Kürt'ün anası, Kürt'ün devleti
“Eeeey Diyarbakır” diye başlamıştı. “Eeeey Diyarbakır, kardeşlik şehri…” Açılıma kendisi inandı mı hiç bilinmez, fakat kamuoyunun güçlü biçimde inandığı, umutlandığı günlerdi. Şivan Perwer’in geldiği gün. 16 Kasım 2013’te. Mesut Barzani’nin kürsüye çıkıp Kürtçe konuştuğu gün. Tayyip Erdoğan o gün “Kürdistan” da diyecekti.
“Patlayın da çatlayın” dercesine, bile bile. Peşinden gelen eleştirilere de hiç pabuç bırakmayacak, Mustafa Kemal’le ve “tarih bilgisi”yle cevap verecekti; işte 19 Kasım 2013’te söyledikleri: “MHP ve CHP milletvekilleri gitsinler ilk meclis zabıtlarını okusunlar. Bugün karşı çıktıklarını orda görecekler. Kürdistan kelimesini o meclis zabıtlarında görecekler. Anasırı İslam kavramını o zabıtlarda görecekler. Biraz daha geriye Osmanlıya gittiklerine doğu ve güneydoğunun Kürdistan eyaleti olduğunu görecekler.”
Sürece hiç inandı mı?
Tayyip Erdoğan, tekrar edelim, çözüm sürecine hiç inandı mı, inanmadı mı bilinmez, fakat sürecin arkasında bu kadar güçlü durduğu günlerde oylarının hep arttığını iyi biliyordu. Yani inanmasa da inandırmıştı sürece. 17-25 aralık operasyonuna rağmen tüm belediyelere başkan adayı olarak her miting meydanına çıktığı 30 Mart 2014 yerel seçimlerini kazanmıştı. Yine peşinden cumhurbaşkanlığı seçimini kazanırken aldığı yüzde 52 değildi sadece çözüm sürecine destek olan. Selahattin Demirtaş’ın aldığı yüzde 10’a yakın oy zaten çözümü talep edenlerin oyuydu. Üstelik, faşizan gericiliğine ve Kürt düşmanlığına rağmen Ekmeleddin İhsanoğlu için sandığa giden CHP’lilerin aslında çok büyük bölümü, çatışmasızlığı, çözümü, barışı istiyordu. Yüzde 60’in çok üstündeydi “çözüm” oyları. Ne oldu o oylara? O oylara olanları açıklayacak en önemli şeylerden biri, Erdoğan’a neler olduğu.
Cumhurbaşkanı seçildikten sonra özellikle, Türkiye’nin sağlı sollu merkez siyasetinin ve nüfusunun önemli kısmının muzdarip olduğu “büyüklük hastalığı” kendisini iyice gösterdi. Siyasal bir formda. Erdoğan’ın da emekleriyle büyüyen hiper sağ anlayış, devrim olmadan devrim olmuş gibi, herkes kendisini dinlemeye mecbur gibi, anayasa ve yasa çiğnemek herkese suç ama ona sevap gibi, tarihe ve geleceğe ilişkin sağ fantazmalar siyasal proje olabilir gibi düşünerek, davranarak, ülkedeki her şeyin iplerini kendi ellerine geçirme kavgasına girişti. Yüzde 50’ye dayanmış muhafazakar merkez sağ oyları artırmak için marijinal alanlarda uyuklayan milliyetçi, millici, ırkçı oylara yöneldi. Daha önce de denenmişti bu oylara oynamak. Savaştan başka işe yaramamıştı. Fakat söylemlere dadanan şey, sadece söylemlerde kalmıyor. O devletçi, milliyetçi, ırkçı söylemler eşliğinde gelmesi beklenen oylar, zaten sorunu yaratan o ruha yönelik davetler itiraz gördükçe, itiraz edenler terörist sayıldı.
Devletlu buluşma
Konu basit, çok basitti: Kürt siyasal hareketine ve bileşenlerine terörist dediğin zaman, taktik stratejik zamanlamayla ilgili kaygılar, sebepler filan seni aklamaz; gide gide Alparslan Türkeş ile Mehmet Ağar ile Süleyman Demirel ile Deniz Baykal (pardon) Birgül Ayman Güler ile Tansu Çiller ile filan buluşursun. Saraya çekilmiş Erdoğan’dan en son gelen açıklama, başkanı olduğu devletin temel kodlarına tamamen uyum sağladığını gösteriyor:
“Suriye'nin kuzeyinde, güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bunun bilinmesini istiyorum. Bedeli ne olursa olsun bu konudaki mücadelemizi sürdüreceğiz. Bölgedeki terörist grupların desteği nereden aldığını biz de biliyoruz, ilgili herkes de çok iyi biliyor.”
“Türkiye’nin güneyinde devlet…” Türkiye’nin eski korkusu. En eski korkusu. Kurulduğu zaman, güneyindeki ve doğusundaki devletlerle birlikte bir konu anlaşmışlardı çünkü, “savaştık” dedikleri o emperyalist rakipleriyle de anlaşmışlardı: Kürtleri aramızda bölüşelim. Kürdistan adını silelim. Böyle iyi. Üç millet, dört devlet, oh ne ala… Erdoğan’ın kendisi, bizzat kendisi, Mesut Barzani’yi Diyarbakır’a çağırdığı döneme kadar gelen süreç içinde bu anlayışa az çatmadı, az laf saydırmadı. Şimdi Erdoğan, Meclis’in en yaşlı isim ve kendisinin seçim yarasına ilk üfleyen isim olan Deniz Baykal’ın söylemekten kıvanç duyacağı kindar sözü rahat rahat söylüyor.
Kürt'ün anası ile devleti
Erdoğan hep mi böyleydi? Bilemeyiz. Kimsenin derununu bilemeyiz. Fakat “devlet başkanlığı” yoluna girdiği günden başlayarak adım adım bu kadim kurucu Kürt düşmanı çizgiye döndüyse, devletin başına geçerken yanında olan ve geçtikten sonra yanında olacak kişilerle bu işin bir ilgisi olduğunu öne sürebiliriz:
AK Parti’yi de rahatsız ettiği anlaşılan (Davutoğlu seçimden sonra ilk anlamlı cümlesinde, “Halktan başkanlık sistemini istedik. Vermedi. Artık cumhurbaşkanlığı anayasal sınırlarla devam etmelidir” demedi mi?) “en yeni Erdoğan”, kendi kişisel bürokrasisi ve devlet bürokrasisinin bir uzlaşmasını ifade ediyor bize. Bu uzlaşma heyetinin bireysel kişi-gup çıkarları ve ideolojik çıkarları “Kürtsüz” bir Türkiye ve Kürtsüz bir Ortadoğu hayali görüyor. Yoksa, Türkiye’nin içindeki Kürtler “ayrılma değil Türkiyelileşmemizi güçlendirecek demokrasi” gibi Türklerin anlaması kolay ama Kürtlerin anlaması aslında çok zor olan bir fikri güçlü biçimde hayata geçiriyorken, “Türkiye’nin güneyindeki” PYD liderleri “Anlaşma, uzlaşma, dayanışma” çağrılarından helak olmuşken, neden birden bire eski genelkurmay başkanlarının en sevdiği fiş gündeme sürülüyor: "O devlete asla izin vermeyiz."
Türkiye'nin güneyindeki seçim
Kürt anasını görmesin anlayışı eskiden beri Kürt devletini görmesin formatındaydı siyaseten zaten. "Analar ağlamasın" lafı da Kürt'ün anası için geçerli değil, o isterse Kobane'de Şengal'de olduğu gibi kan ağlasın, ister Diyarbakır'daki gibi ağlasın. Kime ne? Bu bir seçim ama, siyasal seçim. Bu siyasal seçim, son genel seçimde Kürt oylarının Kürtlerin “birlik projesi”ne gitmesine karşı bir cezalandırma seçimine de benziyor. Erdoğan ve devletinin kadroları, ne içerde ne dışarda barış istemiyor anlaşılan. "Türkiye'nin güneyinde"ki Kürtleri yok etmeye yemin etmiş gibi saldıran IŞİD grupları katliam üstüne katliam yapıyorken, "devlete izin vermeyiz" lafına asılma sadece demagojik bir çıkış değil, nefretini içinde taşıyan bir çıkış.
“Eeeey Diyarbakırr diye kurulan sevgi cümleleri, yerini nefret cümlelerine bırakıyor yavaş yavaş. Öfke belagatinin hep kazandırdığını zannedenler ne kadar yanılıyor! "Milliyetçiliği ayaklar altına aldık" diyenler ne kadar yanılıyor! Haberleri yoksa biri söylesin: Kürtlere karşı milliyetçilik de milliyetçilik sayılıyor. Ümmet dediğiniz şey de Kürtsüz biraz eksik kalıyor, ümmet denilemeyecek kadar.
Yorumlar
Yorum Gönder