Öcalan’ın perspektifi ve PKK’siz Kürt ulusu
İsrail’in İran saldırıları ana gündem ama ben görünüşte Türkiye’nin içini çok ilgilendiren bir metin hakkında, Abdullah Öcalan’ın PKK kongresine sunduğu perspektif metni hakkında yazacağım.
Hemen belirteyim ki metnin bir değerlendirmesi, analizi, yorumu, eleştirisi değil amacım, sadece şu soruya cevap arayacağım:
Perspektif metninde (ve 12 Mayıs sonrası alenileşen diğer bazı açıklamalarda) 1 Ekim 2024’te başlayan sürecin bugününü-yarınını anlamamıza yarayacak şeyler var mı, varsa neler? Metin iç ve dış siyasi gelişmeler hakkında bir şey söylüyor mu?
Perspektif metni dili, üslubu, ifade biçimleri, içeriği, önerileri, eleştirileri yani kabulleri ve reddiyeleriyle yoğun biçimde ilgi ve tepki çekti, çekecek de daha. Bu tepkilerin verimli, yararlı tartışmalara ve hukuk zemininin değilse bile siyaset zemininin genişlemesine, canlanmasına yol açmasını dileyelim.
BARIŞ VE DEMOKTARİK TOPLUM ÇAĞRISINA ZEYL
Esas itibarıyla PKK’nin nihai kongresinde okunmuş bir sözlü metinle karşı karşıya olduğumuz malum; aslında pratik ve açık bir hedefi olan bir metin bu: Öcalan, örgütüne neden silah bırakma ve tasfiye kararı aldığını anlatıyor. Bu haliyle 27 Şubat’taki “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın bir eki (gerekçesi) niteliğinde.
Süreç 27 Şubat’tan bu yana “ilerliyor” bu kesin ama nereye ilerliyor, nasıl ilerliyor, gideceği yer neresi, imkanlar neler, riskler neler belli olmadan ilerliyor. Bir yanda atılmış tarihi bir adım var: 55 yıldır savaş yürüten silahlı bir örgüt kendisini tasfiye ediyor.
Öte yandan hiç adım yok gibi:
Devlet bir şey yapmıyor, hasta tutuklu/mahkûmlar hâlâ tutuklu/mahkûm, fuzuli infaz uzatma/yakmalar devam ediyor, hukuksuz tutulanlar bırakılmıyor, hasılı ne “hukuk zemini”nde bir ilerleme görünüyor ne “demokrasi zemini”nde bir genişleme, iyileşme. Dahası özelikle 19 Mart’ta sistematik biçimde CHP’ye yöneltilen baskı dalgalarını da eklersek iki zeminde iyileşme alametlerini bırakın, doludizgin kötüye gidiş var.
HUKUK VE DEMOKRASİ ZEMİNİ
Örgütün tasfiye kararına kadar gözler hep örgüt/Öcalan tarafındaydı ve bu biraz zorunluydu da: Devlet, o tasfiye olsun ben adımlarımı sonra atacağım diyordu çünkü. Şimdi o tasfiyenin “pratikleşmesi”ni yani tamamına ermesini bekliyoruz, anlaşılan sadece devlet değil Öcalan da onu bekliyor. Diyelim ki öyle, tasfiye pratik olarak tamamlanınca bazı şeyler olmaya başlayacak. Tamam ama ne olmaya başlayacak? “Hukuk ve demokrasi” zemini genişleyecek, deniliyor. Yine deniliyor ki bu “tarihi sorun” yani Kürt sorunu artık yerini tarihi bir ittifaka, bütünleşmeye, birliğe bırakacak. Bir anayasa değişikliği mecburiyetinden bahsediliyor evet, “yeniden milli kimlik oluşturacağız” gibi ucu her yöne açık sözler de söyleniyor; ne var ki hiç somut adım atılmadığı gibi, atılabilecek adımlara dair işaret de ufukta görünmüyor.
Devlet tarafından şimdilik atılıyor görünen en önemli (ve aslında tek) adım, Abdullah Öcalan’ın hem tutulduğu koşulların (nispeten ve ayrıntılı bilgilendirme de yapılmadan) iyileştirilmesi hem de sesinin, sözünün kamuya daha çok, daha açık, daha ayrıntılı biçimde ulaşmasını sağlamak oldu; o da şimdiye kadar uygulanan “infaz hukuku”nda mevzuata dayalı, güvenilir bir iyileşme yapılmaksızın.
BEKLERKEN KONUŞABİLECEKLERİMİZ
Devletin, Öcalan’ın deyimiyle “hukuk ve demokrasi zemini”ni iyileştirme, geliştirme için ne yapacağını anlamaya çalışıp beklerken, süreç hakkında beklemeden konuşabileceğimiz iki şey kalıyor geriye: Biri özelde Suriye genelde Ortadoğu’da olup bitenler, diğeri Öcalan’ın söz, yazı ve açıklamaları.
Suriye’nin Doğu ve Kuzeydoğusunda örgütlenip siyasi, idari ve askeri bir yapı oluşturan PYD’nin (veya onun inisiyatifi ile oluşan SDG’nin) “yeni Suriye’nin bir parçası olacağı ve Doğu/Kuzeydoğu Suriye’de bir tür otonom yapının kalıcılaşacağı”na dair alametler gün geçtikçe güçleniyor. Demek ki sürecin “dış ayağı”nda işler bir bakıma Öcalan’ın da istediği gibi gidiyor, en azından şimdilik aksi alametler fazla değil, aksi potansiyel hep olsa da. İsrail’in İran’a saldırısı da Öcalan’ın beklediği (yanlış anlaşılması, istediği değil ama öngördüğü anlamda beklediği) anlaşılan bir başka gelişme. İsrail’in saldırısı ise neden bu sürecin başlatıldığını geriye doğru bir bakışla aydınlatan özelliklere sahip:
Gerçekten büyük güçler sınırları yeniden çizme, bölgeyi yeniden düzenleme niyetinde; birinci dünya savaşı sonrasında açılan parantez, ikinci dünya savaşından sonra Ortadoğu haritasına eklenen İsrail’in hamleleriyle kapanıyor-ya da yeni bir evreye geçiyor. Bunu başka bir yazıya bırakırsak, geriye kalıyor Öcalan’ın sözleri.
İNKAR BİTTİ SIRADA ÖZGÜRLÜK VAR
Öcalan’dan şimdiye kadar kamuoyuna yansıyan en kapsamlı metin, PKK’nin nihai kongresine sunduğu perspektif metni oldu. Öcalan’ı izleyenler, okuyanlar için fazla sürpriz içermeyen bir metin bu.
Metni sadece yukarıdaki soru ekseninde (yani Öcalan’ın ifadesiyle “barış ve demokratik toplum” projesi, iktidarın ifadesiyle “TerörsüzTürkiye” süreci açısından anlamı itibarıyla) ele alacak olursak, aslında durumun metnin ilk görünüşündeki kadar karmaşık ve çetrefilli olmadığını görebiliriz. Tasfiye çağrısı yaptığı PKK’nin yaptıkları ve yapamadıklarına ilişkin Öcalan anlatısı, bütün indirgemelerde olabilecek riskleri göze alarak iki özet ifadeye indirgenebilir:
Kürtlerin edilmek istenen varlığı artık inkarı (ve imhası) mümkün olmayacak biçimde tanınmış, kabul edilmişken, Kürtlerin özgürlüğü eksik kalmış, henüz sağlanamamış durumdadır. İnkârı ve imhayı engelleyen silahlı mücadele, özgürlüğü sağlama aşamasında yararlı olamayacaktır. Yani Öcalan örgütünü Kürtlerin varlık mücadelesini başarıyla yürüten bir yapı olarak görüyor ama özgürlük mücadelesinde yeterli/uygun görmüyor. Öcalan’ın “var olmak”tan kastı fail olmaktır, Kürt toplumu artık kendi özgürlük mücadelerini yürütebilecek kapasiteye ulaşmış bir fail olarak temayüz etmiştir. Öcalan bir anlamda bir zamanların yaygın sloganıyla ifade edilen bir fikri sabitlemiş oluyor: “PKK halktır, halk burada!” o zaman PKK artık artık olmasa da halk kendi mücadelesini yürütecek kapasitededir, çünkü buradadır, (Türkiye’de ve Ortadoğu’da.) Kürt ulusu "demokratik ulus" mücadalesinde silahlı bir örgüte ihtiyaç duymayacak kadar gelişmiş bir ulustur, bu perspektife göre.
SOSYALİZMDE ISRAR
Peki bu mücadele nasıl olacak? Örgütün tasfiyesinden sonra ne olacak? Öcalan metin boyunca devletin “hukuk ve siyaset zemini”ni sağlama mecburiyeti dışında ne devletten ne de iktidardan bir beklenti içinde olduğuna dair bir şey söylemiyor, ima etmiyor. Metnin tamamı, sosyalizm, komün/komünalizm, özgürlük ve özgürleşme mücadelesi ekseninden hiç ayrılmıyor.
Eksik olan Kürt özgürleşmesi dışında en yoğun vurgu eksik kadın özgürleşmesine vurgu olarak beliriyor ki Öcalan’ı izleyenler için bu bir sürpriz değil. Aslında vurgulanan her “eksik-olan”ı mücadelede ortaklaşılması gereken failler olarak anlamak, hatta bu faillere bir çağrı, bir davet olarak onlamak gerek; bu bakımdan en önemli sürpriz LGBTİ artı konusundaki açık vurgu. Metinde yer almasa bile ayrıca açıkladığı et yememe kararıyla beraber Öcalan’ın iki yeni fail kümesini yeni dönem mücadelesinde ortaklaşmaya davet ettiğini söyleyebiliriz:
LGBTİ artı hakları için mücadele edenler ve hayvan hakları için mücadele edenler, vejeteryan ve vegan gruplar dahil. Yanlış anlaşılmasın, sadece söz konusu grupları değil fakat bu grupların haklarını gözetenleri hedefliyor bu sözler; çünkü metin bir tür “devlete karşı toplum” kurgusuyla ilerliyor ve “komünal toplum” olarak ifade edilen toplumsallığın inşası, etnik ya da inanç ya da sair kimlik eksenlerine değil ama hepsinin kolektivitesine dayalı bir politik mücadele olarak düşünülüyor. Bunlara (yine sürpriz olmayan biçimde) endüstriyalizme karşı eko-ekonomiyi başka deyişle ekolojik ekonomi inşasını da eklersek, metnin anarko-sosyalist bir perspektifte kararlı biçimde ısrar eden bir politik belge olduğunu söyleyebiliriz.
KURBANSIZ KURBAN BAYRAMI
Bu metni oluşturan kişinin, iktidarın yürüttüğü baskıcı otoriter yönetsel stratejiyle kolayca uyum sağlayabileceğini düşünmek hemen hemen imkânsız; bayram mesajında kullandığı “kurbansız Kurban Bayramı” ifadesi üzerinden bunu daha iyi ifade etmek mümkün. İktidar da (elbette neredeyse bütün muhalefet kişi ve kurumları da) Kurban Bayramı’nı kutladı, kutluyor, fakat güçlü iddialara sahip bir politik figürün “Kurbansız Kurban Bayramı” kutlaması onu bayram kutlayan diğer politik figürlerden ayrıştırıyor; bayramın geleneksel hale gelmiş niteliğini değiştirmeye yönelik bir arzuyu barındırıyor çünkü bu kutlama ifadesi. “Bayram”dan bahsederken oluşan bu fark, hukuk derken, demokrasi derken haydi haydi oluşuyor. İktidar bütün süreci bir “Türk-Sünni İslam” formu içinde anlamaya ve anlatmaya yönelirken, perspektif metni “Türk-İslam sentezi”nin kolayca kabul edebileceği hiçbir şey içermiyor; örneğin iktidar mensupları “kurbansız Kurban Bayramı” ifadesini böyle bir süreçte değil de başka sebeplerle görse “İslamofobik” diye yaftalamakta hiç tereddüt etmez.
Hasılı gerçekte Öcalan’ın toplum tasavvuru ile Erdoğan-Bahçeli ikilisinde temsil bulan iktidar blokunun toplum tasavvuru, o topluma içkin bireyler, gruplar hakkındaki anlayış açısından uçurum var. Aynı uçurum hem Ortadoğu hem de dünya tasavvurunda da var.
KOLEKTİF MÜCADELE VURGUSU
Metnin Kürtleri Türklere teslim etmek, Türkiye’ye ram etmek gibi bir hedefi olduğunu söylemek, içinden öyle bir anlam tabakası barındırdığını söylemek de pek uygun bir yorum olmayacak; etnosa dayalı hiçbir fikre açık değil zira metin. Kürtleri, Türkiye dahil içinde yaşadıkları bütün toplumlarda hem kendi özgürlüklerinin hem de tüm toplumsal özgürleşme mücadelelerinin paydaşı olarak görüyor. Özgürleşme mücadelesinin tek başına değil kolektif olarak yürütülmesi gerektiğine inanıyor.
O halde şunu sorabiliriz: iktidarca devlete yüklenen anlama, devlet-toplum ilişkisine, devletin sahipliği konusundaki etnik ve dinsel merkezli temel kavrayışa karşı bu perspektifin şansı ne olabilir? Cevabın umitvar olmayacağı açık: Hemen hemen hiç. İktidar “hukuk ve demokrasi zemini”ni bu perspektifin yaşayabileceği bir habitata çevirmeye gönüllü olabilir mi? Cevap yine açık ki ümitvar olmaz: Asla. Gerçekte elli yıl önce bir gün Kürtlerin politik aktör olarak tanınıp tanınmayacağı sorusuna verilecek cevaplar da aynı şekilde karamsar olacaktı.
İDEOLOJİK UÇURUM UMUT KIRICI MI?
Peki, bu ideolojik uçuruma rağmen süreçten hala ümitli olmak mümkün mü? Bence evet, iki neden ve iki şartla: Nedenlerin en önemlisi, bu sürecin başlamasına da yol açan Ortadoğu’daki kritik gelişmeler. Artık “Kürtsüz Ortadoğu” fikri, yani birinci dünya savaşı sonrasının anti-Kürt nizamı tamamen iflas etti. Irak ve Suriye’den sonra İran’ın da açık hedef haline gelmesiyle anti-Kürt nizamı sürdürecek dört failden ikisi tasfiye edilmiş, üçüncüsü de tasfiye ya da uyum kıskacına alınmış durumda. Dördüncü fail Türkiye ya anti-Kürt nizam ısrarıyla hedefe dönüşecek ya da Kürtlerle ittifak yoluyla bölgenin söz sahibi gücüne dönüşecek, politik milliyetçiliğin lideri Bahçeli’nin sürecin başlatıcısı olmasının sebebi bu. İkinci neden, ilk nedeni de tamamlayacak biçimde Kürtlerin Türkiye’nin politik hayatında üstlendiği rolle bağlantılı: İstanbul seçimlerinde Kürtler kimden yanaysa o kazanır, Türkiye seçimlerinde Kürtler kimden yanaysa o kazanmaya yakın olur, tıpkı Ortadoğu’da Kürtlerle kim iyi anlaşıyorsa onun kazanmaya yakın olacağı gibi. Öcalan’ın perspektif metninde “Türkiye bölgesel güce dönüşür” diye özetlenebilecek ifadenin amacı aslında bu iki nedeni hüsnü tabirle ifade etmekten ibaret.
Bu iki neden iktidarı zorlayan nedenler, şartlar ise biri iktidarla diğeri ise daha çok muhalefet(ler)le ilgili: İktidar konjonktürel olarak mecbur kaldığı bu ittifakın devamı için kritik olan “hukuk ve siyaset zemini”ni sağlamaktan ne kadar uzak kalırsa süreci o kadar baltalamış olur. Muhalefet(ler) ise totaliter ve otoktratik eğilimlerini gizleme ihtiyacı duymayan iktidara karşı, anti-Kürt nizamın ideolojik cenderesinden kendisini kurtararak, Kürtlerle hak ve özgürlükler ekseninde dayanışmayı başardıkça hem kendi mücadelelerinde şans sahibi olabilir hem de ülkenin ve bölgenin özgürleşmesi sürecine ortak olabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder