izmir grevi ve işçi düşmanlığının grameri
Bir yerde bir işçi düşmanı argüman bankası var da herkese faizsiz düşmanlık kredisi veriyor sanki. Bankanın kurucusu Kenan Evren ile Turgut Özal idi, son CEO’su ve hamisi Erdoğan AK Partisi. Fakat İzmir grevinde bu bankanın hissedarları ve mudileri arasına “sol, sosyal demokrat, sosyalist” olma iddiasındaki epey insan katıldı. Başta İzmir Büyükşehir Belediyesinin CHP’li Başkanı Cemil Tugay var, greve karşı yürütülen kampanyanın bütün boyutlarını o organize etmese de bütün sorumluluk onda. CHP Genel Başkanı Özgür Özel aslında greve karşı takınılması gereken ideal tutumu sözel düzeyde dile getirdi ama anlaşılan CHP genel başkanının sözü ile CHP’li İzmir belediyesinin pratikleri birbiriyle ilgisi olmayan iki şey, başka partinin başkanı sanki Tugay. Dahası, Fatih (Yaşlı) hocanın isabetle dile getirdiği gibi tam da CHP asgari ücret ekseninde özel bir kampanyaya girişmişken İzmir belediye idaresinin başlattığı, tahrik ettiği ve devam ettirdiği işçi düşmanı tutum ve nutuklar partinin kendi ayağına sıktığı kurşun gibi. Sendikayı suçlayarak, işçiyi suçlayarak ve eski başkanı suçlayarak iktidarda görmeye alışık olduğumuz bir tutumu aldı, kendisi ak kaşık kalanlar hep tu kakaydı, iyi bir sosyal demokrat tavır olmasa gerek bu.
YALANSIZ OLUR MU HİÇ?
Fakat bu yazıda ne başkanın hallerine, ne de grevin CHP siyaseti ve genel siyaset üstündeki etkilerine değineceğim, daha dar bir alanda kalacağım: Greve ve işçilere karşı yürütülen karalama kampanyasında kullanılan sağ/işçi düşmanı argümanların özellikleriyle ilgileneceğim. Elbette en başta apaçık yalan var, onu çok uzatmayacağım, biraz değinip geçeceğim: İşçiler öyle söylendiği gibi 80-90 bin lira istemiyor; talep edilen ücretler 43 bin ile 46 bin lira seviyelerinde. Başkana göre işçiler zaten 60 bin liranın üstünde alıyor; oysa İşçilerin yayınlanan bordrolarına bakınca (yemek, yakacak filan dahil) 40 bin liranın altında olduğunu görüyoruz, yüzde 100 zam yapılsa 80 bin lirayı bulmayacak yani yoksulluk sınırının altında kalacakmaaşlar. Daha ayrıntılı bilgi için notlar bölümündeki diğer bilgilere ve özellikle Murat Özveri ile Aziz Çelik’in yazdıklarına bakmak iyi olacaktır.
“LOKAVT İLAN EDİN, HEPSİNİ ATIN”
Şimdi gelelim trol şebekelerinin de yardımıyla ortalığı kaplayan işçi düşmanı argümanlara; bunların bir kısmı işçiye destek amaçlı bir paylaşımıma cevap olarak geldi, kalanları tarayıp derledim, zahmet gerekmedi çünkü çok ama çok yaygın, buyrunuz:
“Grev haksa lokavt da haktır. Niye lokavt ilan edilmiyor, hepsi işten atılmıyor?”
Lokavt hak değildir. Türkiye’de 12 Eylül anayasası ile “kanuni” bir hale getirilmişse de bu Türkiye işçi düşmanı mevzuatı dışında itibar görmez. Bir sosyal demokrat belediye “lokavt”tan bahsettiği anda taraf değiştirmiş olur. Ayrıca kanun lokavtı “özel sektör işyerleri” için öngörür, kamu sektörü işvereni lokavta gidemez. Suç olan grev kırıcılıktır, 2822 sayılı kanunun 43’üncü maddesi açık:
“İşveren, kanunî bir grevin veya lokavtın süresi içinde, 42 nci madde hükmü gereğince hizmet akitlerinden doğan hak ve borçları askıda kalmış olan işçilerin yerine, hiç bir surette daimî veya geçici olarak başka işçi alamaz veya başkalarını çalıştıramaz…”
Lokavt ilan et diyenler ne dediğini bilmiyor, belediye başkanı gidebilse lokavta giderdi çoktan. Gidemiyor, onun yerine grev kırıcılığa girişiyor, dahası talep ve teşvik ediyor bunu, yani suç işliyor. Lokavt ile hepsinin işten atılabileceğini sananlar arasında gazeteciler, profesörler filan da var.
“HALK SAĞLIĞI TEHDİT ALTINDA”
“Aloo, konu çöp. Yani halk sağlığını tehdit etmek.”
Yani? Temizlik işçileri grev yapamaz, yapamasın. Yani? Hak arama hakkı onlara yok. Kamu sağlığı, kamu düzeni, kamu güvenliği gibi kavramlarla işçi haklarını budama fikri yine bir 12 Eylül kurgusudur. Sırf temizlik işçisinin değerini öğrenmek için bile grevin ne kadar haklı olduğu anlaşılır, her gün “sağlığı tehdit eden” yani sağlık riskleri altında o çöpleri toplayan işçiler, kamu sağlığı zarar görmesin diye işverenin insafına terk edilebilir demenin kurnazca bir yolundan ibaret bu argüman. Aynı zamanda işçinin kendisini “kamu”nun bir parçası saymayan aklın bir gevezeliği.
SENDİKA AĞALARI ve MARKS’IN KEMİKLERİ
“Sendika ağaları belediyeyi zora sokmak için aldı bu kararı.” “Marks’ın, Lenin’in, Troçki’nin kemikleri sızlıyor. Sendika ağalarını desteklemeyin.”
Bu (ilk cümledeki) argümanın öncelikli kusuru işçiyi bir tür oyuncak gibi kabul etmesinde yatıyor; sendikanın istediği zaman işçiyi greve götürebileceğine inanıyor ama işçinin sendikayı greve götürmüş olabileceğine aklı kesmiyor. Çünkü ne işçiyi biliyor, ne sendikayı.
Lenin’in sendikalarla ilgili bazı cümlelerini kullanarak eyleme karşı çıkanları çok gördüm, ama yanına Marks ve Troçki’yi koyan bir tane vardı. İşçi karşıtı argüman bolluğunun en tuhaf yanı, sol-sosyalist jargona sarılma hevesi olsa gerek, onları yattıkları yerden kaldırıp belediye başkanı hakkında konuşturmayı da akıl etse keşke diyeceğim bu jargona tutunan zevatı ama dertleri zaten başkanı haklı, işçiyi haksız çıkarmak.
BAYIM, EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET O DEMEK DEĞİL!
“… eşit işe eşit ücret evrensel haksa diğer belediyelerde bunu niye istemediniz? Meselâ MHP'li belediyede niye 0 (sıfır) zamma imza attınız? Bunları cevaplayın önce size hak verelim!”
İşçi karşıtı argümanların neredeyse hepsinde ağır mantık kusurları ile iş, işçi, emek ve ücret meselelerine dair bilgiçlikle örtülen bir cehalet var. Eşit işe eşit ücret öncelikle aynı işverene yöneltilen bir taleptir; İzmir Belediyesi’nin Türk-İş’e bağlı işçilere verdiği ücretlerle DİSK’e bağlı işçilere verdiği ücretler arasında ciddi, on binlerce lirayı aşan farklar var. MHP’li (ya da en sevilen örnek olarak DEM Partili) belediyelerdeki ücretlerde sorun varsa bile bu sorun İzmir belediyesinin ücret politikasındaki kurnazca adaletsizliği örtmeye yetmez.
DEM, DİYARBAKIR OLMADAN OLUR MU?
“Aynı sendika… Soru neden MHP’li Kırklareli’nde ya da DEM’li Diyarbakır’da grev yapmıyor”
Peki ya grevi yapan sendika değil de işçilerse? Fakat bu soru yasak çünkü işçi iradesiz olmak zorunda bu perspektife göre. Diyarbakır başka yer, Kırklareli başka yer, İzmir başka yer desek aynı argümanın diğer versiyonu devreye girer:
ALEVİNİN ÇALIŞMA HAKKI MI VAR?
“Dışı İzmir, içi Tunceli belediyesi olan kurumda yapılan grevdir. İçindeki kadroya bir bakın, dört bir yanda hak hukuk adalet çağrısı yapan Alevi kardeşlerimizden başka mezhebe mensup insan zor bulursunuz.”
Feodalden Kürtlere doğru yürüneceği açıktır daima, “hepsi Tunceli” argümanı da bu ırkçılıktan, mezhepçilikten neşet ediyor. Argüman İzmir’in nüfus yapısını görmezden gelip, “İzmir” adının soyutlanarak kutsanması tekniğiyle çalışıyor; tahmin edileceği gibi Kürtlerin de Alevilerin de belediye çoğunluk olduğu, “Tunceli belediyesi”ne döndüğü tamamen palavra. Fakat bu palavra aslında bir başka ayrımcı fikri gizliyor, o da Kürtlerin hele hele Kürt Alevilerin çalışma hakkı bile olmadığı fikridir.
KÜRT DÜŞMANLIĞI DA SEFERBER EDİLMELİ
“DEM Parti ve geleneği belediyelerde İzmir’deki gibi bir durum bugüne kadar yaşanmamış olması tesadüf olamaz, değil mi?”
Geldik kemiksiz, yani Alevisiz “Kürt” başlığına. Açık ki birileri İzmir grevini mücrimleştirmek için her tuşa basıyor, bu çerçevede Dem kozu açılmasa çok eksik olurdu. Şive filan yaparak mikro milliyetçi gamlara basanlar da hiç az değil. Grev İzmir’de yapılıyor, başka yerde değil DEM Partili belediyelerin işçilerle iyi, uygun diyalog kurmuş olma ihtimali zaten baştan dışlanıyor ama zaten mesele belediye yönetim usul ve teknikleri değil, Kürt karşıtı söylemin de greve karşı seferber edilmesi.
“O ZAMAN NEREDEYDİNİZ”
“Asgari ücret belirlenirken sendika/işçiler neredeydi? Gezi için niye sustu? CHP’ye operasyon yapılırken…”
Bu cümleyi kuranlara İzmir belediye işçilerinin ve sendikanın sayısız eylemi hatırlatıldı, pardon diyen paylaşım sahibi görmedim. Görülmez çünkü maksat ideolojik yaygara ile grevi bastırmak yoksa gerçeklerle ilgilenmek değil.
Sırada şimdi aynı argüman mantığının hayli sofistike görünümlü bir versiyonu var.
SOFİSTİKE YALAN: “SHP’Yİ DE İŞÇİ EYLEMLERİ BİTİRDİ”
“1990’larda SHP tüm belediyeleri kazandığında “işçi sınıfımız” yine böyle grevler ile belediyeleri başta İBB olmak üzere felç etmiş, tam o arada Kürtler ayrılıp başka parti kurmuş ve Refah Partisi ülkede hızla yükselmiş, belediyeleri alınca grevler kökten ortadan kalkmıştı.”
Cümle yapısına bakınca gayet gayet eğitimli birine ait olduğu anlaşılıyor, ama aslında baştan sona çarpıtma, işçi düşmanlığının yanına Kürt düşmanlığını da ilave eden bir zihin dünyasının ürünü bir cümle. İşçi sınıfını parantez içine alması düşmanlığın gramatik ifadesi. Çarpıtma boyutu ise örnek niteliğinde: işçiler SHP’yi bitirmedi, tam aksine SHP 1989’da yoğunlaşan geniş işçi ve memur eylemliliğinin yol açtığı dalgayı iyi kullanarak iktidar ortağı oldu. Kürtler SHP’den ayrılmadı, kovuldu. Refah Partisi’nin yükselişinde işçiden çok siyasetin “hataları” rol oynadı, İstanbul BB mesela CHP’nin başındaki Baykal’ın SHP ile ve DSP’nin başındaki Ecevit’in ikisiyle uzlaşmaz çekişmesi sonucu RP’ye geçti. İzmir’in 94 seçimindeki kaybı ise işçi eylemlerinden değil, işçilere aynı şimdiki başkan gibi iletişimsiz bir düşmanlık güden Yüksel Çakmur’un eseriydi. Aynı dönemde Karayalçın ve Sözen işçilerle hiçbir yıkıcı iletişime ya da iletişimsizliğe girmeyerek başka yolların mümkün olduğunu gayet iyi göstermişlerdi.
“SOLCULUKTA SALTANAT VAR MI?”
“Solculukta saltanat var mı? İşin babadan oğula devredilmesi sosyalizmin neresinde yazıyor.”
Solculuk, “işçisin sen işçi kal” şarkısı eşliğinde kafa çekmek ama işçi baba yerine işçi oğulun işe alınmasına karşı çıkmaktır tabii ki. Aynı zamanda “saltanat” lafını kullanarak iktidar karşıtı bir poz takınılıyor ve fakat bununla bitmiyor, aynı argümanı “saltanat” yerine “feodal” lafını koyarak kullanan mebzul miktarda “solcu” gördüm; buradan Kürtlere laf söyleme kapısı da açılıyor, oraya ayrıca geleceğim.
Bu argüman, İBB başkanının sanki çok ama çok acayip bir şeymiş gibi dillendirmesiyle öne çıktı. Başkan, geçen sene, “Benim de yeni haberim oldu, yeniden değerlendirme gerekiyor” derken belediyecilikten ne kadar uzak olduğunu söylemek istiyordu belki de.
İşçinin emeklilik halinde yerine oğlunun işe alınması, birçok belediyenin işgücünü gençleştirmek için başvurduğu bir strateji, emekliliği dolmuş (yaşlı) işçilerin yerine genç işçiler almanın bir yolu yani. Birçok toplu iş sözleşmesinde de yer alıyor. Mersin Mezitli belediye başkanı 2020 yılında uygulamayı beş yıldır sürdürdüklerini, çok da memnun olduklarını açıklamıştı.
HAKKINI BAŞKA YERDE ARA
“İşinde hakkını alamadığına inanıyorsan ve kendine güveniyorsan, ağaç olmadığın için olduğun yerden ayrılır, hakkını başka yerde alırsın! Ama başka yerde de alamayacağın hakları bir fırsat bulup zorla almaya çalışırsan buna hak arama denmez!”
İşçi karşıtı argüman bankasından alınmış en yaratıcı laflardan biri de buydu: Öyle ya, işçi hareket edebilir, seyahat hürriyeti de var, gitsin başka yerde hakkını “arasın.” İşten atıp elimizi kirletmeyelim, bi zahmet defolup git diyor. “Ya sev ya terk et” diyecek ama o zaman hak bilir sosyal demokrat olma pozunun foyası ortaya çıkar. Bunu yazan öyle sıradan bir sosyal medya kullanıcısı da değil, bir yazar ama işte “hak arama”daki aramanın bu kadar yanlış anlaşılması ancak özel eğitimle mümkün. Mesele işçi karşıtlığı olunca memleket çok verilmi bir safsata tarlasına dönüşüyor.
PROFESÖRLÜĞÜ BIRAKSAK MI YA DA EMEK HİYERARŞİSİ
“Ben profesörlüğü bırakıp İzmir’de belediyesinde işçi olmak istiyorum, ne dersiniz?”
İşçi karşıtı en yaygın safsatanın makul göründüğüne inanan bu paylaşımın sahibi, tepkiler üzerine gönderisin sildi. Bu bir safsata çünkü profesör maaşı düşükse bunun sebebi işçiler değil, paylaşıma tepkilerde söylendiği gibi akademik emek sahiplerinin örgütsüzlüğüdür daha çok. İşçi düşmanı çünkü maaşların, ücretlerin meslekler arasındaki bir hiyerarşiye göre değil, işlerin niteliğine göre olması gerektiğini inkâr ediyor. Kafa emeğini kol emeğinden üstün tutan ideolojik arıza zor, pis, kötü işlerin ücretlerin de berbat olmasını öngörüyor.
KİM NEREYİ TOPRİLLEDİ?
"Torpille şişirilmiş kadrolar..."
En tuhaf argümanlardan biri de buydu. Torpili kim yaptı, yapıldıysa? AK Parti mi? Yoksa CHP'li belediye kendi kendini mi torpilledi? Bu masum görünümlü "şişirilmiş kadro" argümanı aslında "Tunceli" argümanına götürüyor, yani Kürt-Alevi kadrolaşması yalanına. Bir de tabii "fazla kadro" denilince, verimlilik, kata değer filan giriyor devreye. Bu sağ-liberal işletmeci kafasını güya sol belediyecilik savunucu için ortaya atan yine anlı şanlı proflar filan oldu.
Daha uzar gider bu, ben yaygın biçimde rastladıklarımı yazmaya çalıştım. Yapmaya çalıştığım sadece işçi düşmanlığının lafzi örneklerini biraz deşmekti; yoksa elbette greve, sendikaya ve işçilere yönelik eleştirilerin kimi momentlerde makul olma ihtimalini büsbütün dışlamak değil.
Son olarak şunu belirtmeme izin verin: CHP sosyal demokrasi, emek dostluğu, demokrasi iddialarını savunacaksa işçilerle diyalog kurmayı, müzakere yürütmeyi, en önemlisi de işçi düşmanlığına asla prim vermemeyi her koşulda başarmak zorunda. Özgür Özel’in lafzi tutumundaki doğru, İzmir belediye pratiğindeki yanlış karşısında tuzla buz olur gider.
NOTLAR
I
YALANLARLA GERÇEKLER ARASINDA
Grevdeki yalanlar/gerçekler, yanlışlar/doğrular için Evrensel’in haberi gayet güzel; buyrunuz:
https://www.evrensel.net/haber/556050/grevdeki-isciler-ne-aliyor-ne-istiyor
Sol haber portalından açıklayıcı bir yazı için, buyrunuz:
İzmir’de doğru bilinen yanlışlar: Belediye işçisi ne istiyor, Cemil Tugay neden halkı kışkırtıyor?
Candan Yıldız’ın t24 yazısı da bilgilendirici, ufuk açıcı, buyrun:
Ayrıca Aziz Çelik çalışma ekonomisi ve hukuku uzmanlarıyla Mehmet Türkmen gibi sendikacıları izlemek hayli yararlı bu süreç içinde.
II
Aşağıda bu işin erbaplarından Murat Özveri’nin sosyal medya paylaşımı yer alıyor; tevil, tefsir gerektirmiyor öyle berrak, anlaşılır, buyrunuz:
GREV TEMEL SOSYAL HAKTIR
1
İşçiler ne zaman CHP’li bir belediyede grev haklarını kullansalar, kendisini sol, sosyal demokrat, emekten yana bir siyasi çizgide tanımlayan CHP üyelerinin önemli bir kesimi kıyamet kopartıyor.
2
Grev hakkının kullanılmasına kendisini sol, sosyal demokrat, emekten yana bir siyasi çizgide tanımlayanlar katlanamıyor, grev hakkı bu kesim tarafından dahi içselleştirilememişse vay bize vah bize.
3
Grev anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış temel bir sosyal haktır. Grev hakkı muhalefete ait belediyelerde kullanılmaz veya şu partinin kazandığı belediyelerde kullanılır da bu partinin kazandığı belediyelerde kullanılmaz diye bir kural yoktur.
4
Eşit işe eşit ücret işçilerin yüz yılı aşan bir mücadeleleri ile kabul ettirdiği bir haktır. İLO sözleşmelerinde eşit işe eşit ücret uygulanması güvence altına alınmak istenmiştir.
5
Belediye işçisinin ücreti ile kendi ücretini karşılaştırıp, ben üniversitede hocayım, eğitimliyim, bu ücreti alamıyorum diye belediye işçilerini hedef gösterenler kendi çaresizliklerini görmeyenlerdir. Bu kesiminin düşük ücret alması işçilerin suçu değildir.
6
Birilerinin ücretleri belediye işçilerinin ücretinden düşükse yapmaları gereken belediye işçileri gibi örgütlenip grev hakkını elde etmenin mücadelesini vererek ücretlerini yükseltmektir. İşçileri hedef göstermek değildir.
7
İş, işi yapana sosyal bir statü veriyorsa, bu statü sahibinin ücreti dünyanın her yerinde işin net cazibesinin sıfıra yakın olduğu işlere göre düşük olmak zorundadır.
8
Herkesin bakmaya dayanamadığı çöpleri toplayan, sosyal statüsü işçi, çöpçü olarak en altlarda görülen işçinin ücreti doğal olarak sosyal statülü işlerden yüksek olacaktır, olmalıdır.
9
İsteyen statülü işini terk edip çöp toplamayı tercih edebilir. Kimse bunu kınayamaz. Ancak eğitiminden, ücretinin düşüklüğünden hareketle grev yapan işçinin hak arama mücadelesini suçmuş, ihanetmiş gibi göstermek, sosyal demokratlıkla bağdaşan bir tutum değildir.
III
SOSYALİZMDE MİRAS VAR MI? FEODALİTE BİTİRDİ BİZİ!
“Belediyede emekli olan personelin yerine çocuğu işe alınıyor.”
IV
GREV HAKTIR
Murat Sevinç hocanın Diken’deki aydınlatıcı yazısı için buyrunuz:
https://www.diken.com.tr/laiklik-elhamdulillah-milliyetcilik-ibadullah-emekci-haklari-fesuphanallah/
V
ÖZGÜR ÖZEL NE GÜZEL SÖYLÜYOR
Özgür Özel: Kimse bizden greve çıkmış işçiye laf söylememizi beklemesin
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İzmir'deki grev hakkında, "Sendikal örgütlenme bizim arkasında durduğumuz bir haktır. Bu hakka ve bu hakkın doğurduğu yasal, anayasal hakların kullanımına söyleyecek hiçbir sözümüz yoktur" dedi. "Kimse bizden greve çıkmış işçiye laf söylememizi beklemesin" diyen Özel, "Nezaket, kurallar ve kanunlar çerçevesinde ilerleyeceğiz. Bir çözüm mutlaka bulunacaktır" ifadelerini kullandı.
VI
Toplumsal trolleşme bu süreçte de hayli güçlü bir dalga gibi çalıştı. Belediyenin partiye zarar verdiğini anlatmaya çalışanlar da nasibini aldı bundan. Kimi anlı şanlı köşe yazarları, “İzmirli sadece zeybek oynarken diz çöker” türü hamasi beyanlarla “İzmir dostluğu” görüntüsü altında Kürt ve Alevi düşmanlığı faylarını tetikleme hevesiyle sörf yaptı bu dalgalar üzerinde. Payım, beni merhum Ali Topuz ile karıştırıp “hizipçi” diye kınayanlar, “Türk solu” lafıyla etiketleyenler, bölücülük ithamıyla değersizleştirmeye yönelenler, Zagroslara dönmemi isteyenler, zengin olduğumu iddia edenler düştü. “Yok ben Kürt soluyum” filan gibi saçma cevaplar vermeye yeltenmedim, Türk sol-sosyalist-anarşist yoldaşlara selam yollama vesilesi saydım. Mesele işçi hakkı meselesi ise Türk olmuşuz, Kürt olmuşuz, Suriyeli olmuşuz, Japon olmuşuz ne önemi var? İşçinin Türk ya da Kürt olmasının bir önemi olmaması gibi. Üstünde durmadığım bir başlık da “İktidarla ortaklık” başlığıydı, iktidarın ana işçi karşıtı politikasını savunup, onunla ortaklık ithamında bulunanlara ne denilebilir ki? Fakat bu başlıktaki tutumlar aslında aynı zamanda yürürlükteki “barış ve demokratik toplum süreci”ne yönelik kini seferber etmeyi amaçlıyordu ki bu aynı zamanda neden CHP’nin genel politikasına bu kadar ters bir tutumun benimsendiğini gösterir; Özgür Özel o sürecin karşısında değil, arkasında olacağını defalarca söyledi mesela.
Bu başlığı açmamın sebebi işin kişisel görünen boyutunu veya Kürt meselesiyle ilgisini daha da deşmek değil, bu akıl bozulmasının, bu trolleşmenin 12 Eylül’de temelleri atılan, son 23 yıllık iktidar boyunca tamamen toplumsallaştırılan neoliberal ekonomi-politik anlayışın en önemli sonuçlarından biri olduğunu, bu sonuçlarla yani düşünme kabiliyetinin köreltilmesiyle mücadele etmenin hayati önemde olduğu inancımı paylaşmak.
Yorumlar
Yorum Gönder