Yargısız infaz ve infazsız yargı


Umut Oran vakası,
internet yasa tasarısıyla kurulmak istenen
düzenin bir erken uygulamasıdır sadece.
İfade özgürlüğünün yargısız infazıdır.
Ali İsmail Korkmaz davası da
infazcıların cezasız bırakılma davası.



Devlete hükmeden güç, hükümet, istediğine istediği cezayı verdiği zaman bir hüküm vardır ama “yargı” yoktur. “Yargı”, hakim gücün arzusuna göre değil, ilan edilmiş ve onaylanmış yasalara göre, usul ve esas normlarına uyarak “maddi gerçek” dediğimiz şeye yönelik bir araştırmadan, muhakemeden sonra verilen kararla oluşur. Böyle süreçler olmadan uygulanan “ceza”lara, acılı bir deneyimler tarihinden sonra “yargısız infaz” adını bulduk.
Bir de yaslara, usul ve esas normlarına göre “suç” olmasına rağmen verilmeyen cezalar var, ya hiç dava açmamak yoluyla ya davaları eksik gedik, usulsüz yürütme yoluyla, delil saklama yoluyla ya da olası cezayı uygulamama yoluyla verilmeyen cezalar. Cezasızlık hali. Bu da “infazsız yargı”dır.

Güya bir “izahat”
Türkiye’de “şekli” açıdan bile bir yargı kalmadığı malum, “yargı” kararlarına kolluk güçlerinin, hükümet ye da ondan aldığı icazetle mülki amirlerin emriyle karşı gelindiği günlerdeyiz. Yine de “yargısız infaz” ve “infazsız yargı” prosedürleri kamilen uygulanıyor. Kayseri’de dün görülen Ali İsmail Korkmaz davası bir infazsız yargı örneğidir. Yine dün Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın yaptığı bir açıklama, “yargısız infaz”ın ifade hürriyeti alanındaki bir uygulamasının izahatıydı. Güya izahat.
“Sehven” dedi TİB. Nasıl bir “sehiv” imiş bakalım. Öykü basit: Hükümetle eski can ciğer kuzu sarması, şimdiki tehlikeli “kurt”u kapışmaya başladıktan sonra hem yargı ve kolluk güçleri sahasında hem de yayın dünyasında bir dizi hukuki kılık verilmeye çalışılmış tedbirler geldi peş peşe.
“Paralel güç” denilen yerlerden gelen operasyonların kendisini durdurmak kadar, bilgisinin yayılmasını durdurmak da hayati önen kazandı. Peş peşe “yargı” kararları alındı, yasa tasarısı hazırlıkları geldi. Bunlardan biri de internet tasarısıydı. “Yargı”daki yayın yasağı kararları, mevcut internet mevzuatı çerçevesinde fazla etkili olmayacaktı. İnternet tasarısıyla bir düzenek kurulmak isteniyor. Kurulacak düzenekte Telekominikasyon İletişim Başkanlığı, bir sansür ejderi rolü oynayacak. Vatandaştan, bürokrasiden gelen ve en nihayet yargıdan savcılardan-mahkemelerden gelen kararları uygulayacak bir dev. Tasarı, zaten hayli cılız ve tehdit altındaki toplam “ifade hürriyeti”ne hava sağlayan son delikleri de tıkayacak. 

Bir ‘erken uyarı’ hamlesi

TİB üzerinden CHP’li Umut Oran’a yönelik hamle, yeni internet yasasının hedefleri konusunda bir erken uyarı hamlesi aslında: Tasarı ve onunla oluşturulmak istenen düzenek, hem gazeteci veya değil yurttaşın hem de kamuoyuna söz iletme kabiliyeti olan diğer kişi ve kurumların önünü kesmeyi arzuluyor. Umut Oran vakasında “diğer kişi ve kurumlar” arasında parlamentonun ve parlamenter dokunulmazlıkların en vazgeçilmezi olan kürsü dokunulmazlığının olduğunu gösteriyor bize. Meselenin “sehven” meydana geldiği açıklamasının üç gün gecikmesinin sebebi, bu arzunun gücünden. Şimdilik mızrak çuvala sığmamış. “Sehven” denilerek geçiştirilmek istenen şey, kılıf hazırlandıktan sonra, yani tasarı yasalaştıktan sonra başa gelecek şeyin ta kendisi.
Üç gün aranıp bulunamayan mahkeme ne peki? Bu bir “sehiv” değil, mukadderat: Yargıya ait yetkiler, idari kurumlara verilecek ve onlar aracılığıyla kürsü dokunulmazlığı dahil her alanda aykırı seslerin kesilmesi, olmadı yayılması engellenecek. Bu yeni “yargısız infaz”dır.
Star Chamber ve FISA
Aslında bunun yargısı var. Modeli “Star Chamber” nam İngiliz yargı teşkilatıdır. 15. Yüzyılın bir kurumu. 160 yıl kadar iş başında kalmış. Kralın gizli mahkemesi diyelim özetle. Kralın haz etmediği ve kraldan haz etmeyen her türden kişi ve kuruluş hışmına uğrar bu emir kulu yargının. Kararların prensiplere kanunlara usullere değil, demiri kesen emirlere göre şekillendiği yargı teşkilatlarının genel adı olur zamanla. Mahkemenin usulü basit ve tüm monarklar ya da monarşik hülya sahipleri için çok güzeldi: Gizli oturumda, tanık, sanık filan olmadan kararlar alırdı. Usulün savunması da basitti: Etkili ve tehlikeli kişler hakkında kararlar alınacak, bir an önce ve etkili biçimde yargının işlemesi için, başka yol yok. Gizli tanığa alışıktık ya, “gizli yargı”ya da alışmaya başlamalıyız yavaş yavaş.
Üstelik bu “çağdaş” örneği de olan bir iş aslında. En yeni bir örneği, Edward Snowden’ın ortaya çıkardığı belgelerden sonra ortaya çıktı, meğer Washington’da da öyle bir yargı varmış. FISA mahkemesi. Aslen yetki alanı “casusluk” olan bu yargı, yürütmeden gelen talepleri onaylamayla vazifeli. Burada, kurulduğu 1978’ten sonra giden 33 bin 500 civarındaki talebin yalnızca 11’i reddedilmiş. “Şeklen” mahkeme, pratikte majestelerinin icra ofisi.
Hasılı, Umut Oran vakasında yazılı hale getirilmek istenen bir “yargısız infaz” müessesinin, kürsü dokunulmazlığına da uzanan yanıyla bir erken örneğini gördük. Gelecekten bir haberci.

Karnı büyük Molok

Ali İsmail Korkmaz davası Kayseri’ye alındı. Niye? “Güvenlik” gerekçesiyle. Neyin güvenliği? Mahkemenin? Kentin? Yargılananların? Şikayetçilerin? Hiçbiri değil elbette, yaşanmış örneklerinden biliyoruz ki, cezasızlık kültürüyle korunmak istenen sistemin bütününün.
Yeşilyurt’ta devletin görevlilerinin Kürt köylüleri aşağılama kastıyla işkence edip işi dışkı yedirmeye vardırdıklarının ortaya çıkması üzerine açılan dava, Ankara’ya taşınmıştı.
Bir başka güzel gülüşlü yurttaşımız, Metin Göktepe, devlet görevlilerinin hınç dolu saldırganlığıyla hunharca katledildi. Dövülerek. Davası Afyon’a taşındı. Gazi’de hedef gözeterek yurttaş öldürüp, “Havaya ateş ettik, ne oldu anlamadık” küstahlığını sergileyen katiller sürüsünün davası Trabzon’a taşındı. (Roboski’de dava bile yok, hatırlatmamak olmaz.)
Bunlar, “Molok” davalarıdır. Eski dünyanın tanrılarından biri bu Molok. İbrahimi zamanlardan öncenin. İnsan kurbanıyla gösteriyordu haşmetini. Aileler, toplumlar, hışmından kurtulmak, gönlünü hoş tutmak için çocuklarını bu kan içiciye sunuyorlardı. Rivayet odur ki Molok’a kurban sunmak, kriz dönemlerinde daha da makbuldü. Molok insan, özellikle çocuk yedikçe yatışıyor, bunalım atlatılıyordu.
Davanın Kayseri’ye taşınması, diğer tüm taşımalı davalar gibi, Molok’a ve onun hizmetkarlarının hükümranlığına halel getirecek sonuçları engelleyecek bir geleneğin uygulanmasıydı sadece. İnfazsız yargının garantilenmesi. İnfazsız yargı egemenin fermanıdır. O sistemde ferman sahibinin çıkarı lehine iş yapan herkes kahramandır. Destansıdır. Görev insanıdır. Teşekkür edilir. Taltif edilir. Başka bir şey gerekmez. Bu yüzden takipçileri açısından Kayseri’deki dava Molok’a bir daha çocuk yedirip yedirmeme davasıdır.

Yargısız infaz da egemenin fermanıdır. Kuralı basittir, can alır, mal alır, özgürlük alır, hesap vermez. Umut Oran vakası ve internet yasası tasarısı, Molok’un işlerinden haber olup olmama meselesidir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni