Siyasetin şiiri, şiirin siyaseti
HDP’nin seçim bildirgesi hakkında değil aşağıdakiler,
bildirgeyi dinlerken, salonda dururken, aklıma gelenlerin, aklımda uçuşanların
az genişletilmiş hali.
Önce, ilk önce, “Büyük İnsanlık” lafını duyduğumda, şiire
gitti aklım. İster istemez. 12 başlıklı bildirge, sayıların mistisizmine bir
gönderme mi? Kim bilir. 12 İmam, 12 kabile… Belli mi olur, hayli ince ince
düşünülmüş bir metin elimdeki, kulağımdaki.
Şiir, edebiyatçıların sosyal, siyasal yükleri yüklenmekte
tereddüt etmediği zamanların şiiri. Müzik eşliğinde, sol-sosyalist
tahayyülleri, arzuları güçlendirmiş, beslemiş, tahrik ve tatmin etmiş bir şiir.
“Büyük İnsanlık”, bir de, “yer”i, “ülkesi” olmayan bir şiir. Gemi, dünya zaten.
Enternasyonel de değil de, evrensel bir şiir. Siyasal bir şiir elbette.
Bildirgedeki politik cümlelerin arkasında, kozmosta algılanan kesintisiz
mırıltı gibi, şiir de algılanıyor.
Büyük İnsanlık
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
tirende
üçüncü mevki
şosede
yayan
büyük
insanlık.
Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük
insanlık.
Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
pirinç
de öyle
şeker
de öyle
kumaş da öyle
kitap
da öyle
büyük
insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz
yaşanmıyor.
Nazım Hikmet, 7 Ekim, Taşkent, 1958
*
Salonda Kürdî duruş, koltuklardaki kadınların giysileriyle
yayılıyor. Ne bildirge, ne sunucular, ne de Figen Yüksekdağ ile Selahattin
Demirtaş’ın söylemlerinde “Kürdî” vurgular var. Şarkılar, Kürtçe şarkılar, Kürt
siyasal hareketinin mücadelesiyle özgürlüğüne ilk kavuşan Kürtçe şarkılar var
elbette, artık özgür olduğundan emin şarkılar.
*
Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ salona neşeyle
giriyor. Onlar girerken salonun neşesi, coşkusu katlanıyor.
Güler yüz ve neşe.
Figen hanım ve Selahattin beyin siyasal sahneye getirdikleri
güler yüz ve neşe, bildirge kadar güzel… Diğer partiler geliyor akla. Durmadan
konuşan, bağıran, parmak sallayan, kaş çatan, kaş kaldıran adamlardan
müteşekkil partiler.
Sadece iki parti var değil mi: Hiç susmayan, bağıran sinirli
adamlar partisine karşı güler yüzlü kadınlar, adamlar, gençler, çocukların
partisi...
*
Bildirge, “kadın”la açılıyor. Salondaki kadınların coşkusu
eşliğinde. Yüzde 50. Toplumun yarısı. Aslında bu sayısallaştırma bile tuhaf
kaçıyor, toplumun “toplum” olması için gerek şart. Kadınlara ilişkin bölüm,
kadınların alkış, slogan ve zılgıtlarıyla karşılanıyor. Kürt siyasal
hareketinin Kürdistan’da yol açtığı dönüşümün en önemli yönü, en önemli yüzü,
yanı, kadın özgürleşmesi ve özgürleşen kadının siyasal sahneye taşıdığı beceri
ve enerji. Salonda okunan bildirge, salonda yazılıyor yeniden.
*
Peşinden genç. Peşinden gökkuşağı. Peşinden çocuk. İlk dört
bu. Temel kare. Etnik isimler, mezhebi isimler öne çıkmıyor. En az “Kürt” diyen
bildirge bu mu? Belki de… Bunun yerine etnik, dinsel vs kimliklerin vurgulanmadığı
bir anayasanın eskizi bildirge. Dolmabahçe’de okunan 10 maddeli prensip
cümlelerinin daha da açıklanmış, açımlanmış hali.
*
Bildirge, “liberal”, “neoliberal”, “kapitalist”, “kapitalizm”,
“sol”, “sosyalizm”, “devrim” filan demiyor. İsimlere girmeyince, jargon dolu
bir metin değil, prensipler, teklifler ve modeller var. Eş başkanlık. Eş
başbakanlık. Kadın meclisi. Gençlik meclisi. Öğrenciye destek. Hastalığa karşı
güvence… Bildirge dili, sahnedeki liderlerin kendisi ve dili kadar genç ve
neşeli. Çalışma saatinin 35’e düşmesi, vicdani ret hakkı, güvenceli yaşam,
doğanın korunması… Asgari ücret…
En büyük alkışı, Kobani’de savaşan kadınların ardından, özerklik
ve vicdani ret hakkının alması...
Başkanlığa, sultanlığa, tek adamlığa, koltuğa yapışıp
gitmemeye dair sözlerin aldığı alkış da, “işbirlikçi” söylemlerinin cevabı…
*
Sorulara geçince, en erken gelen soru: Kaynağınız ne?
Sarayı kapatırız esprisinin peşinden, “Silahlanmayı,
güvenlik harcamalarını kısacağız.” Filan.
Şu yavşağın yavşağı "Kaynağınız ne" sorusuna cevap
vermeyi reddeden siyasetçiye iki kere oy vereceğim.
Su başını tutanlar, susuza nasıl su vereceksiniz diye
soruyor, özetle. Siyaseti, sözüm ona “ekonomi”ye boğduran teknokrat aklı
hırpalamak lazım ya, neyse..
*
“Eş başbakanlık olursa, uzlaşmazlık halinde kimin sözü
geçecek?” Eh, kadın “kotası”nı bile kavramakta zorlanan bir iklimde, büyük
acanslar neyi soracak? Cevap, Figen hanımdan: “Tabii ki kadının.”
Salondayken daha koalisyon meselesi geliyor aklıma.
Anti-koalisyoncu söylemler. Bu seçimin yürürlükteki manipülatif söylemlerinden
biri.
En çok duyduğum manipülasyon, HDP’nin iktidar partisiyle
koalisyon yapmayı planlaması...
Hatta zaten yapmış olduğu. Zaten yapmış olduğu fikri, barajı
aşamayacağı fikrine dayanıyor. Madem barajı aşamayacaklar, niye parti olarak
girdiler sorusu eşliğinde. Aslında ortada bir akıl yürütme değil, peş peşe
sinirli cümleleri salvolayıp, ağza laf tıkma şampiyonası var. Asıl soru
sorulmuyor: Yahu, bir siyasal parti niye seçime parti olarak girmez de, hep
aynı civardaki sınırlı sayıda milletvekiline razı olur?
Gerçekten de, HDP’nin ve önceli Kürt partilerinin
parlamenter temsile fazla önem verip, adaletsiz barajı parlamento dışında
kalarak yıkmakya çalışmamaları, kuvvetle eleştirilecek bir yan olabilirdi.
Fakat orada değiliz, yanlışın, yani bağımsız adaylarla sınırlı sayıda
milletvekiline talim etmenin doğru sanıldığı yerde, tersini konuşmaya girişmek
kolay değil.
Şimdi barajı aşacaklarsa eğer, ilk manipülasyon, yani zaten
iktidar partisiyle Meclis’e girmemek üzere anlaşmış olduğu teorisi
çökeceğinden, ikinci manipülasyon, “zaten girince de birlikte Anayasa’yı
değiştirecekler” kâhinliği devreye sokuluyor. İkisi birbirini çürüten bu
manipülasyonlar, “koalisyon” fikrinin kötülüğü üzerine kurulu; koalisyon
kötüdür, HDP kötüdür, AK Parti kötüdür, HDP-AK Parti koalisyonu zaten daha da
kötüdür.
Bu “koalisyon” düşmanlığı, sadece muhalefetin bir hastalığı
değil. İktidar da, “istikrar, güçlü hükümet” söylemleri eşliğinde “koalisyon”
öcüsünü gösteriyor.
Koalisyon düşmanlığı, aslen “siyaset” düşmanlığı anlamına
geliyor. Çünkü “koalisyon”lar, siyasal uzlaşmalarla kurulan yapılar olarak,
siyasetin en yüksek düzeyde kendisini gösterdiği siyasal sahneyi oluştururlar.
Koalisyonların “istikrarsızlık” demek olduğu, ya da kötülükleri davet ettiği
iddiaları, siyasetin kötü bir şey olduğu kabul edilmedikçe, söylemesi zor
şeyler. Hiç konuşmadan, şansölye Merkel’in Almanyasına işaret etmek bile
yetebilir “istikrarsızlık” ve onun kötü sonuçlarının boş laflar olduğunu
gösterebilmek için.
Hasılı, "Koalisyon kötü" demek, demokrasi pek de
şart değil demenin bir başka yoludur. "Uzlaşma kötüdür" diyemeyen
utangaç diktacıların argümanı. Çünkü “uzlaşma” yoksa, “siyaset” de yoktur.
*
Yıllardır, Kürt siyasal hareketinin parlamenter yapılarına
bir öğüt verilip duruldu: Efendim, önce, siz, bi zahmet, yani, gecikmeden,
hemen, bi Türkiye partisi olun. Türkiyelileşin.
HDP çıkınca da bu söylendi. “HDP Türkiyelileşmeli.”
Bugünden sonra şöyle demek daha iyi aslında:
Türkiye HDP'lileşmeli.
Yorumlar
Yorum Gönder