Fas yolcularıyla mezar yolcuları
Cezasızlık,
bir devlet kültürüdür.
Adalete bakmadan
kimin suçlu kimin suçsuz
olduğuna karar veren kültür.
Kimin Fas'a kimin
mezara yollanacağına
karar veren kültür.
Bazı yurttaşların ölümünün ölüm sayılmadığı bir ülke olabilir mi? Bazı
kişilerin cinayetinin cinayet sayılmadığı? “Adalet”ten dem vuran hiçbir
idare bunu kabul etmez. Ne yapar? İki yol var, ilki malum: Arar, tarar,
faili, delili bulur, kararı bekler. Kendi kararını değil, yargı
kararını.
**
Peki bir buçuk ayda 11 yurttaşın gözü çıktı, yakın mesafeden nişan alan herhangi bir polise işlem yapıldı mı? Bilmiyoruz.
Abdullah Cömert’in katili kim? Kim bilir, devlet en ufak bir bilgi vermiyor Arayan var mı? Bilmiyoruz.
Ethem Sarısülük meselesini biliyoruz: Vuran polis meşru müdafaadan kurtardı, geriye prosedür kaldı. Hükümetin, devletin çeşitli düzeylerde yetkilileri, daha ortada mahkeme yokken, meşru müdafaayı ilan ettiler.
Abdullah Cömert’in katili kim? Kim bilir, devlet en ufak bir bilgi vermiyor Arayan var mı? Bilmiyoruz.
Ethem Sarısülük meselesini biliyoruz: Vuran polis meşru müdafaadan kurtardı, geriye prosedür kaldı. Hükümetin, devletin çeşitli düzeylerde yetkilileri, daha ortada mahkeme yokken, meşru müdafaayı ilan ettiler.
**
Ali İsmail Korkmaz’ın katilleri bulunacak mı? Kamuoyu baskısıyla bir çaba varmış gibi. Komada olduğu 37 gün soruşturma yapılmayışına ne demeli? Mağdur mu sayılmadı? Aramızdan 10 Temmuz’da kaydı gitti bakmaya utandıran o güzel gülüşlü fotoğraflarını bırakarak.
Yeni öğreniyoruz ki hunharca saldırıya uğradığı gün polise gidip anlatmış başına gelenleri, polisten dayak yiyen birinin anlatabileceği kadar. Peki ne olmuş? Kimi gerçekten polis, kimi kendine polis süsü veren, kimi de “devlete millete bağlı” ama cana, erdeme, ahlaka hiç bağlı olmayan kişiler tarafından ağır biçimde dövülmüş, sonra 37 gün yaşam savaşı vermiş birinin ifadesi, polisi failleri bulmaya mı yöneltmiş? Ne gezer!
Görevlileri ve dolayısıyla kendisi suçlamalarla karşı karşıya kalan devletin bir yolu daha var: Şu ünlü cezasızlık yolu. Eski bir yol.
**
O eskiye gidelim az, 4 Şubat 1329’a. İttihat ve Terakki iktidarda. Hızla bir şeyler yapmak arzusuyla yanıyor. Ayağına hukuk adalet filan gibi şeylerin dolanmasını istemiyor. Hangi iktidar istemiş ki? Bir yasa yapıyor: “Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat.” Memurların yargılamasına dair geçici kanun. Geçici ya 1913’ten 1999 sonlarına kadar, 86 yıl kadar kalır. 2000’lere giderken yerini 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’a brakır.
Bir hatırlatma yapalım o vakit: 19213'te, "Elleri korkak alışmasın" diye memurları yargıya karşı zırhla donatan kanun çıkar, 1915'te ne olur? Elleri cesur memurlar ne yapar? Adlı adınca söyleyelim: Soykırım.
O kanun, böyle ağır suçları içeren bir kanundu, hala da öyledir.
Çünkü:
O kanun, “görev yaparken kendilerini baskı altında hissetmesinler” diye kendisi gibi cevval devlet memurlarını çok güçlü bir dokunulmazlık zırhıyla koruyordu. Özetle, amirleri, yani devlet istemezse o memurları kimse yargılanmaz. Yenisinde de fazla değişiklik yok: Zırh inceldi, işlemeleri güzelleşti, biraz elbiseye benzedi, ama yine zırh olarak duruyor. Yani, o memurları amirleri, yani devlet istemezse kimse yargılayamaz. O memurların ola ki yaratacağı boşlukları doldurmak için kılıcı, tabancası, palası, küreğiyle ortaya çıkanlar olursa ne olur? Onlar da en az bordrolu devlet memurları kadar memurdur, korunur, sevilir: Tabancası bulunamaz, suç aleti bulunamadığı için ceza almaz. Palası ateşli silahlar kanununa uymamış gibi yapılır, bırakılır bir şöyle uzak ülkelere, Fas'a filan uçana kadar beklenir, sonra tutuklama kararı çıkarılır. Ara ki bulasın da getiresin Fas'tan...
Koca bir yüzyılı, katliamlar, pogromlar eşliğinde kat edip bugüne ulaşan bu memur zırhı kanun, sadece devlet memurlarını korumakla kalmaz, devlete hakim zihniyeti ele verir:
O kanun, “görev yaparken kendilerini baskı altında hissetmesinler” diye kendisi gibi cevval devlet memurlarını çok güçlü bir dokunulmazlık zırhıyla koruyordu. Özetle, amirleri, yani devlet istemezse o memurları kimse yargılanmaz. Yenisinde de fazla değişiklik yok: Zırh inceldi, işlemeleri güzelleşti, biraz elbiseye benzedi, ama yine zırh olarak duruyor. Yani, o memurları amirleri, yani devlet istemezse kimse yargılayamaz. O memurların ola ki yaratacağı boşlukları doldurmak için kılıcı, tabancası, palası, küreğiyle ortaya çıkanlar olursa ne olur? Onlar da en az bordrolu devlet memurları kadar memurdur, korunur, sevilir: Tabancası bulunamaz, suç aleti bulunamadığı için ceza almaz. Palası ateşli silahlar kanununa uymamış gibi yapılır, bırakılır bir şöyle uzak ülkelere, Fas'a filan uçana kadar beklenir, sonra tutuklama kararı çıkarılır. Ara ki bulasın da getiresin Fas'tan...
Koca bir yüzyılı, katliamlar, pogromlar eşliğinde kat edip bugüne ulaşan bu memur zırhı kanun, sadece devlet memurlarını korumakla kalmaz, devlete hakim zihniyeti ele verir:
Kamu görevlilerinin işledikleri suçların suç olması
için, devletin buna karar vermesi gerekir. Çünkü bu devlet, toplumdan
da, adaletten de büyüktür, görevlileriyle birlikte. Bordrolu, bordrosuz fark etmez, onları siz, biz yargılayamayız. Bir gün lazım olursa devlet yargılar, Mehmet Ağar'ı yıldızlı cezaevlerinde yatırdığı süreçteki gibi. Yatar, yatarken cümle alem ziyaretine gelir, ne iyi bir adam olduğunu hissede hissede ömrünü sürdürür gider.
Devlet büyüktür, adaletten de her türlü yurttaştan da. Büyüklüğünü de hangi
suçların suç, hangi cinayetlerin cinayet olduğuna kendi karar vererek
gösterir. Kimin Fas’a, kimin mezara yollanacağına karar verirken
gösterdiği gibi.
Yorumlar
Yorum Gönder