Öfke belagatının en iyi güftecisi: Yalçın Akdoğan
Önce söz vardı. Sözü Türkiye’de yankılandığında, kulakları, kalpleri, akılları ve sinirleri doldurduğunda, siyasetin mutfağını bilenler hariç, pek tanınmazdı.
O, herkesin bildiği, duyduğu sözleri var etti, ama söz onda değil, o sözde var oldu. Sahneye siyasetçi olarak
çıktıysa da aslen teknisyendi. “Techne”si, yazmaktı. Erdoğan’ın sesine söz yazmak.
çıktıysa da aslen teknisyendi. “Techne”si, yazmaktı. Erdoğan’ın sesine söz yazmak.
Ünlendiğinde, danışmanlık ve metin yazarlığındaki kısmi şöhreti, kudretli siyasetçilikle taçlandığında, ikiye bölündü. En az üç kişiydi artık. İlki, kudretli bir sözün üreticisi, ama sahibi değil. İkinci ve üçüncü, ilkinin kudretinde olmadı hiç, çünkü kendi sözlerine mecburdu. Son ikisine, ilkinin emanet sözleriyle yükselen siyasal makinanın övgü ve alkışçısı olmak düştü. Bir, Erdoğan’ın söz yazarı olarak Yalçın Akdoğan. İki, Yalçın Akdoğan olarak Yalçın Akdoğan. Üç, Yasin Doğan olarak Yalçın Akdoğan. Sonuncu özerk rolünde: ikinci, “Tanımıyorum onu” diyor. Siyasette Pessoa pozu mu desek, Pessoa etkisi mi? “Hiç kimse” olmadan çok kimse olma oyunu her alanda aynı etkiyi yapmıyor ne yazık ki-belki de ne iyi ki.
Doktrinsiz doktriner
Erdoğan’ın yeni kurmaylarının çoğuyla aynı özelliklere sahip: Mücadele zamanlarındaki pratiğiyle değil, akademik-bürokratik ilgi, heves ve özellikleriyle seçilmiş. Bir örneği Ahmet Davutoğlu, bir örneği Efkan Ala, bir örneği Yiğit Bulut. Başkanın adamları. Ne Yiğit Bulut gibi telekinetik tahayyüllerin uçbeyi, ne Davutoğlu gibi muktedir allame edaları var. Edasız değil yine de: Sözleri sert, duruşu ketum.
“Doktrin hocası” diyorlar. Sevmiş tanımı. Peki doktrini var mı? Varsa da kendisinin değil. 19’uncu yüzyılın doktriner devrimcilerinin gözlüğünü taşıyor biraz, biraz kardeşlerine, kuzenlerine, komşu çocuklarına bellediklerini şehvetle anlatan çalışkan büyük çocuğun gergin yüzünü. Doktrinerden çok sözel brikolör. Laf yaptakçısı.
Baba, oğul, CHP
İktidar mensuplarının biyografilerinde mitomanik öğeler çoktur. Bu hikâyelerde sol ile kutupsal bir ilişki gözlenir. İşte Davutoğlu sol literatürü yalayıp yutmuş idiyse, Arınç Öcalan’ın namazına şahitlik etmiş idiyse, Akdoğan da “CHP’li ve hızlı solcu” bir babanın oğludur. CHP’li ve hızlı solcu? Hızlı fakat küçük yaşta muhafazakârlığı eline alan anlatıcı oğula bulaşmayacak kadar özgürlükçü. Sonuç, bir hidayet romanı özeti: Sonunda oğulun partisine oy verir... Ah şu anlatıla anlatıla anlatanı büyüleyen öyküler…
Duruşunu “kasıntı” diye yorumluyor, ekliyor: “Ama görüntü bu…” Görüntülerin gerçekle bağının garantili olmadığını, görüntüyle gerçek arasında bir sorun olduğunu biliyor, “techne”si bu bilgiye dayanıyor.
Hınçlı tekneye hızlı savunma
Şahin de deniliyor kendisine. Şahinliği, yerde kıstırılmışa tekme atacak cinsten değil; ama tekme atanı savunacak en iyi argümanı bulacak cinsten. Soma’da, 301 işçinin madende katledilmesi ilçeyi kedere gömmüşken, başbakanın konvoyunu protesto edenlerden biri silahlı zebellahlar tarafından yere yıkılmışken, yerdekine hınçla tekme sallayan müşavir Yusuf Yerkel için de kullandı yeteneğini, söz çabukluğu marifet: "Araçları tekmeleyen ve ekibi linç etmek isteyenlere karşı Yusuf Yerkel’in kendini savunması çok farklı şekilde yansıtılmıştır."
Tek bir kişinin “araçları ve ekibi” linç ettiğine inandığını öne süremeyiz, fakat sözüne inanacak yeterince insan bulacağına güveni mükemmel. Sözün inandırıcılığı tahmininden az ise tek sebebi var: Kendi söylemesi. Erdoğan söylese, örneğin, en az bir fazla kişi inanmış olacaktı.
Gazetecilik stajı var biyografisinde, bir de halkla ilişkiler: Kelimeleri, sözleri zihin avlamak, zihin bağlamak için işleyebilen meslekler. Kelimebazlığı teorik iş zannetme bu mesleklerde haslet sayılıyor çok zamandır. AK ideolojinin söylem sarrafı. Rıza üretme sarrafı.
Şahin ya, “Çözüm süreci”nin de en sert adamı. Kandil’le kapışıyor, “Sizin dilinizden ben anlarım” gibilerinden. Kandil’e karşı Öcalan adını kullanmaya bilhassa düşkün. Çözüm sürecinden önce Erdoğan’ın söyleminde yer alan, sonra da zaman zaman hortlayan sertliğin kaynağı da buralarda bir yerde: Hayır, Yalçın Akdoğan değil şahin olan, Erdoğan da değil, ama ikisi birlikte…
Diyalog emreden söz
Öfke belagatının en iyi güftecilerindense de en iyi icracının yanında sönük kalmak zorunda. Her halükarda belagattaki öfke, bireysel hıncı kolektife taşıyor, böylece siyasal ve sosyal iklimdeki gerginlik güvenceye alınıyor. Konuşmadığında bile o gergin sözü başının üstünde asılı gibi. Diyalog aramaktan çok diyalog emreden bir söz: Emir, tebliğ, karar, reddiye…
Aforizma seviyor. Şeklen de olsa. Fakat çelişkileri işleyip belirginleştirmek yerine, çelişkilere düşmekle şekilleniyor incileri. Tüm iktidar figürleri gibi, çelişkiden korkmuyor. Mantık sınavında olmadığını, siyaset arenasında kitleleri kendine çekmekte, çekip çevirmekte olduğunu biliyor. Daha yakında Gülen Cemaati için “Yeşil Ergenekon” lafını kullanmışlığı da var, “TSK’ya kumpas kurmuşlar” demişliği de.
Bir dönüm noktası olarak kumpas
Oysa “kumpas”ı keşfinden önce Ergenekon için demişti ki: “Bu dava 27 Mayıs’tan, 12 Mart’tan, 12 Eylül’den, 28 Şubat’tan, 27 Nisan’dan süzülüp gelen bir müdahale ruhundan hesap sorulmasıdır. Türk demokrasisinin geleceği açısından önemli bir dönüm noktasıdır.”
Ve şunu: “Ergenekon olmasa açılım olmazdı.”
Cümleleri kumpas parantezine alırsak: Açılım, kumpas olmasa olmazdı. Kumpas olmasa, Türk demokrasisi bir dönüm noktasından mahrum olacaktı… Kumpası yeriyor mu, övüyor mu, deşmek yararsız. Galibin dediği olur. Mütegallibe sözü, yapısökümden korkmaz, o kendi söküp attıklarına bakar.
Eşitler arasında birinci
Markar Esayan ve Etyen Mahçupyan’a “Ermeni olarak iktidar destekçisi oluşları” nedeniyle yöneltilen haklı haksız eleştirileri göğüslemek isterken, örneğin, “bizden daha çok milli, vatansever veya erdemlidir” demişliği de var. “Bizim gibi milli” olsalardı, “bizden daha çok milli” olmaya mecbur kalırlar mıydı hiç? Erdoğan’ın sözlerinde de sık rastlanan bu karakucak milli çelişkiler, tüm AK Partililerde eşit dağıtılsa, eşitler arasında birinci Akdoğan olabilirdi. Fakat Erdoğan var, Akdoğan’ın sözlerinin de yükselişinde rol oynadığı o büyük egemenlik zirvesinin altındaki yaylada herkes, aynı düzlemde kalır.
Yorumlar
Yorum Gönder