Ombudsmanım var adalete karşı!
Kamu baş denetçimiz çok başarılı oldu.
O, ombudsmanlığın bir
mitolojiden
öteye gidemeyeceğini
birkaç günde,
birkaç sözle kanıtladı.
Ombudsman bir mitolojidir. Zembilli Ali Efendi’nin bile bulaştırıldığı bir mitoloji. Uygulayan
ülkeler var, işe de yarıyor ya oralara baktığımızda şunu göreceğiz: Parlamentolar güçlüdür. Yani yürütmenin aklından geçenler bir
ucundan taslak, tasarı filan olarak girip, öbür ucundan kanun, kanun hükmünde
kararname olarak çıkmaz. Kendi “bağımsızlığı”na
da, bağımsız kurumların bağımsızlığına da kıskançça sahip çıkar.
Oralarda güçler ayrılığı sadece yürütmeyle yasama arasında
değil, yargıda da sağlanmıştır. Yani yargısal kurumlar “bağımsızlık” denilen şeyi pek kağıt üzerinde ve politik söylemde
bir güzel laf olarak değil, varlıklarının kanıtlayıcı boyutu olarak taşırlar,
korurlar. Öyle yürütmenin ya da yasamanın yetkilileriyle konuşup karar
almazlar, vermezler.
Bir artık olarak
adaletsizlik
Ombudsman ihtiyacı, güçler ayrılığı tam olduğunda ve
kurumlar iyi çalıştığında bile çözülemeyen bir sorundan çıkar: “Güçler” neticede devlet gücüdür.
Dolayısıyla liberal demokrasi teorisine en uygun bir güçler ayrılığı rejiminde
bile yargı, “adalet idesi”ne değil, “devlet olmanın icaplarına”na, “hikmeti hükümet”e dümen kırar. Bu
formda adalet, idari işlemlerin ya da yargısal kararların “devlet- toplum”
çıkarlarının baskısıyla bozunuma uğrar, hep bir adaletsizlik çıktısı kalır
geriye. İşte ombudsman, bu kaçınılmaz fazlalık niteliğindeki “adaletsizliğin”
bir daha gözden geçirilerek azaltılmasını sağlama amacını güder. “Halk”ın
güvendiği, devletin dinlediği bir kurumsal, resmi bilgedir.
Güçler ayrılığını ayak bağı gören, yaygın ve kudretli
bürokrasileri olan, toplumsal uyuşmazlık alanlarının uyuşma alanlarından çok
çok fazla olduğu ve merkezin sivil, yerel, yere ait hiçbir şeyi elinden
kaçırmak istemediği Türkiye gibi yerlerde Ombudsman, sorun çözme ihtimali olan
bir kurum değil, mevcut sorunlardan kaçışı gizleyen bir perdeden öteye gidemez.
Bu bitki bu iklimde tutmaz
Yerli adıyla “kamu baş denetçisi” seçilen kişinin
Ombudsmanlık için yeterli olup olmadığına ilişkin tartışma, Türkiye’nin
ombudsmanlık için uygun bir devlet ve siyaset örgütlenmesine sahip olup
olmadığı tartışmasından sonra gelmeliydi. Mevcut baş denetçimiz, Radikal’de
manşetten duyurulan ve o gün bugündür (haklı olarak) eleştiri yağmuruna tutulan
sözleriyle aslında sadece kendisinin değil, Türkiye’nin de ombudsmanlık için
uygun olmadığını berrak biçimde gösterdi.
Neyi gördük o sözlerde?
Hiçbir sorunu çözülmemiş, her kademesi, her bireyi, her
adımı önemli sorunlar içeren bir yargıya sahip olduğumuzu tekraren gördük. Baş
denetçimizin, “Ömür boyu demokrasi kavgası verdim” dediği yer, parlamento
değil, yargı teşkilatı, örneğin. “Yargı bağımsızlığı” kavgası değil de
demokrasi kavgasından bahsedilmesi, yargıyı da saran toplumsal bölünmedeki
mevzi kavgalarının, daha iyi bir yargı mücadelesinden önce gelmesinin “normal”
sayılmasının sonucu.
Tanısa karar değişir
miydi?
Yargıtay üyeliği düzeyinde bir yargıcın ağzından çıkan,
“Hrant’ı tanımıyordum” sözü, sadece baş denetçinin göreve uygun olmadığını
gösteren bir söz değil. Esasen, yargıç
dediğiniz kişinin “babasını bile tanımadan” karar vermesi gerekir. Biz
sözdeki “tanısaydım başka olurdu”
imasına takılmayalım bile, tanıma-tanımama üzerine verilen bir yargı kararı,
ailenizin ya da komşunuzun ya da iktidarınızın yargıcı yapar kişiyi, ama
adaletin yargıcı yapmaz.
O maddenin o zaman öyle yorumlandığı malumu ilamdan fazla
değil, ama sözde bir gerçek gizli: Hrant’ı
tanısaydı ne olurdu? Memleketten bihaberlik eleştirisini boş vererek devam
ediyorum: Sadece baş denetçi değil, o mahkûmiyet kararını veren yargıçların
tümü , “sonuçlarının böyle olduğunu bilseydi” başka türlü karar verebilir
miydi? Biz bilemeyiz. Sadece şunu biliriz: Türkiye’de yargı ve yargıçlar,
“devletin çıkarlarını” gerektiğinde yazılı yasaları en ters biçimde
yorumlayacak şekilde ön planda tutar. Onlar lafta bile olsa “adalet”ten önce,
“devletin (çoğu zaman yürütmenin dediği şey neyse odur bu ) ve milletin (çoğu
zaman mensuplarını sadece yürütmenin bildiği, dahası tayin ettiği bir retorik
kavramdır bu da ) çıkarlarını” gözetirler. Ama heyhat, geleceği kimse bilemez,
ne devlet, ne de yargıçları. Adalet
“şimdi”nin kararıdır, verildiği anın; şimdi başaramadığınız adalet, geleceği de
geçmişi de berbat eder, siz de devletiniz de ne yapsanız değiştiremezsiniz.
Hayaldi, hayal
kalacak
Adaletin bu şekilde işlediği bir yerde, “kötü işlemeyen bir adaletin bile arkada bıraktığı adaletsizlikleri çözmek
üzere” çalışacak bir kurum olarak ombudsmanlık, ya işsiz kalır ya da iş
selinde boğulur.
Hasılı, ombudsmanlık bir mitolojiden ibarettir Türkiye için.
Mitolojik olarak kalaydı iyiydi ama artık koca teşkilatı, hatırı sayılır maaşı,
bütçesi, sınırları belli olmayan görev alanı ve yetkileriyle, üstüne üstlük
gündem işgal etme kabiliyetiyle bir gerçek olarak duruyor. Baş denetçimizin
seçiminden sonra olan bitenle ortaya çıkan şey, mevcut kamu baş denetçisinin
ombudsmanlık için yeterli olmadığı değil, ombudsmanlık için Türkiye’nin yeterli
olmadığıdır. Yargıç yetişmeyen iklimde ombudsman hiç yetişmez. Zembilli Ali Efendi filan masallarına
yaslanarak gidilecek yer, Dümbüllü
İsmail’in gösterisini bile aratır.
Son bir söz: Mevcut baş denetçimiz birkaç gün içinde birkaç
sözle ombudsmanlık mitolojisini çökertip herkesin ayağını gerçeklere erdirdiyse,
bu başarı olarak kayıtlara geçmeli, görevinin mümkün ilk ve son başarısı olarak.
Yorumlar
Yorum Gönder