Gülten Akın'dan sonraki ilk gün
Gülten Akın erkek olsaydı, bugünkü gazetelerin çoğunda manşet olurdu. Aynı gazeteler, her yıl "Bu yıl da Nobel Gülten Akın'a verilmedi" diye feryat ederlerdi. Gülten Akın erkek olsaydı, gazeteler bugün çok gözyaşı dökerdi.
Türkiye'nin yaşayan en büyük şairi öldü dün ve bugün birinci sayfada üç sütun yer ayıran bile yoktu.
*
"İnceliklerin şairi artık yok" demiş Hürriyet, birinci sayfanın alt tarafında, iki sütuna dört santimlik yerden.
Cumhuriyet, sayfanın üstünde, logonun üstünden vermiş bu kötü haberi ama, kitap ekinin 25'inci yılı reklamının içinde, "Gülten Akın yaşamını yitirdi" diye yazmış, eklemiş, "Hayatı da şiirleri kadar inceydi." Bir sütuna sekiz santimlik yerde. Üstelik, iç sayfada çok iyi iş çıkarılmışken. Cumhuriyet'e şaşırdım doğrusu, diğer hiçbirine değil. İçeride o kadar iyi iş varken, kültür-sanat alanında herkesten şişman iddiaların sahibiyken. Olmamış, doğrusu.
"Şaire veda" demiş Habertürk, iki sütun ama bir santim yerden.
Birgün, logonun yanından iki sütuna 10 santim yerden, "Gülten Akın'ı yitirdik" demiş. Bir de yazı almış.
Evrensel, "İnceliklerin şairi Gülten Akın'ı kaybettik" demiş, iki sütuna beş santim yerden.
Sabah Gazetesi, bir sütuna beş santim yerde, "Türk şiirinin ulu çınarı veda etti" demiş, "Gülten Akın hayatını kaybetti" üst başlığının altında.
Star gazetesi, sürmanşetin üstünden, dört sütuna iki santimlik yerde, "İncelikler şairi Gülten Akın'ı kaybettik" demiş.
Taraf, bir sütuna sekiz santimlik yerden, "Deli Kızın Türküsü sustu" demiş.
Zaman, logonun yanından iki sütuna 10 santimlik bir alanda, "Bu dünyadan Gülten Akın göçtü" başlığıyla vermiş. İç sayfası da Cumhuriyet gazetesinin iç sayfası kadar emekle yapılmış. Birinci sayfası, günün ve vakanın en özenlisi.
Meydan, birbuçuk sütuna dört santim kadar yer ayırmış, "Deli Kızın Türküsü göçtü gitti" demiş.
Yurt, birbuçuk sütuna beş santimlik yerde, "Deli Kız'ın türküsü öksüz kaldı" demiş.
Milliyet görmemiş. Akşam görmemiş. Bugün görmemiş. Vatan gazetesine ne? Onda yok. Yeni Şafak'ın başka işleri var. Türkiye'de ne gezer... Gerçi bunlara şiirsizlik çok yakışıyor aslında ya, neyse...
*
"İnce"liğinden görmüş medya, ama ince görmemiş hiç. Körlerin de gördüğü inceliği görmüş. Ufacık. Bir sütun, iki sütun; bir santim, üç santim, en kabadayısı 10 santim yer ayırmış.
İnceliğinden başka ne görecek? "Şair" diyorlar, e sağır sultan duydu şairliğini. "İyi şair" diyorlar, "önemli şair", e bilmeyen mi kaldı? İyiye, önemliye, büyüğe ayıracakları yer bu kadar anca. Şiirleri bestelendi ya, oradan iyi bilirler. Sezen Aksu falan okudu ya.
Ver bir, bilemedin iki sütuna beş en kabadayı on santim, tamam. Dostlar medyacılıkta görsün.
Medya başka ne görecek? Cezaevi önünde beklediğini mi? Askere, cuntaya kafa tutan acılı ama direngen kadınların, adamların arasında olduğunu mu?
Medyanın görmeyle ilişkisini görmüştü elbette:
"Leke haşindir, bakanı incitir
yaralar göreni
körlüğü yarattı ilkin
o yüzden medya"
Görmüş, söylemişti işte:
"Kaz adımlarıyla dolaşılan medyada
Yer yoktu sana
Yıldızın zındana gurbete düştü
Ölüm de bildiğimiz ölüm değil şimdi"
*
Gülten Akın, büyük şairler kuşağındandı. Şiirde devrim yapmış bir kuşaktan.
Fakat büyüklüğü, kuşağının büyük hamlelerinden bağımsız yanlar içeriyordu: Erkek dili, erkek ağzı, erkek imgelemi, erkek sembolizmiyle tıka basa dolu bir şiir evreninde, sonradan Didem Madak gibi, Birhan Keskin gibi, Bejan Matur gibi güçlü kadın şairlerin kendi ışımalarını yayacakları bir şiir takımyıldızının ilk ismiydi.
Siyah saçlarıyla girmişti şiir alemine, uzun siyah saçlarıyla, sonradan keseceği. Enis Batur'un saygılı rasatına takılan saçlarıyla.
Kesilmiş uzun saçlardan örülüdür biraz da şiiri. Kadınların saçlarından tutulup sürüklendiği yerlerde, kendi eliyle. Kadının saçının sadece süpürge edilince değer gördüğü yerde.
*
İnsan hakları savunucusuydu. Mamak önünde bekleyenlerin "Gülten Anne"si, "Gülten Abla"sı. Mamak'a gelip gitmeyen sonbahar günlerinin. 12 Eylül tiranlarının kırbacı hâlâ havada dönerken meydana çıkan 98 cesur insandan biriydi, İHD'yi kurdular. İnsan Hakları Derneği. Mamak Cezaevi önünde bekleyen sabırlı, direngen, umutlu, acılı kadınlardan biriydi. Oğlu ve yoldaşları işkencedeydi. İdam sehpaları kuruluydu. İçerdekiler açlık grevindeyken o da yemeyle savaştaydı, şiir diliyle:
"Ben değil sofraya ölüm oturdu
Peynir yedi beni, zeytin yedi beni
Ekmeğe uzandım, ellerim düştü
Elmadan gözlerim yandı, kör kaldım
Su değil su değil sel aldı beni
Ben değil sofraya ölüm oturdu"
Bir açlık grevi şiiriydi "42 Gün", medya bunu mu görecekti?
Yalnız kadını yazdı, yalnız kız çocuğundan başlayarak. Gecekonduları yazdı, göçü, göçmeni. Altta bırakılanı yazdı, üste çıkanın yüzüne dik dik bakarak. Hapishaneye dönen kentleri. Sürgünü, sürgünde öleni. Yılmaz Güney'i.
**
Ne çıkar peki siz Gülten Akın'ı birinci sayfalardan doğru düzgün vermeseniz?
Medya dünyasının şiire ihtiyacı olmadığı açık, o yüzden berbat bir dünya zaten. Şiirsiz dünya berbatlığında.
Ne çıkacak, hiç. Fakat, tersi olsaydı, gazeteler bir büyük şairin ölümünü, bir insan hakları savunucusunun ölümünü, bir emek ve mücadele kadınının ölümünü bihakkın verselerdi, bir umuda sahip olurduk. O kadar vefasız bir yerde olmadığımıza dair.
*
Matematikçi Salih Zeki hayatını kaybettiğinde, 1921'de, dönemin bir gazetesi "Gitti Salih Zeki eyvâh eyvâh!" manşetini atar. Bir mevlevi şeyhi yazdığı şiirle tarih düşer; son dize tarih olarak mezar taşına da yazılır:
Ağlayıp söyledi yârân tarih
Gitti Salih Zeki eyvâh eyvâh
Bir kıymet göçmüştür dünyadan, feryat doğaldır.
Kıymet bilmek, kıymet yetiştirebilenlerin hasletidir. Bilim dünyayı anlamamıza yardım ettiğine göre, bu müthiş matematik bilgini gittiğinde ağlayanlar, dünyayı anlama kabiliyetinin zayıflamasına da ağlamışlardır.
Sanat, dünyayı dünya yapmamıza yardımcı olur; onu taşımamıza. Onu güzelleştirir bir de.
Gülten Akın bunu yapanlardandı.
Dünyayla dövüşenlerin şiirini yazdı, kendi dövüş biçimi olarak. Acısını da çekti, boşuna mı kesti o siyah saçlarını? Ama öğrettiği, yaptığı, ne dövüşmek, ne acı çekmekti; yaptığı, dünyayı taşımaktı. Yaratarak. Üreterek. Güzelleştirerek.
*
Birhan Keskin güzel demiş gazetelere, gazetelerde; Gülten Akın hakkında kendisinden birkaç kelime istenince:
"Ben onun yokluğuna ağlayayım. Siz geri kalanlara ağlayın."
***
Enis Batur, 2007'de çıkan Neyin Nesisin Sen adlı kitapta yazdıydı.
Gülten Akın Sonesi
Bir an bütün sesleri ayırıyor, siliyorum;
karşımda yumuşak hırçın bir şiir okuyor,
heceden heceye kırılgan davudi ezgisi
yayılıyor imbikten geçmiş kelimelerin
ah sizi tanıyorum: ludingirra'ydınız,
o vakitler ilk karşılaşmıştık, bir seferinde
Neşideler Neşidesi'ydi, yazdınız, yüksek
oktav tınılar kaplamıştı beynimi, ruhumu,
sonra Louise Labe, Mistral, büyük suskun
sonelerin şairi Marguerite, bir gece yarısıydı
anımsayacaksınız, yoluma bulut,
karanlığıma rehber çıktıydınız: Siyah
saçlarınız o günler bugün öyle uzamış ki,
halınıza deymiş ayaklarım, uçuyorum
Türkiye'nin yaşayan en büyük şairi öldü dün ve bugün birinci sayfada üç sütun yer ayıran bile yoktu.
*
"İnceliklerin şairi artık yok" demiş Hürriyet, birinci sayfanın alt tarafında, iki sütuna dört santimlik yerden.
Cumhuriyet, sayfanın üstünde, logonun üstünden vermiş bu kötü haberi ama, kitap ekinin 25'inci yılı reklamının içinde, "Gülten Akın yaşamını yitirdi" diye yazmış, eklemiş, "Hayatı da şiirleri kadar inceydi." Bir sütuna sekiz santimlik yerde. Üstelik, iç sayfada çok iyi iş çıkarılmışken. Cumhuriyet'e şaşırdım doğrusu, diğer hiçbirine değil. İçeride o kadar iyi iş varken, kültür-sanat alanında herkesten şişman iddiaların sahibiyken. Olmamış, doğrusu.
"Şaire veda" demiş Habertürk, iki sütun ama bir santim yerden.
Birgün, logonun yanından iki sütuna 10 santim yerden, "Gülten Akın'ı yitirdik" demiş. Bir de yazı almış.
Evrensel, "İnceliklerin şairi Gülten Akın'ı kaybettik" demiş, iki sütuna beş santim yerden.
Sabah Gazetesi, bir sütuna beş santim yerde, "Türk şiirinin ulu çınarı veda etti" demiş, "Gülten Akın hayatını kaybetti" üst başlığının altında.
Star gazetesi, sürmanşetin üstünden, dört sütuna iki santimlik yerde, "İncelikler şairi Gülten Akın'ı kaybettik" demiş.
Taraf, bir sütuna sekiz santimlik yerden, "Deli Kızın Türküsü sustu" demiş.
Zaman, logonun yanından iki sütuna 10 santimlik bir alanda, "Bu dünyadan Gülten Akın göçtü" başlığıyla vermiş. İç sayfası da Cumhuriyet gazetesinin iç sayfası kadar emekle yapılmış. Birinci sayfası, günün ve vakanın en özenlisi.
Meydan, birbuçuk sütuna dört santim kadar yer ayırmış, "Deli Kızın Türküsü göçtü gitti" demiş.
Yurt, birbuçuk sütuna beş santimlik yerde, "Deli Kız'ın türküsü öksüz kaldı" demiş.
Milliyet görmemiş. Akşam görmemiş. Bugün görmemiş. Vatan gazetesine ne? Onda yok. Yeni Şafak'ın başka işleri var. Türkiye'de ne gezer... Gerçi bunlara şiirsizlik çok yakışıyor aslında ya, neyse...
*
"İnce"liğinden görmüş medya, ama ince görmemiş hiç. Körlerin de gördüğü inceliği görmüş. Ufacık. Bir sütun, iki sütun; bir santim, üç santim, en kabadayısı 10 santim yer ayırmış.
İnceliğinden başka ne görecek? "Şair" diyorlar, e sağır sultan duydu şairliğini. "İyi şair" diyorlar, "önemli şair", e bilmeyen mi kaldı? İyiye, önemliye, büyüğe ayıracakları yer bu kadar anca. Şiirleri bestelendi ya, oradan iyi bilirler. Sezen Aksu falan okudu ya.
Ver bir, bilemedin iki sütuna beş en kabadayı on santim, tamam. Dostlar medyacılıkta görsün.
Medya başka ne görecek? Cezaevi önünde beklediğini mi? Askere, cuntaya kafa tutan acılı ama direngen kadınların, adamların arasında olduğunu mu?
Medyanın görmeyle ilişkisini görmüştü elbette:
"Leke haşindir, bakanı incitir
yaralar göreni
körlüğü yarattı ilkin
o yüzden medya"
Görmüş, söylemişti işte:
"Kaz adımlarıyla dolaşılan medyada
Yer yoktu sana
Yıldızın zındana gurbete düştü
Ölüm de bildiğimiz ölüm değil şimdi"
*
Gülten Akın, büyük şairler kuşağındandı. Şiirde devrim yapmış bir kuşaktan.
Fakat büyüklüğü, kuşağının büyük hamlelerinden bağımsız yanlar içeriyordu: Erkek dili, erkek ağzı, erkek imgelemi, erkek sembolizmiyle tıka basa dolu bir şiir evreninde, sonradan Didem Madak gibi, Birhan Keskin gibi, Bejan Matur gibi güçlü kadın şairlerin kendi ışımalarını yayacakları bir şiir takımyıldızının ilk ismiydi.
Siyah saçlarıyla girmişti şiir alemine, uzun siyah saçlarıyla, sonradan keseceği. Enis Batur'un saygılı rasatına takılan saçlarıyla.
Kesilmiş uzun saçlardan örülüdür biraz da şiiri. Kadınların saçlarından tutulup sürüklendiği yerlerde, kendi eliyle. Kadının saçının sadece süpürge edilince değer gördüğü yerde.
*
İnsan hakları savunucusuydu. Mamak önünde bekleyenlerin "Gülten Anne"si, "Gülten Abla"sı. Mamak'a gelip gitmeyen sonbahar günlerinin. 12 Eylül tiranlarının kırbacı hâlâ havada dönerken meydana çıkan 98 cesur insandan biriydi, İHD'yi kurdular. İnsan Hakları Derneği. Mamak Cezaevi önünde bekleyen sabırlı, direngen, umutlu, acılı kadınlardan biriydi. Oğlu ve yoldaşları işkencedeydi. İdam sehpaları kuruluydu. İçerdekiler açlık grevindeyken o da yemeyle savaştaydı, şiir diliyle:
"Ben değil sofraya ölüm oturdu
Peynir yedi beni, zeytin yedi beni
Ekmeğe uzandım, ellerim düştü
Elmadan gözlerim yandı, kör kaldım
Su değil su değil sel aldı beni
Ben değil sofraya ölüm oturdu"
Bir açlık grevi şiiriydi "42 Gün", medya bunu mu görecekti?
Yalnız kadını yazdı, yalnız kız çocuğundan başlayarak. Gecekonduları yazdı, göçü, göçmeni. Altta bırakılanı yazdı, üste çıkanın yüzüne dik dik bakarak. Hapishaneye dönen kentleri. Sürgünü, sürgünde öleni. Yılmaz Güney'i.
**
Ne çıkar peki siz Gülten Akın'ı birinci sayfalardan doğru düzgün vermeseniz?
Medya dünyasının şiire ihtiyacı olmadığı açık, o yüzden berbat bir dünya zaten. Şiirsiz dünya berbatlığında.
Ne çıkacak, hiç. Fakat, tersi olsaydı, gazeteler bir büyük şairin ölümünü, bir insan hakları savunucusunun ölümünü, bir emek ve mücadele kadınının ölümünü bihakkın verselerdi, bir umuda sahip olurduk. O kadar vefasız bir yerde olmadığımıza dair.
*
Matematikçi Salih Zeki hayatını kaybettiğinde, 1921'de, dönemin bir gazetesi "Gitti Salih Zeki eyvâh eyvâh!" manşetini atar. Bir mevlevi şeyhi yazdığı şiirle tarih düşer; son dize tarih olarak mezar taşına da yazılır:
Ağlayıp söyledi yârân tarih
Gitti Salih Zeki eyvâh eyvâh
Bir kıymet göçmüştür dünyadan, feryat doğaldır.
Kıymet bilmek, kıymet yetiştirebilenlerin hasletidir. Bilim dünyayı anlamamıza yardım ettiğine göre, bu müthiş matematik bilgini gittiğinde ağlayanlar, dünyayı anlama kabiliyetinin zayıflamasına da ağlamışlardır.
Sanat, dünyayı dünya yapmamıza yardımcı olur; onu taşımamıza. Onu güzelleştirir bir de.
Gülten Akın bunu yapanlardandı.
Dünyayla dövüşenlerin şiirini yazdı, kendi dövüş biçimi olarak. Acısını da çekti, boşuna mı kesti o siyah saçlarını? Ama öğrettiği, yaptığı, ne dövüşmek, ne acı çekmekti; yaptığı, dünyayı taşımaktı. Yaratarak. Üreterek. Güzelleştirerek.
*
Birhan Keskin güzel demiş gazetelere, gazetelerde; Gülten Akın hakkında kendisinden birkaç kelime istenince:
"Ben onun yokluğuna ağlayayım. Siz geri kalanlara ağlayın."
***
Enis Batur, 2007'de çıkan Neyin Nesisin Sen adlı kitapta yazdıydı.
Gülten Akın Sonesi
Bir an bütün sesleri ayırıyor, siliyorum;
karşımda yumuşak hırçın bir şiir okuyor,
heceden heceye kırılgan davudi ezgisi
yayılıyor imbikten geçmiş kelimelerin
ah sizi tanıyorum: ludingirra'ydınız,
o vakitler ilk karşılaşmıştık, bir seferinde
Neşideler Neşidesi'ydi, yazdınız, yüksek
oktav tınılar kaplamıştı beynimi, ruhumu,
sonra Louise Labe, Mistral, büyük suskun
sonelerin şairi Marguerite, bir gece yarısıydı
anımsayacaksınız, yoluma bulut,
karanlığıma rehber çıktıydınız: Siyah
saçlarınız o günler bugün öyle uzamış ki,
halınıza deymiş ayaklarım, uçuyorum
Yorumlar
Yorum Gönder