Yoksa Voltaire Türk müydü?
Türkiye’de hükümetin-devletin, muhalefet partilerinin, akademilerin,
basının ileri gelen ve gidenleri bir müddettir düşünceyi ifade hürriyeti
konusunda pek bir hassas, pek bir coşkulu ve pek bir enerjik. Malum mesele,
Fransızlar Ermeni soykırımını inkârı yasallaştırıyor ya bizimkiler de almış
sazı ellerine sallayıp duruyor:
“Nerede kaldı aydınlanma ilkeleri? Nerede kaldı Fransız
ihtilalinin getirdiği ilkeler? Nerede kaldı ifade özgürlüğü? Bu, çifte
standart. Tarih meselesi sadece tarihçilere bırakılmalı. Soykırım filan yok.
Atalarımız yapmaz.” Hele iktidar partisinin bazı üyelerinin Fransız ihtilaline
atıfla Fransa’yı yerden yere vurma girişimleri var ki, insan bir an dalsa,
Voltaire Türkmüş de Enver ve Talat paşalar Fransızların atasıymış sanabilir.
SORULMAYACAK SORULAR
Bu yazıda bazı sorular sorulacak ve cevap aranacak, bazı
sorular da sorulmayacak.
Önce sorulmayacak sorular:
Atalarımız öyle şeyler yapmıyorsa, tarihçiler neye bakacak? Konu
tarihçilere bırakılacaksa atalarımızın yaptığını ya da yapmadığını nereden
biliyoruz? Hrant Dink niye ve nasıl öldürüldü? Peki mahkemesi nasıl bitti? Rahip
Santoro ve Malatya Zirve Kitabevi cinayetleri neydi? TCK 301 ve 305, aslında Fransız
ceza kanunlarında mı var, Türkiye Cumhuriyeti Ceza Kanunu’nda mı? Memleketin
doğusunda bir yerlerde, kamu güvenlik kurum binalarının temellerinden
kafatasları çıkıyor, kazdıkça çıkıyor. O kafatasları niye orda? “Varlığım Türk
varlığına armağan olsun” sözünü Fransız ihtilali el kitabından mı alıp koydunuz
oraya? KCK davasında Kürtçe duyulur duyulmaz mikrofonlar niye kapanıyor? Kürtçenin
ölümü anlamına gelen politikaları Voltaire, Diderot ve D’Alembert mi öğütledi?
Kanuni Sultan Süleyman’ın, hani şu Fransızlara ne kadar küçük bir ulus olduklarını
500 yıl önce söyleyiveren sultanın kullandığı “Kürdistan” sözünü kullananlar
için Terörle Mücadele Kanunu ve Özel Yetkili Savcılıklar ne diyor? Kürtlere
hakaret eden spikerler Fransa’nın desteğiyle mi takipsizlik kararıyla onurlandırılıyor?
Kürtlerin nüfus artış hızına çare isteyen profesörler Fransız üniversitelerinde
mi çalışıyor? Jean Paul Sartre Türkiye’de onurlandırıldı da İsmail Beşikçi’ye
Paris belediyesi mi yıllarca hapishanelerde tuttu?
Bu soruların sonu yok. Bu yazı bunlarla değil, sadece şu son
günlerde çok sevilip tutulan, herkesin diline yapışan, “Fransa’nın yaptığı
düşünce özgürlüğüne aykırı” sözüyle ilgileniyor.
SUÇUN TARİHİ
Şimdi yazının cevabını aradığı soru: Efendim, soykırımı
inkar diye bir suç olabilir mi? Olursa bu düşünceyi ifade hürriyeti aleyhine
çağdışı bir düzenleme mi olur?
“Soykırım inkârı”, holokost sonrası Almanya’dan başlayarak
Avrupa ülkelerinin ceza hukuku sistemlerine giren bir suç tipi, ırkçılık,
ayrımcılık ve nefret suçlarıyla mücadele arayışındaki çağdaş Batı hukuklarında nispeten
yeni bir eğilim. Konunun tartışma alanı da, ifade özgürlüğünden çok bu türden
düzenlemelerin nefret ve ayrımcılık suçlarını engellemeye uygun olup olmadığı. Yani
“İnkar, düşünceyi ifade özgürlüğüne aykırı” argümanı hiç mertebesinde değilse
bile çok cılız. Soykırım gibi insanlığa karşı suçlar çünkü sadece soykırımcı
makinanın (yani örgütlü militer güçlerin, genellikle de devletin) öldürme
fiiliyle işlenmiyor; o makinayı harekete geçiren sözlerle başlıyor, dolayısıyla
“inkar” da soykırım fiilinin kapsamında, yani “söz”le “eylem”in iç içe sayıldığı
bir suç tipi bu. Yani düşünceyi ifade hürriyetinin çağdaş sınırlamalarından
biri olan “açık ve yakın tehlike” unsurunun “inkar” söyleminin içinde yer
aldığı düşünülüyor.
Nedeni basit: Holokost bir gecede olup bitmedi, dil
aracılığıyla yürütülen yani “düşünce beyanı” gibi görülen uzun bir hazırlık
sürecinden geçti; bu süreçten çıkarılan dersin bir sonucu olarak da, “bir daha
mümkün olmaması için” her tür ayrımcı söylemin tasfiyesini sağlamak ve (yine
aynı hedefe ulaşmak için) “olanın kötülüğünün önemsizleştirilmesi” suç sayıldı.
Fransa’da olan biten de teknik olarak bu çerçeve içinde. Tekrar edeyim,
tartışılacak nokta “soykırımı inkâr suçu” ihdas etmenin düşünce suçuyla
ilişkisinden çok, ayrımcılık, ırkçılık vb. kötülüklerle mücadele uygun olup
olmadığı. Bana göre de ne uygun ne de yeterli. Uygun değil, çünkü
devlet-hükümet tasarrufu olarak yasalar, konuldukları gibi birkaç gün içinde
kaldırılabilirler de. Yeterli değil çünkü sorun sadece yasalar değil, toplumsal
politikalar ve zihin kodlarında. Yasalar olsa da olmasa da engelleyici
politikalar üretilmek, toplumsal kötücül kodlarla mücadele etmek kaçınılmaz.
FRANSA’NIN NİYETİ
Fransız yönetimi bunu yaparken, devletlararası ilişkiler
çerçevesinde Türkiye aleyhine bazı çıkarlarını elde etmek gibilerinden gayrimeşru
arzular, fikirler içinde olabilir mi? Mümkündür. Devletlerarası ilişkiler böyle
şeylere müsait. Fransa’da bu kanun gündeme geldiğinde, “Ekonomik çıkarlarınıza
dikkat edin ha” diye buradan esip gürleyenlerin yaptığı da daha ahlaki değil,
bir ahlak arıyorsak bu ilişkilerde.
Türkiye’nin konumunun zaafı aslında sadece Ermeni soykırımından
kaynaklanmıyor; örneğin Fransa 1915’i soykırım kabul etmeden şimdiki yasayı
çıkarmış olsa, tebrik ve teşekkürlere en mazhar millet payesini de alabilirdi
küfredenlerin ağzından. Türkiye’nin konumunun temel zaafı, etnik ırkçılık ve
her türlü ayrımcılık konusunda ne devlet örgütlenmesine hakim zihniyet içinde,
ne de toplumsal politikalar açısından hiçbir çaba göstermeyişi. Açıkçası genel
siyasal söylem, basına hâkim dil ve eğitim sisteminin ruhu itibarıyla bu
suçları, haydi işleyen demeyelim, ama hazırlayan bir yapıya sahip olması asıl
sorunu Türkiye’nin. Bizi, yurttaş olarak, ilgilendiren de buna karşı mücadele
edecek yollar, yordamlar olmalı. Bunun mücadelesi olmadan ne 1915’i ne bugünü
ne de yarını gereği gibi düşünmek mümkün.
NOT:
Bugün 24 Ocak. 12 Eylül darbesinin asıl başlangıç günü. Bir
de Uğur Mumcu’nun katledildiği gün. İki kere karanlık bir gün. Uğur Mumcu
yaşasaydı politik olarak çok mu uzak olurduk? Kuvvetle muhtemel, ama Uğur
Mumcu’ya geçen 19 yıl içinde kendi fikirlerini savunma, tartışma, dönüştürme,
değiştirme, geliştirme hakkı tanınmadı. Yaşam hakkı karanlığın cellatları
tarafından elinden alındı; kimi onunla aynı, kimi zıt fikirde çok sayıda başka
yurttaşımız gibi. Saygıyla anıyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder