Temel haklar pazarlık usulüyle düzelmez (4. yargı paketindeki sorunlara kısa bakış)
4. Yargı paketinde gerçekten
önemli hamleler var.
Fakat bu hamleler, temel hakların
pazarlık usulü ve perakende
dağıtılması alışkanlığına
kurban gidiyor; yarım kalıyor.
Pakete “reform” diyeceksek
ya Meclis’ten bu haliyle çıkmayacak,
ya da kısa sürede beşinci, altıncı paket çıkacak.
AİHM cezaları ve mülkiyet
Paket hazırlanırken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları
gözetilmiş. Bir yanıyla, ödemek zorunda kaldığı tazminatlardan sıtkı sıyrılmış
bir yönetimin kendine çeki düzen verme çabası gözleniyor. Gerekçede de açıkça
belirtilen bu nokta, Türkiye’de hukukun temel hak ve özgürlükler bakımından
geliştirilmesi sürecinde hep “olumlu” rol oynadı. Ne yazık ki perspektif temel
hak ve özgürlüklerde pazarlıksık, müdanasız bir iyileştirme olmaktan ziyade,
“AİHM’nin kestiği cezaları azaltmak” olunca, iyileştirmeler sistemin ana ve
vahim sorunlarını makyajlamanın ötesine gidemedi. Bu pakette de benzer bir hal
göze çarpıyor.
İlk dört maddede ceza getiren (askeri – sivil) idari
yargıdaki sorunların çözümü arzusu var: Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
kararlarının AİHM içtihatları çerçevesinde yeniden görülmesi sağlanıyor. Bu mahkemeye
açılan davalarda zararın talepten büyük olduğunun anlaşılması halinde talebin
yükseltilmesi yasağı kaldırılıyor. Kamulaştırma davalarında bedel tespiti
sürecinde faiz işletme tarihi kesinleştiriliyor. Bu çerçevede idare hukuku
alanında atılan adımlar.
Güzel. Fakat yetersiz: AİHM’nin işaret ettiği yerlerdeki
sıkıntılar perakende usulle düzeltilirken, sıkıntıları yaratan ana sistem
olduğu gibi bırakılıyor. Örneğin, askeri idari yargının işleyişinde yapılan (ve
yapılacak) düzeltmeler, bu mahkemelerin ayrı bir topluma aitmiş gibi duran
tuhaf paralel varlıklarını gizlemeyi amaçlamıyorsa, bir tür çaresizlik beyanı
olarak okunabilir.
Kamulaştırma davalarında faiz belirsizliğinin
netleştirilmesine de iyi diyelim, fakat kentsel dönüşüm mevzuatıyla idarenin
eylemlerinin yargıdan kaçırılmasına ilişkin hükümlerin gelecekte ödenmeye
mecbur kılacağı tazminatlar yanında, devede kulak kalacak bir iyileştirme. Kamu
otoritesi – yurttaş mülkü ilişkisindeki sakatlığı temizleyemeyecek bir makyaj.
Propagandaya cebir,
şiddet ve tehdit unsuru
Terörle Mücadele Kanunu çerçevesindeki işlere bakalım; Terörle
Mücadele Kanunu’nun 6. maddesinin ikinci fıkrası halen şöyle:
“Terör örgütlerinin bildiri veya açıklamalarını basanlara veya
yayınlayanlara bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.”
Fıkra şu hale geliyor:
“Terör örgütlerinin; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru
gösteren veya öven ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik eden bildiri veya
açıklamalarını basanlara veya yayınlayanlara bir yıldan üç yıla kadar…”
Değişiklik yeterince açık, artık “terör örgütü” olarak yargı
tarafından tanımlanmış yapıların bildiri veya açıklamalarını basmak, “cebir,
şiddet veya tehdit yöntemlerini meşru gösterme, övülmesi ya da bu yöntemlere
başvuruyu teşvik etme” özellikleri yoksa ceza almayacak. İyileştirme mi,
iyileştirme. Fakat ironik: Cebir, şiddet ve tehdit “terör örgütü”nün bildiri ya
da açıklamalarını basma-yayınlamada ölçü haline gelmesi ifade özgürlüğünün
radikal bir hamleyle genişletildiği hissi uyandırıyor, buna karşılık ifadenin
suç olarak yazıldığı birçok TCK maddesi olduğu gibi duruyor. Gerçek bir
“iyileştirme”den, bu kıstasın tüm ifade suçlarına yayılmasından önce bahsetmek,
ölümü görenin sıtmaya razı olması olur. Üstelik, “cebir, şiddet veya tehdit”
ölçütü devreye sokulurken, “meşru gösterme” gibi ceza sisteminin temel
özgürlüklere karşı çok sevdiği muğlak ifadelere başvurma geleneğinin devam
ettiğini de gözden kaçırmamak gerek.
Nitekim, Terörle Mücadele Kanunu’nun 7’inci maddesindeki
paralel mantığa dayanan değişiklik, maddenin kendi içinde taşıyacağı bir
çelişkiye dönüşüyor: Burada da propagandanın “cebir, şiddet ve tehdit” unsurlarıyla
oluştuğu benimseniyor, fakat devamında a) bendinde, “terör örgütünün
propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde…” ifadesi
kullanılarak biri “cebir, şiddet ve tehdit” unsurları içeren, biri içermeyen
iki propaganda kavramı kullanılmış oluyor. Üstelik b) bendindeki ‘örgüte ait
amblem, resim, slogan, işaret’lerin taşınması, giyilmesi, kullanılmasının
cezalandırılması, sanki “cebir, şiddet, tehdit” unsurundan bağımsız olarak
düzenlenmiş. Burada, “üye ya da destekçi olduğu belli edilecek şekilde”
ifadesiyle birlikte, verileni geri alan kapı açık tutuluyor.
Kanun koyucu yargıdan, fikir özgürlüğünü geniş
yorumlamasını, en azından AİHM’de ceza getirecek kararlara imza atmamasını
istiyorsa, önce kendisi kafa karıştıracak hükümler yazmamalı. “Örgüte ait
bildiri”yi “cebir, şiddet, tehdit” yoksa basmaya, propaganda yapmaya izin veren
kanun koyucu, “resim, amblem, işaret”e ceza mı istiyor? Maddenin yazılışına
bakarsak öyle. Bunların “örgüte ait”liğinin ve yargılanan kişinin “üyeliği ya
da destekçisi” olduğu belli olacak şekilde taşıması, giymesi, kullanmasının
nasıl saptanacağını sormayalım. Polis ve savcı öyledir diyecek, öyle olacak, bu
paketten önce de olduğu gibi.
İşkenceye zamanaşımı
Paketin yedinci maddesi, TCK madde 94’teki işkence suçunda
zamanaşımını kaldırıyor. Teorik olarak en geniş çerçevede bu yenilik, işkenceyi
insanlığa karşı suç kabul etmenin beyanı. Sıfır töleransın mevzuatta altının
çizilmesi. Sevinelim mi? Evet, ama kamu görevlilerinin yargılanması sürecinde
tanık olduğumuz cezasızlık kültürünün ortadan kaldırıldığına inandığımız zaman.
“İşkence” suçlarında bu maddenin az işletilmesi de bu
kültürün halen yürürlükte olduğunun uygulamadaki delili çünkü. Bu haliyle,
işkence zanlıları uzun, bitmeyecek kadar uzun yargılamadan ötürü bir de
AİHM’den tazminat kazanırsa, şaşmamak lazım.
Hasılı, işkence suçlarında zamanaşımının kaldırılması, harap
bir konağa asılan şahane bir avize, fakat elektrik yok, sistem işkence yapana
karşı elektrik harcamayı dışlıyor çünkü.
Suçu, suçluyu övme
TCK madde 215’teki “suç ve suçluyu övme” fiiline, “kamu
düzeni açısından açık ve yakın tehlike” kıstasının getirilmesi, paketin belki
de en önemli hamlesi. İfade özgürlüğü açısından, kağıt üzerinde, “cesur” bir
hamle. Bir kıstas olarak “açık ve yakın tehlike” aslında daha önce (bu pakette
ilişilmeyen) TCK madde 216 ile Türkiye ceza hukukunda yerini almıştı; orada
“kamu düzeni” değil de “kamu güvenliği” ifadesi kullanılmıştı ki birbirinden
hayli farklı kavramlar.
Hamle yapılırken, kavram tutarlılığı gözetilmeliydi, zira
kanunlardaki kavramsal tutarsızlıkların, uygulamada ihlal olarak döndüğünü
kanun koyucudan iyi sadece ihlal mağdurları bilir. Elbette ölçütün bu şekilde
(215 için) tartışmasız olarak oyuna sokulmasını eleştirmek saçma. Fakat, şu
soru meşru: Niçin tek madde için bu ilke getirildi de ifadeyi suç sayan diğer
maddeler pakette yok? Bu perakendeciliğin anlamı ne? Haklar alanı pazarlık
usulü düzenleniyor da ondan.
TCK madde 220’deki iyileştirme de önemli: “Örgütün veya amacının”
propagandası, “veya amaç” tamamen kaldırılarak, yine cebir, şiddet, tehdit
öğelerine bağlanıyor.
Buraya kadar, TMK ve TCK’daki iyileştirmeler, yabana
atılmayacak düzeltme girişimleri olarak okunabilir. Nitekim Tarhan Erdem,
“cebir, tehdit ve şiddet” ile “açık ve yakın tehlike” ölçütlerinin ceza
sistemine girişine karşı heyecanını saklamadı. Tarhan beyin inancı, bu
kavramların sistemde köklü değişiklik yapma arzusunun ilk adımları olduğu,
devamının geleceği yönünde. Paketin “bomboş” olduğunu söylemek elbette doğru
değil. Bu iyimserliğe katılmama sebebim, paketteki iyileştirmelerin kendi
başına sistemi düzeltemeyeceği fikrine dayanıyor. Bunlar, bir reform arzusunun
ilk adımları ise eğer, hızla yeni paketler görmeliyiz. Çünkü sistemin ana
işleyişine hakim sorunların kısmen düzeltilmesi, fazla zaman geçmeden o
kısımlardan beklenen yararların tersine dönmesine yol açar.
Vicdani ret ve
askerlikten soğutma
TCK madde 318, şu ünlü “halkı askerlikten soğutma” suçu.
Mevcut hali:
“Halkı, askerlik
hizmetinden soğutacak etkinlikte teşvik veya telkinde bulunanlara veya
propaganda yapanlara altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir.”
Getirilecek düzenleme:
“Askerlik hizmetini yapanları firara sevk edecek veya
askerlik hizmetine katılacak olanları bu hizmeti yapmaktan vazgeçirecek şekilde
teşvik ve telkinde bulananlara altı aydan iki yıla kadar…”
Reform görünümlü, ancak esası hiç değiştirmeyecek bir madde
bu. Diğer iyileştirme amaçlı “açık ve yakın tehlike oluşturacak şekilde”
formülü, “firara sevk” ve “askerlik yapmaktan vazgeçirecek şekilde” haline
getirilmiş; ne var ki maksat daha somutlaştırmak mı, soyutlaştırmak mı, belli
değil. Belli bir kişinin ya da kişilerin firarını ya da askere gitmemesini
sağladığında mı uygulanacak, “teşvik ve telkin” haliyle mi? Felsefi olarak
askerlik karşıtlığını dile getiren sözler, her firar ya da askere gitmemenin
sebebi mi sayılacak? Maddenin sıkıntısı, ifade suçlarının hemen tamamında
olduğu gibi, hiç ihtiyaç olmaması aslında! Firar suçsa, firara yardım , teşvik
vs. zaten suç olacak. Böyleyken, ayrıca düzenleme yapılması, yani asker ve
askerlik karşıtı söylemlerin içinden ayrıca bir suç çıkarmaya çalışmak, bunu da
fikir özgürlüğünü koruma iddiasıyla beraber yapmak, imkansız bir işi davet
ediyor.
AİHM’nin yakın bir zamanda (7 Temmuz 2011, Bayatyan’ın
Ermenistan’a karşı açtığı davada) vicdani reddi doğrudan vicdan hürriyeti
çerçevesinde görmeye başladığını hatırlatarak, vicdani reddin kabulü ve bu
maddenin ilgası dışında bir çıkış olmadığını belirtelim.
Tutukluluk:
Silahların eşitliği
Paketin, tutuklama sürecine ilişkin getirdiği bazı
düzeltmeler, ifade özgürlüğü ve terör örgütü üyeliğinin her an iç içe
sokulabilecek şekilde düzenlenmiş mevzuat eşliğinde, tutuklama kararını
yargının olmazsa olmaz kuralı gibi yorumlayan yargı kültürü desteğiyle
düşünüldüğünde, hiç de gerekçede belirtildiği gibi “silahların eşitliğini
sağlama”ya yönelik hamle anlamına gelmeyecek düzeyde. Gerçekte zaten mevcut
tutuklama kararlarının çok önemli bir kısmının gerekçesiz oluşu, yani mevcut
kanunların uygulanmadığı düşünülürse, “silahların eşitliği” için bu paketteki
düzenlemeler dışında işler yapmak gerektiği ortaya çıkar. Basit ve kadim bir
sorundur bu: Savcının savunmaya karşı devlet tarafından kıskançça korunan
üstünlüğü kaldırılmadığı sürece, yani o kürsüden indirilip savunmayla aynı
düzeye gelmediği ve ofisinin adliye dışına çıkmadığı sürece, mevzuat
yamalarıyla sonuç alması zor bir sorun. Hukukumuzdaki “haksız tutuklama”
eğilimi, kamu görevlilerinin “cezasızlık kültürü”yle aynı tahtırevallinin iki ucu.
Sonuca gelirsek, paket ayağı havada bir reform hamlesi. Yere
basacak mı basmayacak mı, yani reforma benzeyecek mi yoksa topal mı kalacak,
Meclis’ten nasıl çıktığına göre karar verebiliriz. Bunu göreceğiz. Bu haliye
çıkması bile iyi olabilir, fazla gecikmeden devamı gelirse. Gelmezse, ifade
hürriyetini pazarlık malzemesi ve perakende düzenlenebilir bir alan saymanın
son 20 yıldır getirdiği bütün zararlı sonuçlarını görürüz. Düğüm, çözdükçe
dolanır, bu paketin de yapmaya aday olduğu gibi.
(12 Mart 2013 Salı, Radikal)
Yorumlar
Yorum Gönder