Feridun Yazar'ın ardından
Civanmerd. Musa Anter öyle tanımlamıştı genç Feridun Yazar’ı,
birlikte hapis yattığı günleri aktarırken. Musa Anter sözlüğünde bu Frenklerin
“centilmen”ine karşılıktı. Gandi’ye benzetmişti aynı yazıda. Nazik. Dikkatli.
İyi dinleyici. Barışçı usulleri kişiliğine sindirmiş biri olarak görmüştü. Cenazesi’nde
bu kez biraz bir sosyal demokrat umut ile biraz o umudu pekiştirmeye yönelik PR
çalışması neticesinde “Gandi”ye benzetilen bir başka ismin, CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu’nun çelenginin yer alması, iki Gandivari karakterin
selamlaşmasınden çok, CHP geleneğiyle Kürt siyasetçilerin işbirliği yaptığı,
yapabildiği zamanların hatırasını güncelliyordu.
1977’de CHP’den Şanlıurfa Belediye Başkanı seçildi. 28 Eylül
1979'da evinin önünde iki kişinin silahlı saldırısına uğradı. MC ruhu iktidarda da muhalefette de zindeydi. Milliyetçi Cephe. Demirel, Erbakan ve Türkeş
birlikte. Şimdi hepsinin ruhu tek kişide toplanmıştı, o zaman aynı kökün üç sarmaşığıydılar. 13 yerinden yaralandı. Eşi de vurulmuştu. Feridun Yazar yaralarını sessizce taşımayı bilenlerdendi.
Musa Anter'in genç arkadaşı
CHP ile Kürtlerin işbirliği 12 Eylül 1980 darbesiyle
kesilirken, Feridun Yazar da birçok Kürt politikacı gibi Diyarbakır cezaevine
atıldı. İkinci mahpusluğuydu bu. Birinci, tahmin edileceği gibi 12 Mart
muhtırasından sonraydı. Kuşaktaşı eğitimli Kürtlerin çoğu gibi, DDKO üyesiydi. Kuşaktaşı
bütün eğitimli Kürtlerin çoğu gibi üst sınıftandı. Ağa çocuğu. Kejan
aşiretinden. Kuşaktaşı eğitimli Kürtlerin çoğu gibi siyasal olmaya yazgılıydı.
Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı’nın tutukevine
konulmuştu. Musa Anter’in anlattığı da oydu. “Orası hapishaneden çok esir kampı
gibiydi. Ama biz o esir kampını bir bilim ocağına dönüştürdük. İşte Feridun
Yazar da bu şerefli "Külliye'nin şerefli bir neferi idi. Aramızda otuz
yıla yakın yaş farkı olmasına rağmen, ben iftiharla Feridun Yazar arkadaşımdır
diyebilirm..."
Diyarbakır Cezaevi dedik, cezaevi sözün gelişidir. “Ceza”
hukuku yürürlükte değildi ki bir cezaevinden söz edilsin. Şimdilerde çok
kullanılan “düşman hukuku” da yeterince açıklayıcı değildir; düşman hukuku,
gönderdiği savaş hukukuyla birlikte düşünüldüğünde yine de bir hukuktur.
Adaleti gözetmese bile onuru gözetir, eser miktarda da olsa.
Kamptaki düşmanlık
Evet, bir “kamp”tı orası da. Musa Anter’in tasvir ettiği, Giorgio
Agamben’in istisna haline atfen kavramlaştırdığı kamp. Agamben’in kampı, yine
hukukla, hukukun az önce ya da az ötede var olduğu bir hali anlayabilmeye yarar,
Diyarbakır Cezaevi ise ne kronolojik ne de topolojik olarak herhangi bir
hukukla bağ taşımaz.
Amed zindanında olan bitenler, Türkiye’de Kürtler
konuşulduğunda değinilmesi kaçınılmaz olan inkar-imha-asimilasyon üçlüsünün
imhasına denk düşer; bedenlerin imhası elbette ama öncelikle kişiliğin,
kimliğin imhası. Mahpusta ameliyatlı karnı hariç her yerine vurularak
karşılanacaktı. Çayan Demirel’in belgeselinde, “… kimliğimizi bırakın kişiliğimizi yok ettiniz. Benliğimizi yok
ettiniz” diye özetleyecekti 5 No’lu Cezaevi’nin niteliğini. 35’inci koğuşun,
yani tecrit hücrelerinin sakiniydi. Cezaevinden “devlet”e düşman olarak
çıktığını söyleyerek bitirecekti az önceki sözlerini. Böyle söylese de “düşmanlık”
ruhunda yoktu. Alparslan Türkeş gibi ırkçı karakterlerden söz ederken bile,
görüşlerini açık dile getirmelerine binaen “samimi” ve “konuşulabilir”
bulduğunu söylerdi. Devletin işlerinin “düşmanlık” üretmekten başka işe
yaramadığını söylemeye çalışıyordu kendi düşmanlığından söz ederken özetle.
Ömrü “çatışma”nın bitmesi, silahların konuşmadığı, insanların konuştuğu bir
ortamın inşası için dil dökmekle geçti.
Yeniden CHP
12 Eylül sonrasında, 1983’te hapisten çıktıktan sonra
siyaset için eski adresini seçecekti: 1988’de SHP’nin Şanlıurfa İl Başkanı idi.
Çok sürmedi. SHP Haziran 1989’da Sosyalist Enternasyonel’e tam üye oldu. Kasım
1989’de yedi Kürt milletvekili “Kürt Ulusal Kimliği ve İnsan Hakları” konulu
bir konferansa katıldıkları için partiden ihraç edildi. Enternasyonel
tutum, Kürt
nasyonalitesi için geçerli değildi. Kürtler parlamenter politikanın da istisna
halindeydi SHP yönetimine gire. Feridun Yazar bunun üzerine 10’dan fazla il
başkanıyla birlikte SHP’den ayrıldı.
HEP ufuktaydı. 1991’de kurulan HEP’in Genel Başkanı idi. Vefatından
sonra bazı gazeteler, “İlk Kürt
partisinin ilk Genel Başkanı” olduğundan dem vurdu. Ona göreyse HEP bir “Türkiye”
partisiydi. Kürt siyasal hareketinin “Türkiyelilik” sınavını güçlü biçimde
verdiği HDP ona göre HEP’in Türkiyeliliğini yakalamalıydı. Bazı gazeteler de “HDP’yi
en çok eleştiren isim” olarak tanıttı, yine vefatından sonra. Canip Yıldırım’ın
“romantik Kürtçülük” dediği kuşakla militan Kürtçülük kuşağının arasındaydı.
Romantik kuşağın konuyu bir tür aydınlanmayla, diyalog yoluyla çözme
hayalleriyle realist kuşağın çatışmacı usulleri arasında bir yol tutturmaya
özen gösterdi hep. Kuşaktaşı üst sınıftan Kürt politikacıların bir kısmının aksine, sonraki kuşaktan gelen yoksul Kürtlerin siyasal mücadelesini uzaktan seyretmedi.
Uzaktan seyirci olmadığı için de 1990’ların ağır yükünü çeken belli başlı isimlerden oldu.
1998’de yine hapisteydi. Malum, terör, bölücülük filan. 1970’lerden 2000’lere
kadarki yaşam öyküsü, o dönemlerde Kürt meselesinde çare arayan politik
isimlerin yaşam öyküsüyle aynıydı özetle. Hapis. Suikast. İşkence. Hapis…
Bugün onunla görüş farklılıklarını, “birbirimizi incitmeden”
sürdürdüklerini yazanlar, kendilerinin incitilmediğini teyit ediyorlar,
nezaketini yani. Fakat aslına bakarsanız onun incinmediğini teyit edemezler.
Kürt siyasetçilerle, mücadele insanlarıyla ilişki kurmuş olanların çoğu, neyin
incitici olduğunu hiç bilemeden hayatlarını sürdürürler; bu türden dostluklar,
bir tarafın çok yutkunduğu, bir tarafın dilinde hiç kemik olmadığı bir iklimde
yaşar.
Aile acısı, yurt acısı
Bir kızı cenazesinin başındaydı. Babasının onurunu miras
olarak almıştı, onu anlattı. Bir kızı ise gideceği yerde, toprağın altındaydı. 17 Ağustos
1999’daki büyük depremde ağır darbe almıştı aile. Kızı, akrabaları komşuları can
vermişti. Kendi ölümüne kadar sessizce taşıdığı acılardan biri de buydu.
Diyarbakır Cezaevi’ndeyken 1.5 yıl hiç görmemişti ailesini. Ziyarete
gelmelerini istememişti. Birkaç dakikalık görüş için işkenceye, tacize maruz
kalmalarını istememişti. Kendisinin ve ailesinin acılarına acı katmak
istememişti.
Yorumlar
Yorum Gönder