Türk hukuku, muhalefet hukuku, Kürt hukuku
Silopi’de askerler çocuklara “sıra dayağı” atarken fotoğraflandı.
Sıra dayağı, bazı sadist kamu görevlilerinin münferit işlerinden değil,
paternalist
monarşilerin en sevdiği yönetsel ve hukuksal işlemlerinden.
Modern otoriteryen
iktidarlar da onun temelindeki mantığı hiç ihmal etmedi.
fotoğraf: DİHA |
Yaralı
bir hayvan gibi geçiyor sokaktan
Yaşam
Adını
bilmeyen bir insan gibi
(Sabri
Altınel)
Bu bir haberin görüntüsü. Haber kısa: Şırnak Silopi’de,
Irak'la sınır kapısı Habur girişinde kuyruktaki sürücülüler hırsızlıktan şikâyetçi
olmuş. Asker de “seyyar satıcı” operasyonu yapmış: Çocukları boş nöbet
kulübesine toplamış, buralardan kaybolun diye uyarmış.
Uyarı ne, sıra dayağı.
Ne yapmış oldu asker? “Sıra dayağı”yla ne yapılırsa onu.
BİR İDARİ-HUKUKİ KURUM OLARAK SIRA DAYAĞI
Benim kuşağımda yaygındı sıra dayağı. Gittiğim Kuran
kursunda da vardı, laik okullarda da. Kadim bir yöntem ve kurum. Görüldüğü
toplumda erkin şiddet kullanım tarzını, giderek rejimin ruhunu gösterir. Suçun
şahsiliği ilkesinden önceki çağlardan. Bir yanıyla idari, bir yanıyla hukuki
bir kurum.
Sırasını bekleyen de savan da şahsi bir suçu olması
gerekmediğini, sadece aidiyetinden ötürü, bulunduğu yer ve zamandan ötürü
başına bunların geldiğini, geleceğini bilir. Dayakçının iki hedefi vardır: İlki,
elbette ceza. İkincisi, şiddetin siyasal modus operandi’siyle, işletilme
tarzıyla ilgili: Dayağa yol açan fiil her neyse, o fiile karşı dövdüğü grubun
üyelerinin kendisinden önce müdahale etmesini öğretmektedir. Korku yardımıyla. “Hepinizi
sıradan geçirecek kadar güçlüyüm” der her darbe, “Ve siz, benim istediklerimi
ben yokken de yapacaksınız. İstemediklerimi de...”
Bir hukuk işidir demiştik, iktidarı insanın ruhuna
yerleştirmeyi hedefleyen bir hukukun işi. Üç efendinin, “tanrı-kral-aile babası”
üçlüsünün gücünü, bedene vurulan darbeler aracılığıyla ruha nakşetmenin
hukukunun. Çekirdeği, “suç”u olmayanın ruhunu da kaplayacak korkudur. Terör
terör dedikleri budur. Patates pişirmeyen karılarını öldüren erkeklerin bolluğu
da bu hukukun toplumun bedeninde ne kadar canlı olduğunun günlük
alametlerinden.
İKTİDAR-İTAAT BAĞI
En nihai hedef, tektir: İtaat. Kayıtsız, şartsız, sorgusuz,
itirazsız. İktidar kayıtsız şartsız “devlet”indir, yetkilerini tanrıdan alan,
vekaletini aile babasına veren sultanî, monarşik egemenlik tarzının şiddet
tekelini kullanma biçimi. Fiil-fail bağını değil, iktidar-itaat bağını esas
tutan yönetsel tarz.
Bugün en çıplak örneği köpek eğitme çiftliklerinde
uygulanıyor: Sahip, eğitme yeteneği olan görevlilere köpeği teslim eder, köpek
çıplak şiddet tehdidiyle acı-haz labirentine sokulur: İtaat ediyorsa yemek,
oyun, rahatlık var, etmiyorsa sopa. Labirentten çıkışta, artık efendiye uygun
bir köpek vardır, sadece kendi efendisine değil, olası tüm efendilerine.
Paternalist monarşiler daima bedene yönelmiş şiddeti baskın
tutan bu modus operandi’yi yönetim enstrümanlarının baş köşesinde tuttu.
Sopanın hayvan-bedende yarattığı boynu bükük sükunetin adını da “barış içinde
bir arada yaşama” diye koydu.
Şimdi başa dönebiliriz:
Askerin yaptığı ne? Şikâyet hırsızlık olduğuna göre, adli
kolluk görevi. Gördüğümüz ne? Kolluk olarak çocukları toplamış, savcı olarak
hırsızlık yaptıklarına kanaat getirmiş, yargıç olarak değnek cezasını kesmiş,
infaz memuru olarak uygulamış, sonra da salıvermiş, hoşgörü de denilebilir. Yavaş
yargıdan şikayetçiler için bir yargı reformu. Birkaç bin yıl önce yapılmış bir
reform. Sıra dayağı, sıradan geçirme.
Elbette “Türk hukuku”nda böyle bir adli mekanizma yok! Fakat
biz İçişleri Bakanı’nın 14 Temmuz Diyarbakır olayları konusundaki
açıklamalarından bir daha anladık ki Türk hukukunun içinde, aynı terör
ilkesiyle çalışan bir de “muhalefet hukuku” seksiyonu var. Muhalefeti, ama
sadece seçimle gelip bol nutuktan sonra gitmeyi değil, demokrasiyi en geniş
anlamda kullanma mücadelesi veren muhalefeti kapsayan hukuk. En büyük dairesi,
itaat etmeyi öğrenememiş, öğrenmek istemeyen Kürt için iş başında. Kürt’le
yetinilmiyor elbette, büyük devletler büyük düşünür: Karadeniz’deki HES
direnişçisi köylülere, hak arayan işçilere, öğrencilere uygulanan bir hukuk.
Çünkü biz Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı’nın 14 Temmuz
Amed vakasına dair açıklamasından, Diyarbakır’da Vali’nin talimatı ve güvenlik
güçlerinin marifetiyle işlenen bir dizi suçun değil, örneğin sokak ortasında
parmaklığa bağlanmış, üstü soyulmuş gence aleni işkencenin değil, “18 tane
milletvekili”nin kınanması gerektiğini gördük.
İdris Naim Şahin’in açıklamaları önemli, ama özellikle “tane”
kelimesi çok önemli. Siyasal şiddet-beden-hukuk bağı açısından. Yarın devam
edeceğim, Birhan Keskin’in bir dizesinden çaldığım başlıkla: Adaletin içindebir zalim oturur.
Yorumlar
Yorum Gönder