Başörtülü generale engel ne?
Paketinin getirdiği ilerlemeler tartışılırken
pösteki sayar gibi
ne geldi ne gitti saymayacaksak eğer,
ilkelere bakmalıyız.
Başörtüsüne izin verilmeyecek mesleklerle
verilecekleri ayıran hukuki bir ölçü yok, örneğin.
Perakende usulde
demokrasi inşasına girişildiğinde
sorun çözmekten çok
sorun çıkaracağını göstermesi açısından
hayli olumlu bir paket bu. Boşluğuyla dolu.
(2 Ekim 2013, Radikal)
Demokratikleşme paketi ya bu, işte,
Kürt sorununda çözüm engellerini temizleyecek, Müslüman olmayan azınlıkların
sorunlarını hafifletecek, ayrımcılık belasını def imkânlarını arttıracak,
adaletsizlik şikâyetlerinin duyulduğunu gösterecek, devlet şiddetinin hukukla
terbiyesine ikna edecek, hasılı bizi daha rahat ‘biz’ demeye yaklaştıracak
yasal ve idari işlem ve eylemler çıkacaktı paketten. Haber üstüne haber yağdırıldı,
hazırlayanlar tarafından kâh fısıltı kâh gümbürdeyen demeçlerle. Sonra da işte
beklenen an geldi, açıklama yapıldı.
Elde ne var? Bakalım.
Önce bir öykü, Şirazlı Sadi’den:
Bir çocuk varmış. Saklanan şeyleri, saklayanlara sora sora
bulurmuş. Babası da çocuğun bu hüneriyle geçinirmiş. Bu çocuk son tahmin hariç,
her şeyi bilirmiş. Son tahminlerini de ikili yaparmış. Bir gün yine bir hana
gitmişler. Adam çocuğun bu özelliğini anlatmış. Deneyelim demişler. Çocuğu ve
adamı dışarı çıkarmışlar. Bir şey saklayıp çağırmışlar. Çocuk sormuş sormuş,
“Sakladığınız şey yuvarlaktır” demiş, aferini almış. Sormuş sormuş, “Sakladığınız
şey sert bir şeydir” demiş, aferini almış. Sormuş sormuş, “Ortası deliktir”
demiş, aferini almış. Sormuş sormuş, “Şu anda bir kişinin avuçlarındadır” demiş,
aferini almış. Herkes heyecanlanmış. Çocuk bildi bilecek. Sormuş sormuş ve
söylemiş: “Sakladığınız şey ya yüzüktür” demiş “ya da değirmen taşı.”
Bakalım, kaç aydır bizden saklanan paket yüzük müymüş, değirmen
taşı mıymış?
Paketin tebliğ usulüyle ilanına değinmeyeceğim. Pakette var
deyip olmayanlara girmeyeceğim, cemevlerinin statüsü, dedelere maaş, bebelere
balon filan. Hacı Bektaş Veli adı neyine yetmiyor Alevilerin? Yavuz adını
duyunca o kadar kargış ettiklerine göre, bu adı duyunca da alkış etmeliler, değil
mi? E geçelim.
Başörtüsünde prensip ne?
İktidar partisine en yakın demokratik hamleye bakalım: Başörtüsü
artık kamuda serbest. Gibi. Çünkü üç yerde yine serbest değil: Yargı, emniyet
ve ordu. Başörtülü kadın, hâkim, savcı, polis ve asker olamaz. Şimdi, başörtüsü
yasaklanabilir mi? Bu son demokrasi paketine göre, evet: Başörtüsünün
yasaklanması normaldir! Sebep? Üniforma giyilmesi gerekli mesleklerde olmuyor.
‘Sivil polis’ diye bir şey olduğunu söylemeyelim hiç. Yargıcın
cüppesi dışında bir üniforması bulunmadığını, açık ya da kapalı başın cüppenin
bir parçası sayılmadığını da söylemeyelim. Cüppe ‘üniforma’ ise giyen avukatın
niye başörtülü olabileceği sorusunu da kendimize saklayalım. Sadede gelelim:
Artık, AK Parti tarafından ilan edilmiş demokratikleşme paketine göre
diyebiliriz ki, başörtüsü öyle her yerde de giyilmez canım efendim! Peki her
yerde giyilmezse, niye öğretmenlikte, doktorlukta, hemşirelikte -ki o da beyaz
önlüğüyle, kepiyle bir üniformadır aslen-, gişe memurluğunda filan giyilebilir?
Ayrımın açıklaması ne? Özgürlük bir kuralsa, istisnanın makul bir açıklaması
olmalı değil mi? Bu birçok Sünni fakihin kadınlara uygun olmayan mesleklere
dair içtihatlarından mı böyle oldu, yoksa ‘derin devlet’le bir anlaşma yüzünden
mi? ‘Ergenekon’dan sonra hem de? Peki kuralı da istisnası da açıklanamayan şeye
ne diyeceğiz, yüzük mü değirmen taşı mı? Hançer mi defne dalı mı?
Başörtüsü örneği, hükümetin diğer açılım paketlerinin çoğunda
olduğu gibi ilkelerin, prensiplerin iktidarı değil, hesabın kitabın, pragmanın,
kısa vadeli çıkarların iktidarı olduğunun en iyi delili. Diğer birçok maddede
de bu ‘ilkesizlik’ ve ilkesizliği gizleyen perakendecilik işletilerek oluşturulmuş.
Hak iadesi mi, ihsan mı?
İkinci örnek Mor Gabriel. El konulmuş mülklerin sahiplerine
iadesi etrafındaki övgüleri -ki süreci başlatmak ne kadar övgüye değer idiyse,
gidişattaki sıkıntılar da o kadar eleştiriye açık- biz de kabul edelim, sonra
da Mor Gabriel örneğine bakalım: Ne açıklandığını anladık mı? “İade edeceğiz.”
Nokta. Dediğimizi yaparız. Fakat nasıl’ı önemli değil mi bu işin? Yargıtay’ın mala
göz koyan Hazine’yi haklı bulurken başvurduğu deliller ve hukuki argümanların
haksız, adaletsiz ve geçersiz olduğunu ortaya koyacak bir düzenlemeyle mi?
Saçmanın saçması bir zulüm aygıtı olan 1936 beyannamesi çöpe atılarak mı?
Lozan’da ‘unutuldukları için’ her tür haksızlığa uğrayan Süryanilere yasal
statüler verilerek mi? Yargıtay’ın utanç verici 1974 tarihli içtihadı birleştirme
kararının, yurttaşları ‘yabancı’ diye damgalayan kararın ilgası yoluyla mı?
Demokratikleşmeyse bu, demokrasi ve halk düşmanlığının bu yapısal
özelliklerden kaynaklanan zulüm aygıtlarının tasfiyesi gerekmez mi? Bunlar
yoksa nasıl iade edilecek? Tek yol kalıyor: İhsan. Hukuksuzluğun yıktığını
hukukla düzeltmeyecekseniz, yaptığınız şey en iyi ihtimalle ihsan olur. İhsan,
kudreti gösterir, yani hukuksuz işlediğinde zulmü oluşturan gücü.
İki ‘karar’ın da özelliği ortak: Bir ilkeye dayanmıyor, güce
dayanıyor. Gücünüz biter, ilkeler kalır. Ayrıca ilkesiz güçle veren, aynı şekilde
alır da; o yasakları koyanlar da öyle yapmıştı, o mallara el koyanlar da.
Bu babın son notu: Ruhban Okulu niçin açılmaz? 1974 içtihadını
oluşturan Yargıtay zihniyetinin oyundan çıkarmak istemediği “mütekabiliyet”
mantığı yüzünden mi?
Özgür harfler
‘Kürtçe açılımı’na bakalım: Harflar, w, x, q paket açıklanana
kadar ‘yasak’ mıydı? Peki geçen yıl nasıl seçmeli ders başlattınız? Ondan önce
TRT Şeş’i nasıl kurdunuz? Yasakları çiğneyerek mi? Yasaları, yasakları çiğneyen
iktidar mı olurmuş? İlkeler değil, güç önemliyse olur, hukuk devleti değil, olağanüstü
hal devletiyse…
Kürtçenin şu kolejine de bir bakalım, çünkü orada da ‘ilerleme’
denilen yerde büyük bir boşluk duruyor:
Başta Başbakan olmak üzere AK Parti’nin üst düzey
yöneticilerinin önemli bir kısmı, her fırsatta eğitim-öğretim dilinin Türkçe
olduğunu ve değişmeyeceğini vurguluyor. ‘Özel okulda Kürtçe eğitim öğretim’ ne
ola ki o zaman? Eğitim öğretim dili Türkçe kaldıkça, okulda seçmeli dersten
öteye nasıl bir anlam taşır? Bu şekilde Kürtçe eğitim öğretim, Kürtçe öğrenmek
isteyen Kürt olmayanlar için önerilebilir belki, fakat Kürtler için anlamı ne?
“Kürtlere mi soracağız” diyorsanız, başka tabii ki. ‘Özel’ oluş, yani para
meselesine hiç girmeyelim. Seçmeli ders “Kürtçe okula, bir devlet mekânına
girdi” denilerek sembolik açıdan kıymetli bulunabilirdi, burada ise ‘sembolik’
adım, en fazla “Kürtçe eğitim öğretim yapılamaz” şiarını güzelce örtmeye yarar,
bir işe yararsa.
Hasılı, başörtüsü özgürlüğü meselesinde de, mülk iadesi
konusunda da Kürtçe mevzuunda da sorun hep aynı: Prensipler durduğu yerde
duruyor. Hukuk üretilmek yerine, sahip olunan siyasal güç kullanılarak bir
dekor kuruluyor. Önüne geçilip ‘Demokrasi hatırası’ fotoğrafı çektirilen dekor.
Son olarak, ‘Andımız’ var. Evet, pakette ilkesel olarak da
uygulama olarak de eşit olan bir iş bu. Çok güzel. Devamını ilkesi de uygulaması
da eşit olan öbür meselede beklemeliyiz: Zorunlu din dersi. Sadece Aleviler
için filan da değil. Özgürlük fikrinin benimsendiğinin temel ölçüsü olarak.
Hasılı, son zamanların en olumlu paketi bu: Perakende usulde
demokrasi tesisine girişildiğinde sorun çözmekten çok sorun çıkaracağını
göstermesi açısından hayli olumlu. Boşluğuyla dolu.
Yorumlar
Yorum Gönder