Bir yönetim tekniği: Katliam!


Katliam, bir yönetim tekniğidir. Türkiye tarihi böyle diyor.

Sosyalistlere çok saldırı oldu Türkiye’de. 16 (1978) Mart katliamı bunlardan biri. Katliam, sadece sol bir grubun imhasını hedeflemiyordu kuşkusuz; sol-sosyalist fikirlerin öğrenciler arasında dolaşıma girmesini de engellemeyi umuyordu. Daha açık bir ifadeyle, öğrencilerin sol-sosyalist fikirler ya da kişiler gezmesinin ölümcül olduğunu bilmeleri isteniyordu. Bir çok katmanlı mektuptu yani. Ne şaşırtıcı değil mi, hiç aydınlatılamadı. Tüm failleri ortadayken. Faillerinden biri devlet eliyle kahramanlaştırıldı bile. Şu ülkücü seri katil Abdullah Çatlı. (Türkiye'de seri katil çıkmıyor diye hayıflananları anlayan var mı?)

Ondan bir yıl önceki kanlı 1 Mayıs (1977) benzer özellikler içerir: O da faili meçhul kaldı. Onda da işçi sınıfıyla sol-sosyalist fikirlerin, kişilerin, örgütlerin buluşması hedef alınmıştı. Orada da mektup aynı şeyleri söylüyordu. Öldürerek, ölürsünüz diyordu. Dediğini yapıyordu yani. Yaptığını diyordu.

Katliamların bir siyasal-sosyal yönetim tekniği olması devletin şanındandır. Devletler çünkü, sadece TC değil, devletler kanla kurulur, kanla yönetilir. “İrfanla yönetim” işin kandırmacasıdır, ta ki devlet irfana icbar edilebilsin. Bugün iyi kötü demokrasi var olan yerler, hep bu “irfan”a zorlanmış devletlerdir. İşçi sınıfı ve onun organizasyonları, müttefikleri zorladılar. “Neoliberalizm” denilen şey, sol sosyalist mücadeleler tarihiyle işçi sınıfının elde ettiği kazanımların bir bir geriletilmesi, çökertilmesidir. Batıda bu hak geriletmesini, bu sınıfsal çökertmeyi katliamlarla yapamıyorlarsa henüz, o mücadelelerin sonucu olarak demokrasi çıtasının biraz yüksekte oluşundandır.

Buralarda katilamlar hâlâ bir yönetim tekniğiyse bir buçuk sebebi var: “Kürt sorunu”nun çözümünde, yani Kürtlerin hiçbir isteğini vermeden çözümünde uzun süre etkili bir yol olduğuna inanıldığı için. Uzun süre inanıldı çünkü, Kürt ölünce pek bir şey ölmüş olmuyordu. (33 Kurşun, buna ağlıyordu. Mustafa Muğlalı, Kenan Evren’le Tahsin Şahinkaya gibi “cezası kesinleşmeden” aramızdan ayrılmıştı. Ölüsüne Demirel’den Erdoğan dönemine kadar hep sahip çıkıldı, herkes sahip çıktı.) Katliam yapıp “terör örgütü”ne yıkmak kolay işti. Kamuoyu da inanmaya hazırdı çünkü Kürt’ün payının azalması, “kamuoyu”nun payının artması demekti. Sömürge mekaniği basittir daima. Bu bir sebebin yanında bir de buçuk sebep var: Yapılmış katliamların aydınlatılmasına yönelik mücadele, 12 Eylül öncesindekiler dahil, 12 Eylül darbesinin resmi sistematik katliamları eşliğinde öyle geriletildi ki, sol-sosyalist yeniden kendisini toplaması, hesap soracak kadar güçlü biçimde toplaması bir daha mümkün olmadı.

Son yıllarda, “Kürt sorunu”nun çözümü konusunda Kürt hareketinin açtığı siyasal alanda imkanlar güçlendikçe, katliamcı siyasete karşı tepki de güçlendi. Sadece Kürtler arasında değil, Türkler arasında da. Roboski örneğin, sadece CHP tabanında değil, AK Parti tabanında da yoğun tepkilere yol açtı.
Suruç saldırısı, işte bu fikirlerle insanların buluşmasına engel olma tekniğinin son uygulamasıydı. Öldürüldü sanılan devrim fikrinin, yalnız kalması halinde baş etmesi daha kolay olacak sanılan Kürt hareketinin, küçük, dağınık ve birbiriyle de kavgalı gruplar olarak kalmaları halinde sorun olmayı bırakın, devletin işine de yarayacak olan sol-sosyalist grupların buluşması, devlet için tehlikelidir. AK Parti iktidarı dönemlerinde de hep bu buluşma anlarına ve yerlerine çok sert saldırıldı: Üniversitelilerle işçilerin, işçilerle sendikacıların, Kürtlerle herkesin buluşması en çok gaz, cop, tazyikli su alan noktalardı. Anlaşılan, eski katliam teknikleri, yeni siyasal süreçlerin sevk ve idare edilmesinde çok kullanılacak.

Bu saldırının aydınlatılmasını istemek, işte bu pis kanlı tarihi tersine çevirmek, devleti geriletip demokrasi çıtasını yükseltmeyi istemektir. Suruç katliamıyla Roboski, Sivas katliamı, Maraş katliamı, kanlı 1 Mayıs ve 16 Mart katliamı arasında bir bağ var. Devlet bağı. Demokrasi bağı. Bu katliamın aydınlatılmasını istemek, 33 Kurşun kolaylığıyla insan öldürmeye, Sivas yangınına karşı çıkmayı sürdürmek demek. Solcuların, sosyalistlerin, Kürtlerin öldürülmesiyle düzeni ayakta tutmaya hayır demek. Asıl yeni Türkiye bunu istemekle mümkün, bir yeni Türkiye mümkünse. Suruç bize, “yeni Türkiye” diye caka satanların ne kadar eski olduğunu gösterdi. Kanla. 

Kürtlere ve sosyalistlere yönelik katliamların hesabı verilmezse, daha çok Kürt ve sosyalist ölür zannedip dert etmeyenler, sevinenler var bir de: Boş slogan olmadığı 1000 defa kanıtlandı: Susma, sustukça sıra sana da gelecek! Sırasını beklemenin en zalim yolu değile bile en aptalca yolu olabilir bu sevinç!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni