Eşeği salamadım çayıra!






Zeytinlikleri madencilerin işkembesi daha da semirsin diye “kesip kesip taşıma” kanununu tartışırken bir de eşek davası çıktı. Yok ne eşek zeytininden, ne Pisagor teoreminden ne de Hıristiyan Ortaçağının ünlü eşeğin dişi tartışmasından bahsediyorum, Datça’daki “yaban eşeklerini toplama” kararından bahsediyorum. 

Zeytin meselesine gelmeden önce biraz eşek meselesi üzerinde duralım diyorum. Muğla Datça’da yaban eşeklerini uyutup uyutup topluyor belediye, niye diye sorunca da mevcut idari yapılanmanın yol açtığı acziyetle dolu bir cevap veriyor: 

“Bu hayvanlar, Datça’nın bir parçası. Ancak resmi karar geldiğinde uygulamamak idari ceza anlamına geliyor.”


EŞEKLERİ RAHAT BIRAKIN EFENDİLER!

 

Belediye CHP’li, kanuni durum ve politik kültür gereği istemeye istemeye yapmış bu işi. Kanuna göre valiliklerin belediyeler üzerinden “vesayet”i var, politik kültüre göre de belediyeler dahil herkes devlet ne derse yapar; kanunsuz emre direnme, hatalı karara itiraz, kamu yararında ısrar filan aynı kanuni çerçeve ve politik kültür gereği buralarda yaban eşeğinden daha nadir bir şey. Türkiye’deki haliyle valilikler monarşik mutlak egemenlik çağlarından kalma fosillerdir, demokrasinin gelişmesi için gerekli merkezkaç, yerli, yerel inisiyatiflerin üstünde kaya gibi dururlar, demokrasi yeşerecek olsa filizleri kayanın altında çürür gider. Belediyeler bu kayaya direnmeye kalksa neler olacağını anlatmak için fazla lafa gerek yok, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu en son, en canlı, en çarpıcı örnek olarak duruyor Silivri’de hapsedilmiş olarak; 1930’larda başlayıp bugüne kadar gelen uygulamalarının ayrıntısına hiç girmeyelim, orada bir de “Kürt” meselesi var. Şu kadarıyla yetinelim: Kanun ve idari örfler öyle diye belediyenin "naapalım abi" modundaki uydumculuğunu onaylıyorum sanılmasın, siyaset diye bir şey var ve üstün kamu yararını kanunsuz emre kadar korumak onun içindedir.


VALİLİK BİR FOSİLDİR


Vali bakan, kollayan, gözeten demek, velayet ile aynı kökten, valiler için ve katı hiyerarşik valilikleri seven yönetimler için halk ve halka ait, halka yakın kurumların tamamı çocuk gibi bakılır, gözlenir, gözetilir ve yönetilir. Veli de aynı kökten, onda ek olarak bir de “dost” anlamı var, valiler halkın, toplumun değil devletin, egemenlerin dostlarıdır, zeytinlikler de eşekler de bu dostluktan yararlanamazlar. 

Peki eşekler niye toplanıyor? Valilikler için kamu sadece devlet demektir, halk anlamı onları pek ilgilendirmez bu yüzden karar, işlem ve eylemleri konusunda bilgilendirme gibi bir zahmete girmezler. "Kamu yararı"ndan bihaberdirler, üstün kamu yararı, egemenin üstün yararı dışında bir anlama gelmez. Belediyenin açıklamalarından anladığımız “trafiği tehlikeye atma” gibi bir şey söz konusu. Eşek bu, evcilleştirilmiş olanı bile söz dinlemez ki yabanisi dinlesin, onlar kendi yollarında yürürler. İnsanın yaptığı yolları insanlar gibi kullanmazlar, gerçi insanlar da yol kurallarına ne kadar uyuyor ayrı mesele ama işte eşekler aniden yola çıkabilirler filan. Sadece onlar da değil, ayılar, tilkiler, kurtlar, sansarlar, kaplumbağalar da yola çıkabilirler. 


GURABAHANE-İ LAKLAKAN


Binlerce kilometre yol yapabilen insanlar doğa halkına söz geçiremeyeceğini çoktan bildiğine göre onların yola girmemesini ya da işte güvenli biçimde geçmelerini sağlayacak tedbirleri alamaz mı? Alır elbette, mesela Osmanlılar 19’uncu yüzyılın başında Bursa’da bir hayvan hastanesi kurmuştu, “Gurabahane-i Laklakan” adında, topal leylekler, kanadı zedelenmiş kargalar bakım görürdü orada. Diğer “hayvan hastaneleri” ve veterinerlik meselesine hiç girmiyorum çünkü oralarda hayvan sömürüsüne dayalı faaliyetler hayvana, doğaya yönelik çıkarsız ilgi ve faaliyetlerin önündedir. 

Hasılı yol yapma şampiyonluğuyla övünen bir iktidarın o yola destursuz girecek yaban eşeği için “uyutup uyutup toplama”dan daha iyi bir uygulaması elbette olabilir ama işte olmaz. Çünkü yaban eşekleri siyasetlerine ve o siyasetlerin ortağı/lehdarı olan sermayelerine katkı sağlayamaz, ne ihaleye girer, ne zeytinlikleri kesip kesip taşır, ne eti yenir, ne sütü içilir. Doğa, çevre, ekosistem filan demeye hiç kalkışmayalım çünkü sermaye biriktirmeye yaradığı kadarıyla hepsi sömürülmeye yaramadığı haliyle de yok olmaya mahkumdur mevcut iktidarın ekonomi politik kararlılığına göre. Eşeklerin toplanmasına itiraz edenler için de söyleyecekleri ve yapacakları zaten malûm: Hiç umursamama, olmadı coplatma, olmadı ajan, hain diye kodlayıp gerekirse tutuklama. 



ZEYTİN TAŞINIR, İNSAN GÖÇER, Dİ Mİ AMA?


Zeytinlik meselesindeki iktidar tutumları, eşek meselesindekinden pek farklı değil. İkisi de ekosistem konusundaki gaddarlığın göstergeleri ama zeytinlik meselesinde bir de “ekonomik tercihler” giriyor: Zeytinlikler taşınabilir elbette, insanın elinden bir şey kurtulmaz. Peki yaşamı, geçimi o zeytinliklere bağlı insanlar? Onlar da taşınabilir mi? İnsan ağaç gibi yere bağlı değil, ayaklarıyla istediği yere gider değil mi? Zeytinliksiz kalmış köylüler mesela arazilerine çökmüş sermayedarların fabrikalarında, atölyelerinde ücretli işçi olmaya niye razı gelmesin? Herkese iş yok tabii bazıları da işsizliğin tadını çıkarmaya niye gönüllü olmasın? Profesörler mesela açık açık söylüyor: Enerji lazım bize, ekonominin gelişmesi için bu şart! Hangi ekonominin gelişmesi? Tabii durmadan katlanacak sermayenin çıkarlarını esas alan ekonomi, bu paranın öbür yüzünde doğar olarak durmadan yoksullaşan, işçileşen ya da işsizleşen halk var. Siyasetçinin “biz”inin içinde köylünün, işçinin yeri sermayenin “biz”ine hizmetten ibaret; profesör dediğin de alır maaşını sallar başını, eşek değil ki söz dinlemesin. 


ZEYTİNLİK FETİŞİZMİ, META FETİŞİZMİ


Bu profesörlerden biri “zeytinlik fetişizmi” diye bir laf yumurtlamış, profesör ya fetişizim nedir biliyor, zeytin nasıl taşınır bilen gazeteciler de hemen üstüne atlıyor lafın. Fetişizm nasıl da fiyakalı bir laf değil mi, neye eklesen onu kullanışlı hale getiriyor, artık “eşek fetişizmi”ne de hazır hale gelmişizdir. Peki nedir fetişizim? Tapınılan, üstün güçleri olduğuna inanılan şey, fetiş. Oradan çıkan fetişizm lafının bir tarihi var, Hegel efendi “soyut düşünce yetisine sahip olmayan Afrikalılar”ın mecburen nesnelere olmadık güçler atfettiğini öne sürdü. Bir Hegel düzeltmeni de olan Marks efendi Kapital’in  “Metanın Fetiş Karakteri ve Bunun Sırrı” başlıklı bölümünde, kapitalizmde metanın “gizemli, büyülü” görünmesini analiz eder. Kapitalizmin insana en uygun, en doğal bir sistem gibi görünmesinin sırrı da bu fetişizmde yatar. Burjuva toplumlarında bilim bile aynı fetişizmle maluldür; kapitalist meta “metafizik safsata ve teolojik süs”lerle dolu karmaşık bir şeydir. Meta fetişizmi bir yanıyla üretim sürecine ilişkiliyse diğer yanıyla da aynı süreci şekilleyip onun içinde şekillenen zihinle ilgilidir çünkü. Profesörlerin “enerji” ve “ekonomi”yi kendi başlarına makul, makbul ve açıklayıcı kelimeler zannetmesi bizatihi bu fetişizmin bir ürünüdür. “Zeytinlik fetişizmi” lafını icat ettiren büyü budur. “Zeytinlik fetişizmi” süngüsüyle sermayenin savunma saflarına atılan profesör de, zeytinlerin kesilip kesilip taşınabileceğini söyleyen gazeteci de sermayenin büyüsüne hizmet eden cübbesiz rahiplerdir. Yoksa cübbeli mi?

Başlığı Kazak Abdal’ın ünlü şiirinden arakladım, çayır, çayırdaki zeytinler, zeytinlerle geçinen köylüler ve çayırlıktaki eşeklerin yüzü suyu hürmetine dönen dünyayı madenin, kömürün getireceği servet birikimine teslim etmemek için Kazak Abdal’ın sövgüsünden fazlasını yapmaya ihtiyaç var. Yoksa ortada ne eşek kalır ne çayır kalır. 

Kazak Abdal dedik, az değiştirelim: 


Eşeği saldım çayıra

Otlaya karnın doyura

Gördüğü düşü hayıra

Yoranın da fetişini... 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

Öcalan’ın perspektifi ve PKK’siz Kürt ulusu