda. Biliyoruz. İktidarını pekiştirmek için uydurduğu patates mühürlü haberlere kendi inanırken yakalanıyor kendi tarih kayıtlarına.
Askeri marş siyaseti, ne istediğini bilen siyasetin karnavalıyla yarışıyor. Neşenin siyaseti, kinin ve aldatıcılığın siyasetiyle kapışıyor. Baraja doğru. Baraj yıkılırsa… sel olur zaten.
Yorumlar
Yorum Gönder