NATO'ya inanıyoruz, CENTO'ya bağlıyız
Darbe nasıl yapılır bilmem. Neyi eksik, neyi fazla yapmışlar, ne mantıklı ne mantıksızmış anlamam zor, bilmeyince.
Bu darbe denilen kötülüğün daha önce
yapılmışları var. Bunların yaptıkları, daha önce yapılanlara benziyor. Hepsi
kanlı, hepsi vahşi, hepsi bir sürü laf söylemiş.
Bildiğim bir şeyi yapayım, laflara bakayım dedim. 1960, 1971
ve 1980 darbe bildirileriyle bu seferki (Allah’tan) başarısız darbecilerin
bildirilerin bir karşılaştırmaya giriştim.
Ne çıkarsa bahtıma…
En geveze bildiri: 15 Temmuz
Bu seferki darbe bildirisi, tartışmasız en geveze bildiri.
461 kelime var, “imza” hariç. Bu kadar dil dökmenin bir sebebi olmalı... Örneğin, 12 Eylül bildirisi 292 kelimeden ibaret.
27 Mayıs bildirisi aslen 192 kelime; sunuş ve bir tekrarla birlikte
236 kelimeye ulaşıyor.
12 Mart muhtırası ise 121 kelime. Kestirip atıyorlar yani, doğaları gereği.
(Yakından bakmayacağım 28 Şubat MGK bildirisi 568 kelimeydi.
27 Nisan muhtırası ise 594 kelime; fakat bu iki metne ilişmeyeceğim. Bunlardan
ilki “MGK bildirisi” formatında olduğu için, ikincisi de bir fiili kalkışmayla
birlikte gelmediği için. Kalkışmayla gelse o kadar dil dökmezlerdi muhtemelen. İlişmeyeceğim diye onları "iyi şeyler" arasında saydığım filan sanılacaksa devamı okunmasa da olur.)
"Dikkat dikkat! Muhterem vatandaşlar!"
*
27 Mayıs 1960.
Radyodan “Dikkat dikkat muhterem vatandaşlar” diye başlayan
anons, bir tür reklam ifadesiyle (güvendiğiniz silahlı kuvvetler…) sürer.
Bu bildiri “demokrasi buhranı” kavramı üstüne oturur; maksat
“kardeş kavgasına meydan vermemek”tir. Tabii ortada öyle bir kavga yoktur ama işte zaten maksat da "meydan vermemek" ya...
Bildiri, partilerin uzlaşmazlığına
işaret edip, partiler üstü bir idarenin nezaret ve hakemliğinden dem vurur.
Kendine yakıştırdığı görev budur. Daha sonraki bildiriler “partiler”den üstün
TSK vehmini daha kuvvetle vurgulayacak, siyaset kurumunu daha ağır itham
edecektir. “Hiçbir şahsa ve zümreye” karşı olmama vurgusu yapılırken,
bölücülük, irtica, terör gibi kavramlar henüz ortalıkta yoktur. “Kanunlar ve
hukuk prensipleri esasları” gibi ifadelerle hukuka saygı vurgusu yapılırken, “Bütün
vatandaşların” tartışmasız “aynı milletin aynı soydan gelmiş evlatları” olduğu
fikrinin itibar göreceği umulmuştur. "Hiçbir ve zümreye..." karşı olmayan, "partilerin uzlaşmazlığı"nı öne süren ve "partiler üstü" davranan cuntacılar, Adnan Menderes ve partili arkadaşlarını asarak, "şahsi" davranmadıklarını dosta düşmana kanıtlamış olduklarını düşündüler herhalde... Kim bilir?
Paraya yazılacak aforizma
27 Mayıs bildirisinin en ilginç ve önemli kısmı, “dünya”ya
seslendiği yerdir. “Komşular ve bütün dünya”ya seslenerek, “BM Anayasası’na” ve
“insan hakları prensiplerine” uyma gayesi dile getirilir. Fakat bu cümle
bildirinin ana kipinde değildir; dir’lı dır’lı giden bildiri insan hakları
lafına gelince birden di’li geçmiş zamana sıçrar. “Gayemiz… riayetti.” Riayetti
ama edemedik ne yapalım dercesine. Yine bölümde “Büyük Atatürk” sözüyle
Kemalizm vurgusu yapılırken, 15 Temmuz’cuların seçtiği ismin kaynağı olan
vecize tekrar edilir. Ve tek nefeste üç söz verilir: Bütün ittifak ve
taahhütlerimize sadıkız. NATO’ya inanıyoruz ve bağlıyız. CENTO’ya bağlıyız.”
Bildiriye bir bütün olarak bakınca, Türkiye dışındaki
güçlere ve ittifaklara yönelik sözlerin, vatandaşlara yönelik sözlerden daha
vurgulu olduğunu öne sürebiliriz. “Büyük Atatürk”ten söz edilse bile ona
inanıldığı ya da bağlı olunduğu söylenme ihtiyacı duyulmuyor; “inanç” NATO için
söze dökülüyor. Hani para basıp üstüne yazabilirlermiş: “NATO’ya inanıyoruz (ve
bağlıyız)” Allah'a ya da Tanrı'ya değil, Büyük Atatürk ya da Ulu Önder'e değil, NATO'ya inanıyoruz.
İnsan hakları di'li geçmiş zamanda...
CENTO, şimdilerde yerinde yerler esiyor görünen bir kuruluş.
Neydi CENTO? Sovyetlere karşı bir “Müslüman NATO’su” desek ileri mi gitmiş
oluruz? Ya da “yeşil kuşak” projesinin ilk somut adımı? Ya da belki oğul Bush
döneminde Amerikalıların çok üstünde durdukları önce “Büyük” veya “Genişletişmiş
Ortadoğu Projesi”nin atası? Sorularda isabet bulunamasa bile 27 Mayıs
cuntasının “dış ittifaklar”a, içerdeki yurttaşlardan daha özenle taahhütlerde
bulunmaları dikkate değer. Vatandaşlara “şahsi emniyet” sözü verilse bile, “insan
hakları” di’li geçmiş zamana ait bir “gaye”dir; istediydik de olmadı be gülüm…
Bildiride devletin, milletin, cumhuriyetin tehdit altında
olmasından filan söz edilmez; “partilerin içinde düştüğü uzlaşmaz durum”dur
dert. İki parti varken, bir parti hayli güçlü, diğeri rakibine göre hayli
cılızken, güçlü partinin hukuksuzluğundan filan da bahsedilmez. Açıkça
söylemese de güçlü partiden rahatsızdır cuntacılar ve zayıf partiden de
umutsuzdur. Ama fazla ipucu vermezler, verdikleri tek kesin şey NATO’ya inanç
ve bağlılık, CENTO’ya bağlılık, BM Anayasası’na uyma gayesidir…
*
Olağan suçlu: Partiler...
12 Mart muhtırası, cumhurbaşkanına verilen bir mektup
olarak, millete, halka ya da ulusa filan seslenmez; radyodan okunsa da...
Bu sefer “hedef” geniştir; partilerin uzlaşmazlığından ve kardeş kavgası tehlikesinden dem vurmakla yetinen ağabeylerinin aksine bu cuntacılar “Meclis”i ve “hükümet”i “anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar” içine sokmakla itham ederler. Atatürk’ün hedef verdiği uygarlık seviyesi ümidinin yitirilmesi, reformların yapılamaması bahane edilmiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği” ağır bir tehlike içinde görülmüştür. Hedef "geniş"tir, "partiler" suçludur filan... Başbakan hakkında tek kelime etmemek bu muhtıranın özü. Süleyman Demirel ve Adalet Partisi değil de "bütün partiler"in suçlanması, 27 Mayıs'takine benziyor. Fakat 27 Mayıs'ta "şahsi algılanmasın" babından dil dökme daha belirgindi, burada önemsenmemiş mesele...
Bu sefer “hedef” geniştir; partilerin uzlaşmazlığından ve kardeş kavgası tehlikesinden dem vurmakla yetinen ağabeylerinin aksine bu cuntacılar “Meclis”i ve “hükümet”i “anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar” içine sokmakla itham ederler. Atatürk’ün hedef verdiği uygarlık seviyesi ümidinin yitirilmesi, reformların yapılamaması bahane edilmiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği” ağır bir tehlike içinde görülmüştür. Hedef "geniş"tir, "partiler" suçludur filan... Başbakan hakkında tek kelime etmemek bu muhtıranın özü. Süleyman Demirel ve Adalet Partisi değil de "bütün partiler"in suçlanması, 27 Mayıs'takine benziyor. Fakat 27 Mayıs'ta "şahsi algılanmasın" babından dil dökme daha belirgindi, burada önemsenmemiş mesele...
Kurulacak meclis, “Silahlı Kuvvetleri’nin” üzüntü ve
ümitsizliğini gidermekle görevli olacaktır. Bu meclisin “demokratik kurallar
içinde teşkili” kısmı cuntacıların ironi kabiliyetlerini tartışamayacağımız yer
olabilir. Meclis “partiler üstü” olacak, “Atatürkçü görüş” ve “inkılap
kanunları”nı uygulayacaktır. 27 Mayıs’ta kendisi partiler üstü olan TSK, bu
sefer bu payeyi kurulacak meclise devretmiştir. Demek ki partiler üstünün
üstüne çıkmayı bir borç bilmiştir. “Dedikleri
yapılmazsa, idareyi doğrudan üstüne almaya kararlı”dır…
*
Gelelim en başarılı darbeye, en büyüğüne; 12 Eylül 1980’e. “Emir
ve komuta zinciri”nde hiçbir aksama olmayan mükemmel bir şiddet aygıtı
işletmiştir 12 Eylül cuntacıları.
“Yüce Türk Milleti” diye başlar bu cuntacı metni. İlk
cümleye “Büyük Atatürk”le girer; emanet iç ve dış düşmanların tahriki ile “fikri
ve fiziki” saldırı altındadır. Devlet işlemiyordur. Kurumlar “tezat ve
suskunluk” içindedir. Ve elbette “siyasi partiler kısır çekişmeler ve uzlaşmaz
tutumları”yla yine hedeftedir.
Kenan Evren ne sempatik çizilmiş değil mi? |
“İrticai ve diğer
sapık ideolojik fikirler”in sistemli ve haince nüfuzu sonucunda “iç harbin
eşiği”ne gelinmiştir. Devlet güçsüzdür, acizdir.
Amaç, bütünlük, birlik, beraberlik, iç savaş ve kardeş
kavgasını önlemek, otorite tesisi ve elbette bugün olsa Zaytung’dan alınmış sanılacak
gibi duran şu şahane ironiyle ifade edildiği gibi: “demokratik düzenin
işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktır.”
Dır’lı dur”lu giden bu bildiri finalde şahsileşir, vatandaşların,
“televizyonları başında yayınlanacak bildirileri izlemelerini ve bunlara tam
uymalarını ve bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetlerine güvenmelerini beklerim.”
Bekleyen, Kenan Evren’dir. Bu bildiride, 27 Mayıs’taki gibi taahhütler yoktur;
her iş bizzat görülecektir. Amaç devletin ve rejimin yeniden kurulmasıdır. Yine
bu bildiri 27 Mayıs’tan farklı olarak, BM’yi, “komşuları”, NATO’yu filan hiç
anmaz. Onları ikna etme gibi bir dert içinde değildir. Niçin acaba? Daha sonra “kardeş
kurtarıcı” olarak Kenan Evren kadar televizyonlarda görülen Pakistan darbecisi
Ziya Ül Hak’la ilişkiler, CENTO-BOP-GOP filan bağlılığı söyleme ihtiyacı
duymadığından olabilir mi? Hani kimi söyler, kimi de söylemez yapar. NATO?
Kenan Evren Genelkurmay Başkanı olurken NATO Genel Sekreteri Haig de törende
değil miydi zaten? Zaten paşamız darbesini yaptıktan sonra NATO’nun güçlenmesi
için Yunanistan’ın askeri kanada dönüşünü bizzat artık elçi olan Haig paşaya
vermedi mi?
Elbette, Kenan Paşa'nın "Aziz millet" ve "yüce millet" seslenişine ayağa fırlayıp, "Burda paşam!" diye alkış tutanlar, paşa mahkemeye götürülerken de "Demokrasinin gereği, oh olsun" diye ayağa kalkıp alkış tutanlarla aynıydı ya çoğunlukla ya neyse...
Elbette, Kenan Paşa'nın "Aziz millet" ve "yüce millet" seslenişine ayağa fırlayıp, "Burda paşam!" diye alkış tutanlar, paşa mahkemeye götürülerken de "Demokrasinin gereği, oh olsun" diye ayağa kalkıp alkış tutanlarla aynıydı ya çoğunlukla ya neyse...
Vatandaşların değeri
*
Gelelim 15 Temmuz’a…
“Türkiye cumhuriyetinin değerli vatandaşları” diye başladı
bu metin. 27 Mayıs’ın “muhterem”nin yerine “değerli”ye geçilmişti artık. 12
Eylül gibi “Aziz” ve “yüce” bir millete seslenmediler 15 Temmuz cuntacıları?
Basit ve varsayımsal bir saygı hitabından aşırı sonuç çıkarmak doğru olmasa
bile, bir “yüce” millete inanmadıklarından olabilir mi? “Değerli vatandaşlar”dan
dem vururken, “değersiz” vatandaşlar diye bir kategori de düşünmüş olabilirler
mi? Muhtemel ki önlerine çıkanlara ateş ettiler. İnsan hiç "değerli"sine ateş eder mi?
*
Bu cuntacılar, öncekilerin aksine “siyaset kurumu”nu
topyekün hedef almıyorlar metinlerinde; 27 Mayıs’çıların yaptığı gibi “bir kişi
ve zümreye karşı olmadıkları” inancını vermekle de uğraşmıyorlar. Açıkça “cumhurbaşkanı”nı
ve “hükümet”i hedef alıyorlar çünkü. “Gaflet ve dalalet ve hatta hıynet”
içerisinde görüyorlar cumhurbaşkanının ve hükümet yetkililerini. Önceki üç
bildirinin aksine çok dil var bu metinde ve isminden başlayarak Kemalist ima,
ifade ve terimlere bol bol başvuruluyor. “Gençliğe hitabeyi okuduk da geldik”
havası hakim metne.
Metindeki “Kemalist” atıfların bolluğu kadar bir bolluk daha
var: İnsan hakları söylemi, hukuk devleti terminolojisi… Hem Kemalist olduklarına hem de "insan hakları" alemine bağlı olduklarına inandırma çabası, bildiriyi diğer darbe bildirilerinin iki katı uzunluğa taşıyor.
(İroni eksik olur mu hiç? “…devletin tüm kurumları ideolojik
saiklerle dizan edilmeye başlanmış ve dolayısıyla görevlerini yapamaz hale
getirilmiş”tir. Darbe bir görev değil mi?)
Kemalist söylem, hukuk devleti ve insan hakları söylemleri,
Erdoğan karşıtlığının tüm retoriklerini kullanma çabasıyla harmanlanmış:
Sistematik hak-hukuk ihlalleri, “uluslararası ortamda hak ettiği itibar”ın
yitirilmesi, evrensel temel insan hakları, korku, otokrasi, yolsuzluk,
hırsızlık, terörle etkin mücadele etmemek ve bunun güvenlik görevlilerinin
hayatına mal olması, meşruiyetin kaybeden iktidar…
Bu retoriğin orta yerinde, 27 Mayıs’çıların “inanç”ı
hortluyor üç darbe sonra:
“Yurtta sulh konseyi BM-NATO ve diğer tüm uluslararası
kuruluşlarla oluşturulmuş yükümlülükleri yerine getirecek her türlü tedbiri
almıştır.” 27 Mayıs’çılar kadar doğrudan ve dobra değil ama net ve hatasız bir
cümle. (Darbe metinleri, devlet metinlerinin çoğu gibi Türkçe açısından biraz
kıt ve sorunlu. Burada çok cümle kurulduğu, çok dil döküldüğü için kıtlık daha
bariz, sorunlar daha çok)
Net ve hatasız cümlede AB zikredilmiyor ama tıpkı 27 Mayıs
gibi BM ve NATO zikrediliyor! “CENTO” yoksa da bildirini diğer yerlerindeki “hak
edilmiş uluslararası itibar” vurgusu içinde BM-NATO öncülüğündeki tüm işlere
tuz alıp koşulacağını akla getirmek istediklerini öne sürebiliriz. Üstelik “BM”ye
27 Mayıs’ta yapıldığı gibi “Anayasa”lı bir vurgu da yok; sanki NATO’nun önünde
kamuflaj olsun diye konulmuş gibi… Erdoğan’ın sık sık çattığı AB yokken yine
sık sık çattığı BM’nin varlığı bir de belki merkezinin ABD’de olmasıyla
bağlantılıdır, kim bilir?
Bildirideki “üniter devlet yapısı” vurgusu, Erdoğan’ın ve
hükümetlerinin “teröre karşı” hatalı tutumlarına ilişkin vurguya ulanıyor
esasen: Bildiri diyor ki: NATO’ya selam. İnsan hakları söylemine selam. Hukuk
devleti söylemine selam. Mülkiyete selam. Kürtleri fena döveceğiz. Erdoğan’ı
zaten bitirdik ya…
Bildirin ilginç yanlarından biri, Erdoğan’ın Batılı gözlerin
de paylaştığı “kusur”ları bir bir sıralanırken, Kemalist kafa ve yürekler
etkilenmeye çalışılırken, din mevzuuna sadece “laik” vurgusuyla girilmesi ve
bir yerde “mezhep” ifadesiyle (Türkiye’deki Aleviler kast ediliyor gibi, ama Ortadoğu’daki
Sünni-Şii çatışmasına atıf da düşünülebilir) işin geçiştirilmesi…
Tabbi “demokrasinin önündeki engelleri kaldırma” ironisi
burada da var.
(15 Temmuz bildirisinin tam metni için...)
(15 Temmuz bildirisinin tam metni için...)
Ama galiba bildirinin en ilginç yanı, 27 Mayıs’taki NATO
vurgusunun yeniden zuhuru… Kerry acaba “NATO” derken bu cümleyi biliyor muydu?
Biri AB’lilere “Biliyor musunuz, bildiride sizin adınız yoktu” demiş midir?
Ne bileyim ben? Adımız Hıdır, elimizden gelen budur.
Yorumlar
Yorum Gönder