Kıyıdaki uçurum
Kara
yaz! Karanlık yaz! Kararan vücutlardan
rıhtıma
varmayan ceset elbette hatırlanmaz.
(İsmet
Özel)
*
"Kıyıya
çocuk vurdu."
Nasıl
bir cümle bu? Nasıl bir deniz? Nasıl bir kıyı?
Kıyıdayız.
Yaşamla ölümün. Barışla savaşın. Kıyı dediğiniz uçurum.
Uçurumdayız. Çocukların sonsuz düştüğü . Yüzükoyun.
Acımasızlığın uçurumu. Hep düşecek o çocuk.
Acımış
gibi yapmış bugün bazı gazeteler. Canları yanmış gibi. Kimi
fotoğrafı vermiş, kimi verememiş.
Hürriyet,
"Dünyayı sarstı" manşetini atmış. Dünyadaki
sarsıntıyı nasıl ölçmüşler bilmiyoruz, fakat "uygarlığın
beşiği" olmaktan "barbarlığın beşiği" olmaya,
bir ölüm denizine dönüşen Akdeniz'deki ölümlerde dünyanın
kılını kıpırdatmadığı açık. Koca koca AB'nin liderleri
toplandı denizde boğulanların fotoğrafları kamu oylarını
homurdanmaya itince, çıka çıka üç kuruş para, beş on kişilik
teşkilatlar kurma kararları çıktı. Vermeyi bilmezler onlar,
almayı bilirler, normaldir. Para, can, alınteri, alıcıdırlar.
Irak'ı, Suriye'yi, Libya'yı altüst ederken, sattıkları "özgürlük
ve demokrasi"ye karşılık ortaya çıkan kan ve gözyaşı,
"Ortadoğu ve Afrika bataklıkları"nın olağan ürünüdür
onlara göre. Geri toplumlarda geri işler olur. Kan gibi, gözyaşı
gibi. İleri toplumlarda ileri işler, para pul gibi.
"Utan
dünya!" demiş Milliyet. Dünya utansın elbet, mümkünse
böyle bir şey. Peki sen utanacak mısın? Manşetlerden yürüttüğün
savaş şahinliğinden? Suriye'yi yaşanmaz hale getiren politikalara
verdiğin kayıtsız şartsız destekten? Yok, işten atmaları
sormuyorum, o bir kâr etme yöntemi her şeyden önce. Yoksa savaş
da mı öyle? Alın teri ve kan mı senin kârın?
"Buzlamadık
ki dünya utansın" demiş Akşam gazetesi. Sen utanacak mısın
peki? Ama sen dünyalar üstüsün değil mi? Melekler katında. Hep
haklı, hep doğru, çün hep güçlü olanın yanında. O yüzden
Suriye'de insanlar katındaki kıyımlardan sadece "Zalim
Esed'in yaptıkları"nı gördün, ülkelerin yıkımlarını
özgürlük ve demokrasi diye satan Amerikalarla iş tutarken ne
kendini gördün, ne onları.
"İnsanlık
kıyıya vurdu" demiş Yeni Şafak, sayfanın altında küçük
bir haberle. Yani kendi üstüne alınmasına gerek yok, insanlığın
işleri bunlar. Siz insanlığın üstünde yer alan akıl ve ruhlar
için değil.
Meydan
gazetesini yapanlar, Allah'tan korkmuşlar, ayetle yalvarmışlar. "Bizi de helak eder misin Allah'ım" (Araf, 155)
"Dünya
ve insanlık" bu işlerin çözümü için işe yarar kelimeler
değil. O yüzden sık sık kullanılacak. Sorunlardan kaçmanın,
sorunları gözden kaçırmanın en kolay yolu. 2 milyonu aşan
“Suriyeliler” konusunda “dünya bizi yalnız bıraktı”dan
başka haber yapmak ayıp olur değil mi, dünya gelsin alsın
götürsün, suçlu dünya. Biz masumuz. Hep.
Onlar bize gelmiyor, bizden kaçıyor oysa, açık değil mi?
Onlar bize gelmiyor, bizden kaçıyor oysa, açık değil mi?
Ertuğrul
Ahmet Tonak hoca, facebook hesabından paylaştı, basit ama çok
önemli bir soru sorarak, bir de güzel öneride bulunarak, düşünmek isteyenler için:
"Boğularak
ölen Suriyeli çocuğun fotoğrafı vesilesiyle mülteci sorunu
çeşitli biçimlerde dile getirilmeye başladı. Tartışmalara
"hain Avrupalılar" tonu hakim. "Şu mültecileri
kabul etseler bir sorun kalmayacak"a kadar varan akıl
yürütmeler de yaygın. "Suriyeli mülteciler niçin hem
müslüman hem de dünyanın 16. en büyük ekonomisi Türkiye'de
kalmak yerine ölümü göze alarak Avrupa'ya kapağı atmak
istiyorlar?" sorusu ise daha az soruluyor. Türkiye'deki durumun
STK'larla ilgili boyutuna eğilen bir çalışma için Zümray
Kutlu'nun Bekleme Odasından Oturma Odasına'yı öneririm."
*
İstanbul'da,
Zeytinburnu civarında bir tabelaya sık rastlanırdı. Bazı
sokaklarda birkaç tane olurdu. "Overlokçu, romeyözcü,
reçmeci, son ütücü... aranıyor." Işıklı tabelalar.
Işıklı, yani hep arıyor arayan. Yani hiç garanti yok. İşsizlik,
bir sonuç değil, bir yöntem ya: Üç otuz paraya çalıştırmanın
garantisi... Emeğinden başka satacak şeyi olmayan içinse her
türlü işi kabul mecburiyeti...
Ege
kıyılarında, Bodrum'da filan, "Suriyelilere indirimli can
yeleği" satılır. Sahillerde, bavulları hazır bekler
"Suriyeli"ler. Ne bulurlarsa, ellerindeki avuçlarındaki
parayla lastik bottan balıkçı teknelerine kadar, hangi aracı
bulurlarsa artık, ona atlayarak karşıya doğru yola çıkarlar.
Karşı, haritaya göre Yunanistan, Avrupa. İlki alınterini yemenin
yolu, diğeri kanı içmenin. Kanıksanmış. Kalıcı. Işıklı
tabelayla ilan edilmiş temel adaletsizlik. "Suriyeliler neden
burada kalmıyor" sorusunu sorsak, "Neden kalsınlar"
cevabıyla çaresizleşebiliriz. Öyle ya, en büyük, ilerici,
aydınlanmacı ana muhalefet partisi, "geri gönderme"yi
bir seçim kozu gibi düşünebilmişti 7 Haziran öncesindeki
seçimde. E Avrupa da ilericiliğin, aydınlanmacılığın en büyük
yaratıcısı, üreticisi, satıcısı, kazıklayıcısı değil mi?
Muasır medeniyet buysa, o seviyeye göz koyan da bu olur.
*
Kıyıdaki
sonsuz uçuruma düşen çocuklar Kobani'li. "Düştü düşmedi"
denilen Kobani. O çocuklar için çoktan düşmüştü, hep de
düşecek artık. Kobani deyince, hani şu Rojava, yani Batı
Kürdistan. Kürt bu çocuklar yani. Şu Roboski var ya, işte o
sınırın öbür yanının çocukları. Hani o katırlarıyla birlikte parçalananlar. Fotoğraflarına bakamamıştınız ya onların da, inceliğinizden. Dağların çocukları,
kıyıdakiler.
Şimdi o Roboski katliamına yol açan tezkere
oylanacak Meclis'te. Biliyorsunuz değil mi, tezkereye evet derseniz
Roboski'ye hayır diyemezsiniz. Nasıl bilmezsiniz, Roboski
mazlumları o yıl evet dediğiniz tezkeredeki yetkiyle vuruldu. "Beş
bin metreden Ahmet Mehmet ayırt etmeden vur" diyen tezkereyle. Genelkurmay ne demişti, Roboski'den sonra, "Meclis yetki verdi, biz de vurduk." Bir karar verin. Ya havadan bombardımana evet diyeceksiniz, ya da
vurulanlara ağlamayacaksınız. "Mazlumu yalnız
bırakacaksınız, sağken yaptığınız gibi."
İlhan
Cihaner'e sorsa ya CHP yöneticileri, lafı dolandırmadan,
uzatmadan, derelerden su getirmeden söylemiş işte: "Biz
biliyoruz ki 30-40 yıldır Kandil'i bombalayarak, terörle
mücadelede en küçük bir fayda sağlanmadığı gibi, Kürt
sorununu barışçıl çözümünde de bu yöntem faydalı
olmayacak."
Savaşı destekleyip sonucu olarak ortaya çıkan fotoğraflarla gözyaşı satmak, tezkereyi destekleyip sonucu olarak ortaya çıkan fotoğraflarla siyasal caka satmak birbirinden uzak işler değil.
Bu
son cümleyi sevgili kardeşim Cem Ertuna yazdı twitter ve facebook
hesaplarından, oradan aldım ben de:
"Savaşın olduğunu
anlamak için boğulmuş bir mazluma ihtiyaç duyanlardan.Hiç bir
bok olmaz.
Mazlumu
yalnız bırakın sağken yaptığınız gibi."
Yorumlar
Yorum Gönder